10 Temmuz 2015 Cuma

-Bölüm 1- Siyahı Kırmızıya Boya (güncel 3. kısım )

Safwat ile masaj randevum öğle saatlerindeydi. Biraz tembellik yapıp şehir merkezindeki spa salonuna doğru yola koyuldum. Safwat yıllardır olduğu gibi vücuduna başka elleri dokundurarak rahatlayıp huzur bulmayı planlıyordu. Belki de tüm hafta çektiği stresi  atabildiği tek şey bu masajdı. Bende iyi niyetli bir insan olarak onu tamamen huzura erdirmeyi ve bir daha stresle uğraşmamasını planlıyordum. Biraz daha zorlasam iyi bir insan olduğuma beş dakikalığına da olsa ikna olacaktım. Dünya Safwat gibi hayatın birçok zorluğunu gördüğünü sanan ve babası sayesinde bir yerlere gelen lüks düşkünü bireyler ile dolu. Hayatları boyunca birçok zorluktan ailesi ve çevresi tarafından kurtarılmış hissettirilmiş insanlar. Bu bireyler oldukça şanslı kişilerdir tabi bu şans etrafındaki insanların yok olmaları ile riske girebilecek türden mini bir kumar da olsa potansiyelini bilmeden büyük işlere bulaşan insanlarda ölümle sonuçlanabiliyordu. Safwat eğer potansiyeli olan bir adam olsaydı Ahad’dan önce beni tutmak onun aklına gelirdi. Size biraz Safwat gibi ailelerinin ve çevresinin biriciklerini anlatayım; Yaşamları boyunca her zorluktan kaçırılmış ve her konuda çevresi tarafından mükemmel olduğuna inandırılmış bu bireyler bir süre kendilerini tanrı gibi hissederler. Onlara göre kendileri farklıdır. Her açıdan diğer insanları kullanabilecekleri ve kendilerinden güçlü insanların çok az olduğunu sanarlar. Bazıları biraz daha zekidir ve nerede duracağını bilir. Bazıları ise Safwat gibi hiç gözü açılmadan en iyisi olduğuna inandırılmıştır. Bazıları üniversite okur bazıları lise. Bazıları mükemmel olmadığını burada anlar. Bazıları ise anlamamak için at gözlüklerini takar. Ve bir sandalye bulur. Evet sandalye. Sonra bir tane daha bulur. İkisini üst üste koyar ve en üste oturur. Bay Safwat kral Safwat. Lord Safwat. Kulaklarında hep bu çınlamayı duyar ve tatmin olur. Fakat iki katlı sandalyesinde otururken at gözlükleri yüzünden aşağıya bakmaz. Tabi bu duruma biraz da aşağıdakilerin varlıklı insanları tanrı gibi görüp türlü yalakalıklar yapması etken oluyor. Lafı fazla uzatmadan ‘Dostoyevski’nin söze girdiği gibi gireceğim ‘Baylar’ ‘Evet baylar! Oyun bitti. Burası gerçek dünya ve hepiniz beyaz adamın birer kurbanı oldunuz. Sandalyelerinizi ayaklarını kestim ve o at gözlüğü yüzünden beni göremediğiniz için boynunuzu vurdum!’ Burası gerçek dünya ve burada ölüm var burada zekâ var ve burada mutlaka sizden daha cani insanlar var. Gözlerinizi açın hiç biriniz mükemmel değilsiniz ve konu Azrail olunca hepiniz aynı haklara sahip birer cesetsiniz.
Arabadan inip çözülmüş olan ayakkabı bağcıklarımı bağladım. Sanki adım Teodor’muş gibi yürümeye başladım. Büyük bir cam kapıdan içeriye girip bir görevli ile konuşmaya başladım. Görevli kadının göğüslerinin bir ismi yoktu. Bu yüzden sadece beyaz gömleğinin altındaki sütyene sıkıştırmış olduğu çirkin göğüslerine 2 saniye bakmak zorunda kaldım.
“Buyurun nasıl yardımcı olabilirim?”
Siyahilere acı çektiren beyazların olduğu bir dünya’da siyahiler beyazlara siyahilerden daha çok saygı gösteriyordu. Bazen renginizden dolayı bile şanslı olabiliyordunuz biraz karışık ve fazla adaletsiz olduğunun farkındayım fakat ne yapabilirdim?
Bu kez adım sanki yıllardır Teodor’muş gibi konuşmaya başladım.
“Tacari’nin özel durumu için geldim. Onun yerine. Müdürünüze haber verebilir misiniz?”
Kız özel durumu duyunca meraklandı.
“Özel durum mu? Ne özel durumu?”
Kıza cevap verme zorunluluğum yoktu fakat dikkat çekmemek için bu kısa işkenceyi yaşayıp oldukça normal bir insanmış gibi konuşmam gerekiyordu.
“Bir sakatlık yaşamış. Evinden çıkarken halıya takılıp yüz üstü düşmüş. Burnunu kırmış .”
Halıya sürekli takılan bendim. Bir nevi bana olması gerekeni Tacari’ye yaşatmıştım kabul ediyorum kötü bir kurgu fakat bir masörden de şiir yazmasını bekleyemezsiniz.
“Durumu nasıl?”
“İyi. Bu sabah uğradım ona. Yarın öbür gün aranıza katılır. Müdürünüze haber verir misiniz? Sanırım bugün önemli bir müşteriniz varmış Tacari biraz bahsetmişti.”
“Bay Safwat tabi ya. Onu tamamen unutmuşum bir saniye ben çağırayım.”
İşine aşık birisi daha. Unutmakta haklıydı. Safwat gibi çirkin birini kim hatırlamak isterdi?  Belkide sıkıntı Safwat değil direk çalıştığı işti. Afrika’da insanların hayal kurması beklide özgürce yapabildikleri tek şey. Fakat hayallerin bazıları biraz olsun örnekler ve gerçeklikle beslenir. Bu kıtada bahsettiklerim o kadar olmuyordu ki insanlar hayal kurmayı bile unutmuş ‘Nasıl hayatta kalırım? Nasıl karnım doyar?’ diye düşünmekten başka bir şeye kafa yoramamış olmuşlardır. Bu özellikte birilerini tanıyor musunuz? Evet, sana soruyorum  bahse varım ki evde beslediğin kedin yada köpeğin bu insanlardan daha şanslı. Belki bu özellikte birilerini tanımıyorsundur da ben hatırlatayım ‘Hayvanlar’ Afrika’da insanlar doğanın parçası olan hayvanlar ile aynı haklara sahipti. Ne azı nede fazlası.  Bu senin suçun değil. Evde beslediğin kedinin de suçu değil. Bu diğerlerinin suçu. Bu bazılarının inandığı tanrıların suçu. Bu bazılarının aç gözlülüğünün, caniliğin, ve egoizmin suçu.
Kız yanında takım elbiseli kel bir zenci ile geri döndü. Zenci oldukça resmi görünüyordu fakat konuşmaya başladığında müdürlüğün çalışanlara karşı vermiş olduğu ‘ezme’ hakkını kullanacaktı.
“Teodor sen misin?”
Yine adım sanki yıllardır Teodor’muş gibi cevap verdim.
“Evet benim. Memnun oldum bay..?” Elimi uzattım ve beklediğim tepkiyi aldım
“Müdür bey. Hepsi bu. Umarım Tacari’nin bahsettiği kadar iyisindir o yalancı herifin maaşından bugünü keseceğimden emin olabilir.”
“Sizi yüzüstü bırakmayacağım Müdür Bey”
“Çabuk öğreniyorsun Teodor. Bir beyaz olduğun için burada elini kolunu sallayarak istediğin şekilde dolaşamayacağını unutma. Tacari buradaki en profesyonel masör bakarsın onun yerine seni alırım. Tabi çıkaracağın işte önemli.”
Müdür zeki biri olduğunu sanıyordu ve kendi çapında öyleydi. Lagos’un merkezinde usta bir masör hemde beyaz. Bu çok ilgi çekici olabilirdi. Fakat müdür denilen hergeleyi takmak istemiyordum yeterince konuşmuştuk.
“Emin olun beni çalıştırmak istemezsiniz.”
“Ne o yoksa infazcı mısın?” bu espirinin ardından inanmayacaksınız ama müdür kahkahayı bıraktı. Yanındaki kızda müdüre yaptığı ‘mecburi yalakalıktan dolayı’ gülmek zorunda kaldı. Benimde bozuntuya vermemem gerekiyordu. Aman tanrım. Adamın iç güdüsü ve sezintileri resmen gerzekliğinde saklıydı. Bu yaşa kadar kendisini keşfedememiş birisiydi ve bu beklide en büyük dram filmlerinden bir tanesiydi.
“Tacari şanslıymış sizin gibi neşeli bir müdür ile çalışıyor”
“Bu kadar muhabbet yeter. Müşterin Spa Salonumuzun daimi ve en yağlı müşterisidir o yüzden senden sakso çekmeni dahi istese sesini çıkarmayıp dizlerinin üzerine çökeceksin ve memnuniyetle adamın büyük aletini yalayacaksın. Anlaşıldı mı?”
Kabaydı fakat oldukça netti. “Anlaşıldı” dedim ismi aynı Teodor olan mükemmel güler yüzlü bir masörün yapması gerektiği gibi.
Özel misafirler için hazırlanmış masaj odasına girdim. İçeri girerken telefonumu da geçirdim elbette. Dikkatimi hemen çıkışlara veriyordum ve içeri girmeden dışarıda duran kapı kolunun altındaki kilit dikkatimi çekti. İçeri girdiğimde ise kapının sadece dışarıdan kilitlenebildiğini öğrendim. Kıyafet konusuna gelecek olursa  tabi yapacağım işe mavi renkli doktorlarınkine benzeyen paçavralar  vardı. Bir kasap gibi ilk kez bir canlı öldürürken önlük takacaktım. Perde ile ayrılmış masaj ekipmanlarının olduğu yere geldim. Birçok yağ ve kimyasalları kapsayan şişeler bulunuyordu. Fakat kesici bir alet yoktu bu da benim için eksiydi ve kan işi yaş gibi görünüyordu bu biraz keyfimi kaçırmıştı. Kıyafetlerimi giyindim perdenin arkasındaki küçük tabureye oturup bir şeyler düşünüyordum. Titreşimli birçok alet vardı fakat hepsinin kablosuz olması sıkıntıya düşürmüştü beni.Elbette boğazından sıkıp onu öldürebilirdim ancak fotoğrafını çekecektim ve  gözleri kapalı şekilde çıkması Ahad’ı tatmin etmeyecekti. Bir anda gözlerim kimyasalların olduğu şişelere takıldı bu sırada iki adam içeriye girdi. İkiside güzel giyimli fakat oldukça kapalardı. Beni ayağa kaldırıp hiçbir şey demeden aramaya başladılar. Beni arama işleri bittikten sonra tüm elektronik eşyaları götürüp odadan ayrıldılar. Bunlar kesinlikle Safwat’ın adamlarıydı ve bu da demek oluyordu ki kurbanım gelmişti.Yaklaşık iki dakika sonra içeriye 1.80 boylarında 200 kilo civarı top sakallı kel bir zenci içeriye girdi. Bana yüz vermeden kıyafetlerini sanki odada tek başınaymışçasına çıkardı. Çırılçıplak şekilde karşımdaydı ve düzeltiyorum bu insan dışı yaratığı gördükten sonra bir ton olduğuna karar vermiştim.  Safwat masaj sehpasına yüz üstü uzandı. Kıçı aynı kara deliği andırıyordu. Stephen Hawking’in bu kıçı görmemiş olması onun için büyük bir kayıptı. Sonunda benimle konuştu.
“Hayatında hiç zenci aleti görmedin mi? Orada dikileceğine işe başla zaten bir beyazın vücuduma dokunmasından haz etmiyorum”
“Tabi” dedim. Perdenin arkasından hayatımda ilk kez gördüğüm kimyasallardan birkaç şişe aldım ve küçük sehpaya koydum. Aralarında gözüme çarpan ince ve uzun olan yağ şişesi de bulunuyordu. Yanına yaklaştım ve vücudundan gelen ter kokusu beni öldürecek gibiydi. Sanki 1 ton kokmuş yağ tankeri önüme konulmuştu. Ve sehpada uzanan adam kendisinin aletine hayran kaldığımı sanıyordu.
“Aslında şaşırmanızı anlıyorum. Bir beyaz olsam buna bende içerlenirdim.”
“Neye efendim?”
“Boş ver. Hadi bana bir beyaz aleti görüp görmediğimi sor.” Konu gittikçe ilginç bir hal alıyordu.
“Hiçbir beyazın aletini gördünüz mü efendim?”
“Hayır. Çıplak birçok beyaz erkek gördüm fakat o kadar küçüklerdi ki göremedim.”
Safwat büyük bir kahkaha bıraktı. Evet, kocaman bir kahkaha. Muhabbetin iğrençliği yetmezmiş gibi iğrenç espirilerinin üzerine birde dayanılmaz kahkahasını çekiyordum.  Elimdeki şişenin kapağını açtım ve tüm sırtında yağı gezdirdim.
“Ne o neden dokunmuyorsun? Tacari her zaman dokunurdu. Müdürün bana adının Teodor olduğunu söyledi. İsminiz gibi işiniz de boktan mı yoksa?”
“Herkesin farklı bir tarzı vardır efendim.”
“Unutma Teodor. Bir beyaz adamın güçlü bir zencinin yanında kredisi azdır ve yanımda beceriksizliğin büyük bir cezası vardır.”
“Bana güvenebilirsiniz.”
Elbette bu işten hiçbir bok anlamıyordum ama ona dokunmak gibi bir şey de söz konusu olamazdı. Ne hissedersiniz bilmiyorum fakat bir tonluk bir silah satıcısı çıplak şekilde önümde yatıyordu. Artık daha fazla beklememin yada bu işkenceye dayanmamın bir anlamı yoktu. Eğer profesyonel bir insansanız ve işinizi severek yapıyorsanız kısıtlı imkanlarda dahi bir çıkış yolu mutlaka bulursunuz. Öncelikle kalın ensesine dirseğimle sert bir vuruş yaptım. Görmediğim yüzü neye uğradığını anlamamış şekilde yarı baygın kalması gerekiyordu. Adımlarımı normal şekilde atarak elime gözüme kestirmiş olduğum ince yağ şişesini aldım ve Safwat’ın başucuna geldim. Sanki bir ayıya en acımasız avcıların yaptığı gibi ilk başta uyuşturan mermilerden atmıştım. İçten içe inliyordu fakat sesini fazla çıkaramıyordu. Yine de bilinci yerindeydi iddiasına girerim şuan içinden geçen tüm küfürleri sayıştırıyordu. Ağzını açıp elimdeki şişeyi soluk borusuna sıkıştırmaya başladım.  İşin en zor kısmı bu olacaktı insan ne durumda olursa olsun nefesi kesildiğinde mutlaka buna tepki verir ve çırpınırdı. Safwat’da onu yapmaya çalışıyordu fakat yüzüstü yatmıştı ve iki yüz kiloydu bu çırpınış ona pek bir yarar sağlamıyordu. Tüm gücümle plastik şişeyi soluk borusuna doğru ittiriyordum. En sonunda bunu ellerim ile başaramayacağımı anlamıştım. Safwat’a da söylemem gereken birkaç şey vardı.
“Kusura bakmayın boğazınıza sığacak büyük bir aletim olmadığı için bu plastik şişe ile idare edin.”
Bu söylediklerimi elbet duymuştu ama şuan bunu takacak durumda değildi. Yavaş yavaş gözleri kırmızılaşıp pörtlüyor tüm suratı morarıyordu. Şişenin kıç tarafı hala ağzında gözüküyordu Biraz geriye çekilip tüm gücüm ile ağzının ortasına sert bir tekme attım. Bu tekmenin ardından şişe tam olarak soluk borusunu kapatmış bununla birkaç dişide kırılmıştı. Ağzından gelen kanın sebebi dişleri olmuştu. Çırpınan elleri ve vücudu artık titremeye başlamıştı. Elleri havada şekilde titriyordu ve gözleri daha da kızarıyordu. Simsiyah suratı mosmor kesilmişti ve saniyelerin ardından titreme durmuş elleri düşmüştü. Bu dünya’dan 200 kiloluk bir silah tüccarı daha silinmişti. Bana göre ise sadece adı bile hatırlanmayacak bir cesetten farksızdı. Telefonu çıkarıp kamerasını açtım
“Gülümseyin Bay Safwat bu dünya’daki son pozunuz.”
Anlık olarak Safwat’ın bu dünya’daki en yakışıklı pozunu çekip Ahad’da göndermiştim. Geriye dışarıdaki iki adamdan kurtulmak kalmıştı. İkisini elbette alt edebilirdim fakat yumrul yiyeceğim belliydi ve bundan hoşlanmıyordum. Kapıyı tüm hıncımla açıp yakında bekleyen iki aptala seslendim
“Baylar! Baylar! Safwat! Safwat’a bir şeyler oldu!” Bu durumda kullandığınız kelimeler önemli değildir. Bu adamlar Safwat’ı tanrıları olarak görüyor ve yüksek sesle ‘Safwat’ ismini duymaları telaşlanmaları için yeterliydi. Araya tekerleme dahi koysam umurlarında olmazdı çünkü onları harekete geçiren sihirli ismi çoktan söylemiştim. Safwat bu adamların belkide karınlarını doyurmuş bazılarını tehdit etmiş bazılarının ise hayatını kurtarmıştı. Afrika’da inanılan tanrılar muhakkak vardır fakat geneli karnını doyuranlara tapar. Bazı kesimlerde de adalet sistemi böyle işlerdi. Bir bencil adam yüz sadık adamı yanında tutmak için türlü pisliği ve boşluğu denerdi. Dürüst insanların genel olarak ekmeğe muhtaç olması bencil ve güçlü insanların ellerini daha fazla güçlendiriyordu. Belkide diyebilirsiniz 21. Yüzyılda insan gücü mü kaldı diye fakat burası Afrika’ydı ve burada yüzyılların pek önemi yoktu. Aslında hiçbir şeyleri olmayan bu iki adamın da yüzyıllar umurlarında değildi. Belki de demokrasi adalet gibi kavramların halk hikayesi olduğunu düşünüyorlardı. Kendilerini üç kuruş paraya çalıştıran bir insan için belkide eşlerinden daha çok telaşlanıyorlardı bu da onları aptal durumuna düşürüyordu. Yanımdan geçerken rüzgarları ile üşümem dahi söz konusu olabilirdi. İki adam içeri girer girmez sakin bir şekilde kapıyı kapatıp girişte gözüme takılan ve sadece dıştan kilitlenen kapının çelik dilini çevirerek iki aptalı kısa süreliğine de olsa içeride bırakmıştım. Tabi zamanım azdı önce adamı uyandırmaya çalışacaklar ardından şaşkınlıklarını üstlerinden atıp kapıyı zorlayıp en sonunda açamayınca silahlarını kullanarak dışarıya çıkacaklardı. Üzerimde masör kıyafetleri ile büyük bir soğukkanlılık ve hızlı adımlarla kapıya doğru yürümeye başladım. O an hiç kimse umurumda değildi ve acaba Ahad bana cevap verecek miydi diye düşünüyordum. Doğru düzgün telefon kullanmazdım ve beni rahatsız edenlerden pek hoşlanmıyordum.  Özellikle kulaklarımda çınlanan dijital aptal bir ses yada beni sürekli telaşa sokacak olan bir titreşim.
İçeride gerçekleşen aksiyon yüzünden herkes bir anda telaşa kapılmıştı. Müşterileri karşılayan kız bile yanından geçmeme rağmen beni fark etmemişti. Herkesin aklı buraya her hafta yüzlerce naira kazandıran bir tonluk çirkin bir siyahta olması benim işime geliyordu.
Kapıdan çıkar çıkmaz adımlarımı boş verip koşmaya başladım. Arabam yakındaydı ve anahtarlarını üzerinde bırakmam benim için avantajdı. Aklıma gelmeyen ve kesinlikle atladığım şey milyonlarca fakirin olduğu bir ülkede arabanızı gündüz ortası bir yere anahtarı ile bırakmamanızdır. Bu küçük hata bana pahalıya mal olabilirdi. Peki ya kaçırdılarsa? O zaman ne yapardım? Nereye kaçardım? B planım var mıydı? B planı mı? Neyim ben askeri bir ordu mu yoksa FBI mı? Peki ya sigaram? O da orada kalmıştı ve eğer arabam çalınmışsa bir yerlerde nefes alıp isyan ederken sigara yakmayı isteyecektim fakat arabamın içinde gittiği için istediğim sigaramı yakıp isyan edemeyecektim! Ne çok düşündüm öyle! Ben böyle düşünürken hemen iki sıra geride park ettiğim Wrangler’ımı gördüm ve bu koşuşturmada arabamı içimden övmeyi ihmal etmedim.  Arabamın kapısını açıp anahtarı çevirdim. Yine ikinci denememde çalışarak beni yanılgıya uğratmamıştı. Biraz anarya gelip lastik yakmayı ihmal etmeden gazı k kökledim. Dikiz aynasından arkama baktım ve az önce çıktığım kapıdan o iki aptalın çıkıp etrafına bakındığını görsem de artık onlar için çok geçti.  Aptalların patronları artık ölüydü ve Spa Salonunun sahibi haftada yüzlerce naira kaybetmişti. Tacari ise işinden olacak ve polis tarafından sorguya çekilecekti. Beni tanımıyordu sadece yüzümün hatlarını söyleyebilirdi hem yakalansam dahi hükümet ile içli dışlı olan ve tehdit ettiğimde mutlaka bana yardımıma koşacak müşterim Ahad vardı.
 Az önce yokluğundan endişe ettiğim sigaralarımdan bir tanesini dudağıma yerleştirip yaktım. Bu sırada o nefret ettiğim dijital seslerden biri geldi ve bu Ahad’dan başkası olamazdı. Telefonun mesaj kutusuna baktım ve onay veren bir parmak simgesi vardı. İki gündür iki yüz kiloluk bir silah satıcısını öldürmek için çabalıyor en sonunda emelime ulaşıp ona bunun fotoğrafını gönderiyordum fakat o bana sadece bir parmak ile yanıt veriyordu. Telefonun simgelerinde uzunca süre orta parmak arasam da bulamadığım için cevap vermedim.
Kırmızı ışıkta beklerken etrafa bakındım. Hemen caddenin köşesinde ihtiyarın biri iki çocuğu azarlayıp kafalarına vuruyor ve ceplerini kontrol ediyordu. Bu karedekilerin üzerinde eski püskü paçavralardan bulunuyordu. Muhakkak dilenci adam ya dilenci çocukların parasını gasp ediyor ya haraç istiyor yada onların babası olarak tahsilat istiyordu. Fakat çocukların bakışlarına göre ceplerinde bu saydıklarımı dolduracak hiçbir şey bulunmuyordu. Yeşil ışık yandı ve yoluma devam ettim.

Hızımı düşürdüm elbette sakin sakin seyir halinde giderken çocuklar aklıma geldi. Arabayı kenara çekip yanlarına gidemez miydim? Elbette giderdim. Çocukların ceplerine birkaç naira sıkıştırıp dilenci adamın tüm dişlerini dökerek küçük çapta bir halk kahramanı olabilirdim. Ama neden yapayım? Kahraman olmak istememem miydi sıkıntı? Yoksa sadece kendi işine bakan bencil bir adam olduğum için mi? Evet ben insanların kendi işlerine bakmasını isterdim ama Afrika’da olmama rağmen düşünmediğim olay ‘Adalet’ kavramıydı. Evet, yine bu aptal kavram. Bazıları şanslı doğabilirdi bazıları ise o kadar şanslı olmayabilirdi Küçük bir çocuk kendisini nasıl koruyabilirdi ki hem? Onu koruyacak polisler ve bu kendini satmış devlet varken neden ben korumalıydım? Aklımdan bu fikirler geçse de bir türlü içime sığdıramadığım kendimi bir türlü aklayamadığım soruşturma içerisine girdim. Ne yaparsam yapayım kaç tane jüriye rüşvet verirsem vereyim bir türlü beraat edemiyordum. Hakim sürekli beni suçlu buluyor karşının avukatı benim milyon dolarlar saçtığım avukatı ekarte ediyordu. Sahi ne işe yarardı bu avukatlar? Yüzde yüz suçlu olsanız bile neden sizi kurtaracaklarını düşünürler? Kahramanlık mı? Kesinlikle hayır. Avukatların avukat olmasının sebebi benim o iki çocuğa yardım etmemem ile aynıydı. Herkes kedisi için yaşıyor bu dünyada ve her zaman böyle devam edecek. Herkes demişken mutlak bir çoğunluktan bahsetmiyorum. Dünya’da elbette kahraman olmak için okuyan avukatlar ve bir çocuğun gözyaşını dindirmek için uğraşan küçük halk kahramanları vardı. Ama onlar toplansa dahi bu bencil insanları yenemezlerdi. Bu yüzden iyi insanlar her zaman kaybediyordu. Bunları ikinci şeride geçerken düşünürken bir anda bir filozof değil tam anlamı ile kiralık bir katil olduğumu anımsamam ile düşüncelerimden kurtulup Chris Rea dinlemeye devam ettim. Ne diyorduk ? Evet The road to hell.. 

Wattpad için tıklayın



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder