İHANET UYKUSU (FİNAL)
İhanet soğuk yenen bir yemektir.
Hava gittikçe kapanıyor ben ise
yol yorgunluğu ile kamyonetin direksiyonunu hala umutsuz şekilde sallıyordum.
Aklıma düşen büyük cehennemden sonra hala Nijerya’nın o pis havasını güneşin
doğmasına rağmen soluyordum. En sonunda telefonum titredi. Bu zamana kadar nasıl hala şarjının kaldığına
kafam basmamıştı fakat düşünmem gereken daha büyük sorunlarım olduğu için pekte
irdelememiştim. Telefonun mesaj kutusuna
baktım.
“Otkuku Motel &Bar. İbadan’a
girdikten sonra 1 km ileride. Orada bağlantımız seni bulacaktır. “
Bağlantının beni bulması oldukça
sevindirici bir haberdi. Güvenilir ve uğraşsız. Bu yorgunluğun ardından başka
ne isteyebilirdim ki hem?
Yaklaşık 1 saat sonra İbadan’a varmış, yolun
kenarlarındaki mekanlara göz gezdiriyordum En sonunda etrafı çorak bir arazi
olan ortalama bir bardan büyük bir restoran dikkatimi çekmişti. Mesajda geçen
Otkuku burasıydı ancak sondaki U harfi Nijerya’nın acımasız atmosferine kurban
gitmişti. Kamyoneti araziye doğru sürüp mekanın önünde park ettim. Ayaklarım
arazinin irili ufaklı taşları olan zemine basmıştı. İçeriye doğru yürürken ayağımdan çıkan ses
tüm beynimi rahatsız ediyordu. En sonunda kapıdan içeriye girdim. Küçük bir
barı ve hemen önünde birçok masası olan ahşap tarzında bir yerdi. Masalardan
biri hariç hepsi aynıydı ve mekan neredeyse bomboştu.
Farklı olan masada kalbimi yakan zaman önce
yerinden sökebilecek kadar hızlı çarptıran kadın oturuyordu. Masa farklıydı
çünkü Johari’nin kıçı o sandalyede oturuyordu ve söylemem gerekli; o sandalye
Nijerya’da böyle bir kıç bulduğu için oldukça şanslı olmalıydı. Mekanı daha
fazla süzmeden hemen Johari’nin karşısına oturdum. Menüyü inceleyen güzel
gözleri bir anda şaşkınlıkla bana baktı. Biraz heyecanlanmış gibiydi ama eminim
benim heyecanımın yanında biraz sönük kalırdı. Menü hala ellerindeydi ama artık
gözleri benimdi. Gülümsedim ve konuşmaya başladım.
“Bağlantım sen misin?”
“Evet benim. Beğendiremedik mi?”
“Bir bağlantı olmak için fazla
güzelsin.”
“Ellerinde bu vardı.”
Gülümsedim ve menüyü elime alıp
ilgileniyormuş gibi yaptım. Bu sırada Johari’de aynı şekilde menüye bakmaya
devam etti.
“Aç mısın?” diye sordu. Sesi
oldukça nazikti.
“Dün gece yeterince duman ve
kanla beslendim.”
“İyi bir akşam yemeği olmuş.”
“Kahvaltı için hala yerim var.
Ama sen ısmarlıyorsun.”
“Elbette” dedi. Ardından garsona
seslenip iki adet kahvaltı menüsü sipariş etti. Garson Johari’nin içine düşecek
gibi olunca kadıncağız iki kez tekrarlamak zorunda kaldı.
Ah şu erkekler!
Menüyü boş boş çevirdikten sonra
masaya bırakıp gözlerimi Johari’ye diktim. Kendisi de menüyü çoktan bırakmış çantasından
çıkardığı dağınık kağıtları toplayıp onlara göz gezdirmeye çalışıyordu. Pek
fazla konuşma heveslisi değildim ama onu özlemedim de diyemezdim. İlginç
şekilde ışıldayan gözlerine bakma ihtiyacı duyuyordum.
“Orada benlik bir şey var mı?”
“Pek değil. Seninkiler kafamın
içinde.”
“Kalbinde de bir şeyler yok mu?”
Johari gözlerini bana
doğrultarak gülümsedi ve tekrar kağıtlara bakmaya devam etti. Kendimi oturduğum
sandalyeden geriye doğru yaslayarak derin şekilde esnedim. Bu sırada
kahvaltılarımız gelmişti. Bir tabakta servis edilmiş çeşitli baharatlarla
harmanlanmış haşlanmış yumurtalar birkaç sebze adını getiremediğim sebzeler
peynir ve birkaç zeytin tanesi tabaklarımızda duruyordu. Johari değişik gözüken
bir çay sipariş etmişti benimde kahve sevdiğimi biliyordu. Hemen ayılmak adına
kahvemden büyük ve dil yakıcı bir yudum aldım. Yüzümün ekşimesi Johari’yi güldürdü.
Sanki hiçbir şey için acelemiz yokmuş gibi bu anın tadını çıkarıyordu.
Kahvaltılarımızı yaptıktan sonra
çay ve kahveler yenilendi. Garson her gelişinde bir öncekinden daha mutlu ve
azgın görünüyordu. Her gidiş gelişinde pantolonu biraz daha büyüyordu. Bunda
Johari’nin V yakalı tişörtünden görünen memeleri büyük rol oynuyordu. Üstten
bakınca elbette daha fazlasını görebiliyordunuz bunu bilmemin sebebi ilk
oturuşta benim de bakmamdı.
Kahvemden yeni bir yudum daha
aldım ne kadar soğumuş olsa da yine dilimi yakıyordu. Bu sırada Johari bu sahte
çift buluşmamızı resmiyete döktü
“Artık iş konuşalım mı?”
“Dinliyorum.”
“Son bir işin var.”
“Konuşmalarımızda bu son iş
yoktu. Daha başka bir iş bekliyordum Johari neler dönüyor.”
“Hikaye uzun. Yapman gereken
söylediklerimizi harfiyen yerine getirip bize güvenmen. “
“Size güvenmem için hikayeyi
bilmem gerekiyor.”
Johari gözlerini devirdi ve
biraz sıkılmış şekilde üfledi.
“Bana hala güvenmiyor musun?”
dedi.
“Biz seviştik Johari,
evlenmedik.”
Tam o sırada Johari ellerimi
tuttu. İlk kez ellerimi tutmuştu. İster istemez kalp ritimlerim bozuldu ama
belli etmek istemedim. İstese o an bize servis açan adamın sikini havaya bile
uçurabilirdim ama taviz vermeyip formalite de olsa hikayeyi bilmem gerekiyordu.
Ben bunları hesaplarken o beynim yerine kalbime çalışmayı tercih etti. Tanrım
ne kadar da güzel bakıyor.
“Senin için Safir’e ihanet
ettim. Seni kurtarmak için hayatımı tehlikeye attım. Ama hala kalkıp bana
evlenmedik diyorsun. Evli olduğum adama senin için neler yaptığıma bak. Biraz
olsun güveni hak etmiyor muyum? Bir kez olsun bir pislik gibi davranmayı
bırakamaz mısın?”
Sözleri iğneleyici olsa da ses
tonu bana güzel bir senfoniden küçük bir alıntı gibi geliyordu. Kahvemden bir
yudum alıp büyüye kapılmamayı seçtim.
“Hala onun elini tutuyorsun
Johari. Ben yalnız bir adamım. “
“Hayal kırıklığına uğratıyorsun
beni.”
“Seni bırakıp gittikten sonra ne
yaptım biliyor musun? Bana ihanet eden tek güvendiğim arkadaşımı geberttim.
Lütfen uzatmanın manası yok. Kulaklarım sende.”
Elimi elinin üzerinden çekmek
istedim ama bunu yapacak kadar ne cesaretim vardı nede isteğim.
“Bu son yaptığımız patlamanın
ardından diğer kolonilerde düştü. İsyancılarımız kısa zamanda oradaki silahları
da ele geçirip Lagos’a sızdılar. Şu an Boko Haram’a Nijerya’da silah
sağlayabilecek tek yer Ahad’ın şehirdeki küçük depoları ve ana merkezi. Villası
ve onun yakınları. Normalde ikinci bölgeye gidecektin ama gerek kalmadı bu
yüzden direk olarak Ahad ile görüşme vaktin geldi.”
“Ahad’ın evine elimi kolumu
sallayarak ben Elrich’im diyerek girmemi mi bekliyorsun?”
“Hayır, onu arayıp Spinoza
olduğunu söyleyeceksin.”
Duraksadım. Bir anda beynim
durmuş gibiydi. Gülümseyip devam ettim.
“Kocanla sen beni öldürmek için
oturup bu planı mı yaptınız? Çok amatörce.”
“Yanlış sorular soruyorsun..
pardon aslında soru bile sormuyorsun. Biraz kendini verebilir misin!?”
Kendimi onun haricinde hiçbir
şeye veremiyordum. Yine devam ettim.
“Şu güzide ve zeki planınızı
bana detayıyla anlat”
“Yaptığımız baskınlarda Boko
Haram ile ilgili birkaç plan bulduk Ahad gibi birinin eline geçmesini istediği
planlar. Bu planları satmak için Ahad’ı aramanı istiyorum. Onun bir buluşma
ayarla ve belirlediğimiz mekana çağır. Ardından baskın yapıp onu kıskıvrak
yakalayacağız.”
“Neymiş bu planlar?”
“İncelemen için vereceğim
elbette planı kabul edersen.”
“Şu dağınık kağıtlar mı?”
“Evet.”
“Benlik bir şey olmadığını
söylemiştin.”
“Hala öyleler. Eğer kabul
edersen değişir tabi.”
Kaşlarımı çatıp biraz düşündüm
ve ardından devam ettim.
“Ahad durumun kötüye gittiğinin
farkındadır. Onu tek telefonumla dışarıya çıkarmam imkansız.”
“Eğer kendisinin bulunmaktan
memnun olacağı güvenli bir mekansa mutlaka gelir.”
“Boko Haram bölgesinde onu nasıl
kıskıvrak yakalamayı düşünüyorsunuz? Tanrı aşkına Johari bu bir plan değil bu
benim ölüme giden yolum. Bu bildiğin uçurum.”
Johari’nin göz bebekleri büyüdü
ve bana baktı. O güzel bakışlar sanki biraz daha güzelleşmiş gibiydi. Bakışları
tüm vicdanıma tecavüz ediyor gibiydi. O kadar içliydi ki suratına bir tane
vurabilirdim.
“Hayatını kurtardım. Ve şimdi de
seni ölüme mi yolladığımı düşünüyorsun? Neden yapayım bunu?”
“Bilmiyorum. İkna et beni.”
“Sana Lagos’a girdiğimizi söyledim.
Belirlediğimiz bir bölge var Ahad kendi kontrolüne sanıyor orayı ama değil.
Hükümet ile görüştük polisler ve askerler her şey hazır.”
“Peki, neden öldürmek yerine onu
hapse tıkıyorsunuz? Diğer adamları neden öldürdünüz?”
“Burası bir Cumhuriyet Spinoza.
Ve hala öyle olduğunu göstermek için bu adamı kanuna teslim ettiğimizi herkes
görecek. Umudu bitmiş bir halk yeniden kendisine gelecek. O pisliğin esaret
altındaki canlı bedeni ölü bedeninden daha çok işe yarayacak. Bu insanların
umuda ve ayağa kalkmaya ihtiyacı var. Boko Haram pisliğini ancak birleşirsek
temizleyebiliriz.”
Anlattıkları büyük bir devrimi
ve insanı dayanışmayı uyandıran birkaç olayı hatırlatıyordu ancak bunların çoğu
umurumda değildi.
“Peki ya ben?”
“Ne olmuş sana?”
“Ben ne olacağım? Siz baskını
yaptıktan sonra?”
“Hükümet ile çoktan görüşüldü.
Bu iş biter bitmez ödemeni Safir yapacak ve bilmem ne havaalanına bir araba ile
gönderileceksin. Oradan istediğin her yere gidebilirsin ama Lagos’a bir daha
asla geri dönmemek şartıyla.”
Şu durumda ona güvenmekten başka
şansım yoktu. Aslında istersem kafasına sert bir şeyle vurup onu kaçırmayı
deneyebilirdim ancak büyük bir kabalık olur diye düşündüm.
En önemli soruyu sona
bırakmıştım.
“Peki, neden Spinoza? Planlar
elinizde değil mi? Bulun birilerini Ahad’a yakın sürü insan vardır. Neden ben?”
“Çünkü Ahad’ın en güvenilmez
olarak tanıdığı paragöz biri sensin. Para için babanı bile satacağını biliyor
ve bu yüzden sana inanmaya meyilli. Ayrıca bir beyazsın.”
“Oldukça kırıcıydı.”
Evet, oldukça kırıcı ve haklıydı.
Nijerya’da ayrıca bana yapılan ırkçılık neredeyse beni rahatsız edecek
düzeydeydi. Kahvemden büyük bir yudum alıp ayağa kalktım. Testislerim
patlayacak gibiydi.
“Nereye gidiyorsun?”
“Tuvalete. Ne dersin bu kıçı
kırık yerin tuvaletinde..”
“A hayır kalsın.” Dedi ve devam
etti. “Bir yere kaçma yeter.”
“Sensiz mi?”
Ellerimi takımlarıma atıp
hızlıca tuvalete koşup işimi gördüm. Ellerimi ve yüzümü yıkadıktan sonra iyice
aynaya bakıp kendimi dinlemeye başladım. Son bir buluşma.. Birçok para ile
birlikte bu labirentten ve Johari’nin kalbimde bıraktığı işkenceden
kurtulacaktım. Hemde bir başbakan gibi özel olarak beni elleriyle
götüreceklerdi. Onlara inanmamam yada güvenmemem için hiçbir sebep yoktu. Hem
Johari.. Kalbimi 36 yerinden bıçaklayan bir kadın beni sırtımdan bıçaklamak
istemezdi. Ona Safir’in hayatı boyunca dokunamayacağı şekilde dokunmuş tüm kötü
tecrübelerinden arınana kadar sikmiştim.
Tekrar döndüğümde masada
telefonla konuşuyordu. Hiç sesimi çıkarmadan yerime oturup kağıtlara elimi
attım ancak bakmama izin vermedi. Kısa süre sonra telefonu kapatıp gözlerimin
içine baktı.
“Kabul ediyor musun?”
“Elbette.”
Gülümsedi ve kağıtları bana doğru
uzattı. Ben planları incelerken o da telefonun ile oynamaya başladı. Kağıtların
her sayfasında yabancı olduğum terimler, şifreler, şemalar çizimler ve
enteresan haritalar vardı. Zerre hiçbir sikim anlamıyordum ama ilgileniyormuş
gibi yapmayı da ihmal etmiyordum. Hatta bir ara kaşlarımın birini çatıp
dudaklarımı büzerek anlamışçasına kafamı salladım.
“Ona kısaca ne diyeceğim. Yani
bu planların adı ne?”
“Bacuna Planları”
“Bundan anlayacak mı?”
“Elbette. “
“Onu nereden arayacağım ve hangi
mekanda ?”
“Lagos merkezdeki oguntolu
caddesi üzerinde Glads adlı bir restoran. 3 saat sonra. Telefonunda şarj var
mı?”
Cebimden çıkarıp baktım. Hala
biraz vardı. “Evet” dedim. O da telefonu il biraz daha oynayıp bana uzattı.
Ahad’nın numarası yazıyordu. Hemen kendi telefonumdan numarayı çevirip arama
tuşuna bastım. Çalıyordu. Beşinci de telefon açıldı
“Kimsin?”
Bu Ahad’dan başkası değildi.
“Uzun zaman oldu eski dostum.”
Telefonu ilk açıştaki umursamaz
ses bir anda sessizliğe gömüldü. Kısa bir süre sonra ses şaşırmış bir tonla
geri geldi.
“Kimsin sen dedim?”
“En yakın beyaz dostun. Ne çabuk
unuttun? Arayıp sormasam dönmeyecektin.”
“Spinoza sen misin? Hangi
cehennemlerdeydin?”
“Götümü yalamayı kes Ahad. Şu an
bir cesetle konuştuğunu ikimizde biliyoruz. Beni öldürtmek istediğinden haberim
var.”
“Anlamıyorum.”
“Neyi? Nasıl ölmediğimi mi? Bunu
uzun uzun anlatacağım. Bu herifler senden beter orospu çocukları çıktı. Elimde
senin isteyeceğin türden bir şey var pek bir bok anlamadım ama aldığım kişi
bunu bana vermemek için hayatından olmayı göze aldı.”
“Neyden bahsediyorsun?”
“Bacuna Planları”
“Onların sende işi ne?”
“Telefonda anlatamam. Zamanım
yok Safir’in adamları peşimde. Eğer bunları istiyorsan 3 saat sonra benimle Lagos
merkezdeki oguntolu caddesi üzerinde Glads adlı restorantta buluş. Yanında 10 bin naira getir. Sen
planları al bende bu ülkeden siktir olup gideyim.”
“Sana nasıl güveneyim? “
“Planların değerli olduğunu biliyorum
Ahad. Seçtiğim yerde oldukça güvenli bölge. Kabul ediyor musun? Kaç adamla
geldiğin umurumda değil yeter ki bu cehennemden gitmeme yardım et.”
“Anlaştık. 3 saat sonra
görüşürüz.”
Telefonu kapatıp masaya koydum.
“Tamamdır. Hemen yola koyulsam
iyi olur. Ancak varırım.”
“Benim arabayla gideceksin.
Kamyoneti ben alırım bununla Lagos’a giremezsin.”
“Nasıl istersen.” Ayağa kalktım.
“Bekle birlikte kalkalım.”
Johari çantasını topladıktan
sonra telefonumu kendisine alıp kasaya yürüdü. Adam Johari’ye ve memelerine
dikkatle bakıp para üstünü elinden geldiğince geciktirdi. En sonunda dışarıyı
çıktık. Ayrılma vakti gelmişti.
“Kendine dikkat et Spinoza. Bir
hata olmasın. İşini yap ve istediğin olsun.”
“Peki ya istediğim tam olarak bu
değilse?”
“Bu olsun.”
Johari ellerini yüzüme götürdü.
Parmakları ile suratıma dokunup dudaklarını dudaklarıma yapıştırdı. Bu
diğerlerine göre oldukça güzel bir öpücüktü. Halimden memnun bir şekilde onunla
sesimi çıkarmadan öpüştüm. Dudaklarını hiç bırakmak istemesem de saat
işliyordu. Sanki ağzımdaki çöle son kez yağmur yağmış gibiydi.
“Dikkat et.” Dedi. Arkasına
bakmadan yürüyüp kamyonete bindi. Bir erkek gibi çalıştırıp tozu dumana katarak
yanımdan ayrıldı. O kadar etkilemişti ki beni yaratmış olduğu toza karşı
verdiğim reaksiyonu biraz geciktirmiştim. Ben de Johari’nin bırakmış olduğu
küçük Ford arabaya atlayıp Lagos’a doğru direksiyonumu son işime çevirdim.
Bilmem ne adlı büyük bir mekanın
içine girdim. Lagos’un bir nevi en gözde mekanlarından biriydi ama ne yazık ki
kapalıydı. Ahad sanki bana evlenme teklif edecekmiş gibi bir sürpriz
hazırlayarak mekanı kapattırmış kendi adamlarını etrafta dizmişti. Hepsi bana
gözlerini dilmiş bakıyordu. İki zenci gelim üzerimi aradı. Tabi ‘üst demeye bin
şahit isterdi. Kan, kül ve toprak. Afrika’nın kısaca tüm özetini üzerimde
taşıyordum. Üzeri beyaz örtülü lüks masalardan birine oturup konuşmaya
başladım.
“Benim için fazla zahmet
etmişsiniz. Gelin nerede?”
Adamlar sanki ben hiç
konuşmamışım gibi yüzüme bakıyorlardı. Bu sırada içeriye beklediğim kişi girdi.
Ahad tüm kötülüğünü getirmiş gibiydi. Etrafındaki tüm adamlar bir anda
bakışlarını bu kötülüğe çevirmiş ona saygılarını göstermek için can
atıyorlardı. Ahad ayakta durup beni süzdü.
“Gerçekten de bu sensin.
Spinoza! Hayattasın dostum!”
“Hala buna devam mı edeceksin?”
Ahad sırıtarak birkaç adım attı
ve karşıma oturdu. Yüzündeki sırıtkan ifade sinir bozucu olsa da taviz
vermemeye çalışacaktım.
“Hakkını vereyim Ahad, güzel
plandı. “
“Bana kızma Spinoza sonuçta
karım değilsin.”
“Karın olanı da gördük.”
Ahad’ın yüzü düştü. Biraz
sinirlenip masada duran bardaktan birkaç yudum su aldı.
“Karım kahpenin tekiydi. Sorun o
değil. Sorun burada ne bok yediğin? Burayı seçmeseydin yanına gelmezdim ama
sana bakınca gerçekten muhtaç olduğunu görüyorum. Sanki cehenneme girmişsin ve
oradan kaçmışsın gibi.”
“Henüz kaçamadım. Kaçmak için
buradayım. “
“Hayatımda gördüğüm en inatçı
beyazlardan birisin.”
“Bak yaptıklarını arada bırakıp
iyi bir anlaşma istiyorum. Buradan kaçmak için yeterli seviyede para istiyorum.
Bir ordu adam peşimde.”
“Söyle bana Spinoza seni
öldürmemek için bir sebebim var mı? Elindeki kağıtları alıp senin kafanı burada
alabilirim. Buna engel olacak bir şey söyle.”
“Çaresizlik.”
“Anlamadın ne? Bir daha söyler
misin? İlk buluşmamızda egodan suratını göremediğim adam bana çaresizlikten mi
bahsediyor?”
Masada duran çatallardan birini
onun boğazına sokmak için kendimi zor tutuyordum. Ama işimiz bittiğinde onun
yüzüne sırıtarak bakmayı çok istediğim için kendime hakim olmak zorundaydım. En
azından Leeto’nun hatırına.
Leeto; evinde ölü bulduğum
mutsuz domates.
“İnsanlar böyledir Ahad. Krallar
bile ölür.”
“Krallar elbette ölür ama
sürünmezler. Rezil duruma düşmezler. Sen rezil bir adamsın Spinoza ve saygı
duyulmayı hak etmiyorsun. Seni öldüren adamın yanına çaresizce gelip üç beş
kuruş için dileniyorsun. Sana saygı duyardım ne istediğini bilen biri olduğun
için ama görüyorum ki sen de diğer beyazlar gibi sıkışınca tükürdüğünü yalayan
sürüngenlerden farksızmışsın.”
“Daha fazla hakaret dinleyecek
miyim? Eğer sonunda paramı vereceksen istediğin kadar beni aşağılayıp egonu
tatmin edebilirsin. “
“Burada karşıma geçmiş para
dileniyorsun ama hala umursamaz bir adammış havası vermeye çalışıyorsun.
Pervasız gibi görünerek havalı olmaya çalışıyorsun. Ama sen katillerin yüz
karasısın.”
“Merak ediyorum da Ahad.. Bu
aşağılık kompleksi ile nasıl bu kadar saygıyı gördün? Bizim oralarda senin
kelleni almadan nasıl sabredebildiler? Bir düşüneyim.. doğru ya sen o sırada
beyazların daha beyaz götlerini yalıyordun değil mi? Siyahlar ülkesindeki tek
beyaz adamı aşağılamak ancak zayıf karakterli birinin işidir. “
“Sen ırkçı orospu çocuğunun
tekisin Spinoza.”
“Daha önce kimse ırkçılıkla
suçlamamıştı.”
“Sen..”
“Dur ben devamını getireyim;
öncelikle karşında bu kadar çaresiz yaralı ve üstü başı pislik içinde olan bir
insana bir şeyler ikram etme nezaketini göstermeni beklerdim.”
Sinirli bakışları tuhaflaştı.
Aldırış etmeden devam ettim. Vakit yaklaşıyordu ve gitmeden onu biraz kızdırmak
istiyordum aramızdaki bu şeyi kim kimi döver muhabbetine getiriyordum.
“Yalnız başına çalışan özellikle
söylüyorum ‘Beyaz’ bir adama iş verdin. Bu işlerin hepsini harfiyen başarılı
şekilde yerine getirdim. Ardından büyük bir kepazelik yaparak bu adamın
arkasından kuyu kazdın. En yakın arkadaşıyla irtibata geçtin ve en büyük
düşmanının yanına resmen ölüme gönderdin. Ardından bu beyaz adam yani karşında
duran ben; onların elinden kaçıp ülke değiştirmek uğuruna tekrardan kaşına
dikildim. Hatta öyle bir karşına dikildim ki seni ayağıma kadar bu kadar adamla
getirtebilme cüretinde bulundum. Karşımdasın Ahad. Tam karşımda çok güçlü bir
adammış gibi konuşuyorsun ama hala yalnız ve çaresiz bir beyaz adama boyun
eğiyorsun. Buraya ayağıma kadar geldin çünkü hala benden iyi değilsin.”
Ahad büyük bir sinirle iki elini
masaya vurarak adeta kükredi.
“Sen buna nasıl cüret edebilirsin!
Şu etrafına bak! Bu adamların hepsi benim! Anlayabiliyor musun? Hepsi tek bir
hareketimle seni delik deşik ederler! Bu gücü elde edebilir misin? Seni orospu
çocuğu hangi cüretle benimle böyle konuşursun? Bu sefil halinle bu ne cesaret
böyle!?”
Arkama yaslandım ve kendinden
geçmiş olan Ahad’a baktım. Bir anda karşımda böyle bir adam yaratmayı
başarmıştım. Güldüm. Ardından kahkaha attım. Daha çok sinirlenmiş bana
bakıyordu. Ben gülerken adamlarından biri kafamı tutup masaya hızlıca vurdu.
Canım çok yanmış kafamın içi adeta zonklamıştı. Gülmeye yine de devam ettim.
“Pekala, sana gerçeği
anlatacağım” gülmeye hala devam ediyordum. Çünkü az sonra ona gerçeği anlatarak
hayatımı kurtarmayı hedefleyecektim.
“Neyi anlatacaksın? Buradan
artık sadece cesedin çıkar.”
“Beni buraya kaltak karın ve eşi
Safir yolladı.”
Ahad önce duraksadı. Ardından bu
kez kendisi gülmeye başladı.
“Buradan kurtulmak için en son
bunu mu uydurdun? “
“O villadan nasıl kaçacağımı
düşünüyorsun? Elrich ismini nereden bildiğimi sanıyorsun? “
“Elrich mi? O kampta..”
“Elrich bendim Ahad. Dünkü kamp
baskının başrolü bendim. Bunları nereden biliyorum sence? Bu kadar plan nasıl
elime geçebildi? Hiç düşündün mü? Lanet Elrich denen mühendisi nereden
tanıyayım?”
Ahad oturduğu yere çakılmıştı.
Suratı buz kesmiş yüzümün sol tarafına bakıyordu. Elleri masada hareketsiz
şekilde durmuştu. Eğer ünlü bir ressama
portresini çizdirmek isteseydi tam sırasıydı.
“Bu kadar şeyi nasıl? Neden?”
“Yeni bir anlaşmaya var mısın?”
Bu sırada Ahad’ın arkasında
bekleyen birkaç adamın ellerine palalarını ve bıçaklarını aldığını gördüm.
Bunun anlamı artık zamanı gelmişti. Gözümü diğer adamlara çevirip baktım.
Safir’in adamları silahlarını yavaş yavaş ellerinde hazır ediyordu. Bu sırada
artık her şeyi yıkılmış olan Ahad oturduğu yerde düşünmeye çalışıyordu.
Gözlerine büyük bir zevk ile baktım. Bir insanın ihanete uğraması bana hiç bu
kadar keyif vermemişti.
O sırada bir anda adamlar
harekete geçti. Palalı ve bıçaklı adamlar Ahad’ın adamlarını birden doğramaya
başladı. Ahad bir anda irkildi. Onunla birlikte ayağa kalktım. Karışıklıkta ne
olduğunu anlamayan Ahad kaçmak istedi ama her şey onun için çok geçti. İzin
verseydi Johari onu şuracıkta bir çatalla öldürebilirdim. Ama yapabildiğim tek
şey kaçmasına engel olmak için burnuna attığım kafaydı. Aldığı darbe ile
muhakkak burnu kırılan Ahad sırtüstü masaya yapışmıştı. Siyah suratı burnundan
gelen kanın etkisiyle yavaş yavaş kırmızıya boyanıyordu. Hemen etrafıma baktığım da ise Safir’in adamları
çoktan ortalığı kan gölüne çevirmişlerdi. Kalanlar ise rehine olarak teslim
olmayı kabul etmişlerdi. Kalan vaktimi Ahad ile konuşmakla geçirdim.
“Güçlü olduğunu sanıyorsun Ahad.
Ama güçlü değilsin. Aç gözlü insanlar asla güçlü olamazlar. Sırf daha fazla
kazanmak için bir beyazın ayağına kadar geldin. İhaneti hak ediyorsun.”
Safir’in adamları palalarını
Ahad’ın boğazına dayamışlardı. Ben ise sadece etrafıma bakınıyordum. Hakkını
vermek gerekli Safir gerçekten zeki ve
sözünün eri biriydi. Şu ana kadar yaptığı tüm planlar işledi. Tabi ayakta duran
beyaz adamın da bu işe katkısı oldukça fazlaydı.
İçeriye Safir ve Johari ile
birlikte birçok asker ve polis doluştu. Johari çok ciddi bakıyordu. Safir ise
yüzünde bir zafer sarhoşluğu gülümsemesi ile Ahad’ın yanına yaklaşıp adamlarına
emir verdi.
“Tutuklayın şu herifi.
Dışarıdaki kalabalık ve kameralara güzel bir şov yapalım.”
İki tane asker ve bir polis
Ahad’a kelepçelerini takıp zar zor
yürütmeye başladı. Safir onları durdurdu ve Ahad’ın suratına sert bir yumruk
geçirdi.
“Böyle daha iyi görünüyorsun.”
Dedi. Asker ve polisler Ahad’ın koluna girip onu dışarıya çıkardılar. Bu sırada
ben hemen gözlerimi sert kadınıma yani Johari’ye çevirmiştim. Yüzündeki resmi
surat ifadesi hiç değişmiyordu. Onu hiç
göremeyecek olmam beni öldürse de son bir kez gözlerine bakmak istiyordum. Ama
Safir bu isteğimi böldü.
“Açıkçası senden beklemediğim
derecede çok iyi işler başardın. İnkar etmek istemiyorum senden çok iyi bir
asker olurdu.”
“Askerlik bana göre değil.
Sanırım bana ayrılan sürenin sonuna geldik.”
“Anlamadım?”
“Konuştuklarımız?”
“Ah evet.. Onlar. Bir an
unutmuşum .
“Ne zaman gidiyorum?”
“Şimdi”
Safir kaşlarını kaldırarak
arkasını döndü ve kapıya doğru yürüdü. Bu sarada ben fırsattan istifade yine
gözlerimi Johari’ye çevirdim. Johari’nin gözleri de bana bakıyordu ama
bakışları çelik gibiydi. Onu ilk gördüğüm andan beri ilk kez bana bu kadar sert,
resmi ve nefret dolu bakıyordu. En sonunda dudakları oynadı. Ve ben öldüm.
“Tutuklayın onu.”
Tüm beyin hücrelerim buz kesmiş
gibiydi. Geçici bir aptallık mı yaşıyordum yoksa ihanetin acısını mı
hissediyordum anlayamamıştım. Bakışlarımı aptal gibi Johari’nin gözlerinden
ayıramıyordum. Ben şoka girmişken ayağıma atılan çelme ile yüzüstü yere
düşmüştüm. Birisi elleri ile kafamı yere bastırıyor başka birisi ellerimi
sırtımda birleştirip kelepçe takıyordu. Kelepçenin tüm esaretinin soğukluğunu
bileklerimde hissedebiliyordum. Benim gözlerim ise hala Johari’nin gözlerini
arıyordu. Ama sadece sesi vardı. Lanet olası zehir akıtan sesi!
“Bay Spinoza, Safwat Mahmuodi
adlı ticaret adamını hiç yoktan öldürmekten devlete karşı gelen bir vatan
haininin tetikçiliğini yapmaktan ve birçok masum insanı öldürmekten dolayı
Nijerya Cumhuriyetinin bana verdiği yetkiye dayanarak sizi tutukluyorum. Ömür
boyu hapis ve idam cezaları ile yargılanacaksınız. Sessiz kalma hakkına
sahipsiniz.”
Bu cümleleri kalbimi tutuşturan
bir kadından duyacağım yaşamım boyunca aklımın ucundan dahi geçmezdi. İki asker
beni ayağa kaldırdı.
“Böyle anlaşmamıştık” dedim tüm
ezikliğim ve aptallığım ile. Johari ise hiç tavrını bozmadı.
“Biz katilleri serbest
bırakmayız Spinoza. Sadece onları diğer
katilleri yakalamak için kullanırız. Hapiste sana mutluluklar tabi idam edilmezsen.
“
Sanki tüm tanrılar beni götümden sikiyor, Zeus’un şimşeğini
kıçımda hissediyordum. Odin’nin babalık
merhametine muhtaç şekilde dizlerimin üzerine çökmüş şeytanın tüm kötülüğünü
yüzüme boşaltmasının acı şekilde keyfini çıkarıyordum. İnsanoğlu’nun en büyük
düşmanı insandı ve birilerine güvenen insanlar sonunda aptal olarak en büyük
damgayı yerdi ve ben şimdi o aptal insanlar listesinin en tepesindeydim. Hazin sonumu
en ön sıradan dramatik şekilde izliyor sesimi dahi çıkaramıyordum.
Bir anda onun gözlerine bakmak istedim. Her ne kadar canım
yanıyor olsa da son bir kez o çelik bakışların arasında bana olan sevgisini
görmek istiyordum. Tanrılar aşkına ne
kadar da acınası! Yine de gözlerimi onun gözlerine iliştirdim. Bir katile
bakamayacak kadar güzel gözleri vardı. Evet,
güzellerdi fakat bir orospunun ihanetine karşılık benim onurlu gözlerim durumu
eşitliyordu. Gözlerinde en ufak bir iyi niyet yoktu. Bakışları ölü bir bedenden
farksızdı. Bir şeyler söylemek istiyordum. İçimde sıkışan bu gerçeği ve esaret
altına girecek tüm ruhumu düşünmeye başlamadan bir şeyler söylemek istiyordum
ama ona söyleyecek sözlerimden çok canını almak için sıkmam gereken kurşunlarım
vardı. O acımasız taş kalbini bilmem kaç santimlik mermilerim ile delip geçmek
istiyordum. Kitaplarda da bu yazmaz mıydı zaten? Bir katil konuşmaktan çok
işini yapardı ama bir insanı konuşarak da öldürebilirdiniz. Aynı şu anda
karşımda duran Johari’nin yaptığı gibi. Afrika’nın en değerli elmaslarından
bile pahalı ışıldayan gözleri ve kendisini bir sürtük gibi gösteren makyajı ile
karşımda nefesimi kesen bir kadın sıradan bir cümlenin her kelimesinde beni
defalarca öldürmeyi başarmıştı.
Gözlerine yine de bakarak kapıya doğru yürüdüm. Bana kapıyı
Safir’ açacaktı ancak biraz bekledi ve gözlerimin içine alaycı bir tavırla
baktı. Ona ‘Karını siktim! Defalarca içine girdim! Ve her bağırışında seninle
olmanın pişmanlığı vardı!’ diyebilirdim. Ama hiçbir şey söylemedim. Karısını en
büyük düşmanını ekarte etmek için onun altına atan adam çok rahatlıkla benim de
altıma atardı. Bu yüzden ona söyleceğim hiçbir sözün pek bir anlamı yoktu.
Aslında sadece kendime söyleyebileceğim bazı sözlerim vardı. Bu sözleri yanımda
iki askerle birlikte kameralarla dolu kalabalığın arasından kelepçeler ile
söylüyordum kendime.
‘İnsanlara teslim olurken hep insan olduklarını unutuyordum.
İnsanın başına gelen en kötü şey insan ve tanrılar insanı öldürürken insanı
kullanıp ardından yine insanı suçlayacak kadar acımasızlardı. ‘ Ve ben o
tanrıların dalga geçtiği bir oyuncaktan başka bir şey değildim. Artık zamanım
Zeus’un beni affedip Pandora’nın kutusundan çıkarmasını beklemek olacaktı. Her
zaman yaptığım hatayı bir kez daha yapmıştım. Hikayedeki Zeus olmak yerine her
zaman başka biri olmayı seçtim. Bir gün Pandora’nın kutusuna gireceğimi
biliyordum. Aptaldım. Artık Johari’nin kutusunda tüm çirkinliğimle
çürüyecektim.
Zırhlı minibüsün kapısı açıldı ve içeriye girdim. Minibüsün
içinde yığınla asker bizi teslim etmek için bekliyordu. Tam karşımda az önce
burnunu kırdığım Ahad oturuyordu ve beni görünce normal olarak gülmeye başlamıştı.
Bir minibüste Siyah ve Beyaz, sırtlarında ihanet yarası ile esarete
gidiyorlardı. Birisini hırsı diğerini ise sevdiğini sandığı kadın yaralamıştı. .
Hava iyice kapandı ve Lagos’un çekilmez yeryüzüne yağmur
damlaları düştü. Ben yine de son bir kez o kadını hatırladım;
Johari.. Ben güzel kaltak sevgilim.
-SON-