Safwat ile masaj randevum öğle saatlerindeydi. Biraz
tembellik yapıp şehir merkezindeki spa salonuna doğru yola koyuldum. Safwat
yıllardır olduğu gibi vücuduna başka elleri dokundurarak rahatlayıp huzur
bulmayı planlıyordu. Belki de tüm hafta çektiği stresi atabildiği tek şey bu masajdı. Bende iyi
niyetli bir insan olarak onu tamamen huzura erdirmeyi ve bir daha stresle
uğraşmamasını planlıyordum. Biraz daha zorlasam iyi bir insan olduğuma beş dakikalığına
da olsa ikna olacaktım. Dünya Safwat gibi hayatın birçok zorluğunu gördüğünü
sanan ve babası sayesinde bir yerlere gelen lüks düşkünü bireyler ile dolu.
Hayatları boyunca birçok zorluktan ailesi ve çevresi tarafından kurtarılmış
hissettirilmiş insanlar. Bu bireyler oldukça şanslı kişilerdir tabi bu şans
etrafındaki insanların yok olmaları ile riske girebilecek türden mini bir kumar
da olsa potansiyelini bilmeden büyük işlere bulaşan insanlarda ölümle
sonuçlanabiliyordu. Safwat eğer potansiyeli olan bir adam olsaydı Ahad’dan önce
beni tutmak onun aklına gelirdi. Size biraz Safwat gibi ailelerinin ve
çevresinin biriciklerini anlatayım; Yaşamları boyunca her zorluktan kaçırılmış
ve her konuda çevresi tarafından mükemmel olduğuna inandırılmış bu bireyler bir
süre kendilerini tanrı gibi hissederler. Onlara göre kendileri farklıdır. Her
açıdan diğer insanları kullanabilecekleri ve kendilerinden güçlü insanların çok
az olduğunu sanarlar. Bazıları biraz daha zekidir ve nerede duracağını bilir.
Bazıları ise Safwat gibi hiç gözü açılmadan en iyisi olduğuna inandırılmıştır.
Bazıları üniversite okur bazıları lise. Bazıları mükemmel olmadığını burada
anlar. Bazıları ise anlamamak için at gözlüklerini takar. Ve bir sandalye
bulur. Evet sandalye. Sonra bir tane daha bulur. İkisini üst üste koyar ve en
üste oturur. Bay Safwat kral Safwat. Lord Safwat. Kulaklarında hep bu çınlamayı
duyar ve tatmin olur. Fakat iki katlı sandalyesinde otururken at gözlükleri
yüzünden aşağıya bakmaz. Tabi bu duruma biraz da aşağıdakilerin varlıklı
insanları tanrı gibi görüp türlü yalakalıklar yapması etken oluyor. Lafı fazla
uzatmadan ‘Dostoyevski’nin söze girdiği gibi gireceğim ‘Baylar’ ‘Evet baylar!
Oyun bitti. Burası gerçek dünya ve hepiniz beyaz adamın birer kurbanı oldunuz.
Sandalyelerinizi ayaklarını kestim ve o at gözlüğü yüzünden beni göremediğiniz
için boynunuzu vurdum!’ Burası gerçek dünya ve burada ölüm var burada zekâ var
ve burada mutlaka sizden daha cani insanlar var. Gözlerinizi açın hiç biriniz
mükemmel değilsiniz ve konu Azrail olunca hepiniz aynı haklara sahip birer
cesetsiniz.
Arabadan inip çözülmüş olan ayakkabı bağcıklarımı bağladım.
Sanki adım Teodor’muş gibi yürümeye başladım. Büyük bir cam kapıdan içeriye
girip bir görevli ile konuşmaya başladım. Görevli kadının göğüslerinin bir ismi
yoktu. Bu yüzden sadece beyaz gömleğinin altındaki sütyene sıkıştırmış olduğu
çirkin göğüslerine 2 saniye bakmak zorunda kaldım.
“Buyurun nasıl yardımcı olabilirim?”
Siyahilere acı çektiren beyazların olduğu bir dünya’da
siyahiler beyazlara siyahilerden daha çok saygı gösteriyordu. Bazen renginizden
dolayı bile şanslı olabiliyordunuz biraz karışık ve fazla adaletsiz olduğunun
farkındayım fakat ne yapabilirdim?
Bu kez adım sanki yıllardır Teodor’muş gibi konuşmaya
başladım.
“Tacari’nin özel durumu için geldim. Onun yerine. Müdürünüze
haber verebilir misiniz?”
Kız özel durumu duyunca meraklandı.
“Özel durum mu? Ne özel durumu?”
Kıza cevap verme zorunluluğum yoktu fakat dikkat çekmemek
için bu kısa işkenceyi yaşayıp oldukça normal bir insanmış gibi konuşmam
gerekiyordu.
“Bir sakatlık yaşamış. Evinden çıkarken halıya takılıp yüz
üstü düşmüş. Burnunu kırmış .”
Halıya sürekli takılan bendim. Bir nevi bana olması gerekeni
Tacari’ye yaşatmıştım kabul ediyorum kötü bir kurgu fakat bir masörden de şiir
yazmasını bekleyemezsiniz.
“Durumu nasıl?”
“İyi. Bu sabah uğradım ona. Yarın öbür gün aranıza katılır.
Müdürünüze haber verir misiniz? Sanırım bugün önemli bir müşteriniz varmış
Tacari biraz bahsetmişti.”
“Bay Safwat tabi ya. Onu tamamen unutmuşum bir saniye ben
çağırayım.”
İşine aşık birisi daha. Unutmakta haklıydı. Safwat gibi
çirkin birini kim hatırlamak isterdi?
Belkide sıkıntı Safwat değil direk çalıştığı işti. Afrika’da insanların
hayal kurması beklide özgürce yapabildikleri tek şey. Fakat hayallerin bazıları
biraz olsun örnekler ve gerçeklikle beslenir. Bu kıtada bahsettiklerim o kadar
olmuyordu ki insanlar hayal kurmayı bile unutmuş ‘Nasıl hayatta kalırım? Nasıl
karnım doyar?’ diye düşünmekten başka bir şeye kafa yoramamış olmuşlardır. Bu
özellikte birilerini tanıyor musunuz? Evet, sana soruyorum bahse varım ki evde beslediğin kedin yada
köpeğin bu insanlardan daha şanslı. Belki bu özellikte birilerini
tanımıyorsundur da ben hatırlatayım ‘Hayvanlar’ Afrika’da insanlar doğanın
parçası olan hayvanlar ile aynı haklara sahipti. Ne azı nede fazlası. Bu senin suçun değil. Evde beslediğin kedinin
de suçu değil. Bu diğerlerinin suçu. Bu bazılarının inandığı tanrıların suçu.
Bu bazılarının aç gözlülüğünün, caniliğin, ve egoizmin suçu.
Kız yanında takım elbiseli kel bir zenci ile geri döndü.
Zenci oldukça resmi görünüyordu fakat konuşmaya başladığında müdürlüğün
çalışanlara karşı vermiş olduğu ‘ezme’ hakkını kullanacaktı.
“Teodor sen misin?”
Yine adım sanki yıllardır Teodor’muş gibi cevap verdim.
“Evet benim. Memnun oldum bay..?” Elimi uzattım ve
beklediğim tepkiyi aldım
“Müdür bey. Hepsi bu. Umarım Tacari’nin bahsettiği kadar
iyisindir o yalancı herifin maaşından bugünü keseceğimden emin olabilir.”
“Sizi yüzüstü bırakmayacağım Müdür Bey”
“Çabuk öğreniyorsun Teodor. Bir beyaz olduğun için burada
elini kolunu sallayarak istediğin şekilde dolaşamayacağını unutma. Tacari
buradaki en profesyonel masör bakarsın onun yerine seni alırım. Tabi
çıkaracağın işte önemli.”
Müdür zeki biri olduğunu sanıyordu ve kendi çapında öyleydi.
Lagos’un merkezinde usta bir masör hemde beyaz. Bu çok ilgi çekici olabilirdi.
Fakat müdür denilen hergeleyi takmak istemiyordum yeterince konuşmuştuk.
“Emin olun beni çalıştırmak istemezsiniz.”
“Ne o yoksa infazcı mısın?” bu espirinin ardından
inanmayacaksınız ama müdür kahkahayı bıraktı. Yanındaki kızda müdüre yaptığı
‘mecburi yalakalıktan dolayı’ gülmek zorunda kaldı. Benimde bozuntuya vermemem
gerekiyordu. Aman tanrım. Adamın iç güdüsü ve sezintileri resmen gerzekliğinde
saklıydı. Bu yaşa kadar kendisini keşfedememiş birisiydi ve bu beklide en büyük
dram filmlerinden bir tanesiydi.
“Tacari şanslıymış sizin gibi neşeli bir müdür ile
çalışıyor”
“Bu kadar muhabbet yeter. Müşterin Spa Salonumuzun daimi ve
en yağlı müşterisidir o yüzden senden sakso çekmeni dahi istese sesini
çıkarmayıp dizlerinin üzerine çökeceksin ve memnuniyetle adamın büyük aletini
yalayacaksın. Anlaşıldı mı?”
Kabaydı fakat oldukça netti. “Anlaşıldı” dedim ismi aynı
Teodor olan mükemmel güler yüzlü bir masörün yapması gerektiği gibi.
Özel misafirler için hazırlanmış masaj odasına girdim. İçeri
girerken telefonumu da geçirdim elbette. Dikkatimi hemen çıkışlara veriyordum
ve içeri girmeden dışarıda duran kapı kolunun altındaki kilit dikkatimi çekti.
İçeri girdiğimde ise kapının sadece dışarıdan kilitlenebildiğini öğrendim.
Kıyafet konusuna gelecek olursa tabi
yapacağım işe mavi renkli doktorlarınkine benzeyen paçavralar vardı. Bir kasap gibi ilk kez bir canlı
öldürürken önlük takacaktım. Perde ile ayrılmış masaj ekipmanlarının olduğu
yere geldim. Birçok yağ ve kimyasalları kapsayan şişeler bulunuyordu. Fakat
kesici bir alet yoktu bu da benim için eksiydi ve kan işi yaş gibi görünüyordu
bu biraz keyfimi kaçırmıştı. Kıyafetlerimi giyindim perdenin arkasındaki küçük
tabureye oturup bir şeyler düşünüyordum. Titreşimli birçok alet vardı fakat
hepsinin kablosuz olması sıkıntıya düşürmüştü beni.Elbette boğazından sıkıp onu
öldürebilirdim ancak fotoğrafını çekecektim ve
gözleri kapalı şekilde çıkması Ahad’ı tatmin etmeyecekti. Bir anda
gözlerim kimyasalların olduğu şişelere takıldı bu sırada iki adam içeriye
girdi. İkiside güzel giyimli fakat oldukça kapalardı. Beni ayağa kaldırıp
hiçbir şey demeden aramaya başladılar. Beni arama işleri bittikten sonra tüm
elektronik eşyaları götürüp odadan ayrıldılar. Bunlar kesinlikle Safwat’ın
adamlarıydı ve bu da demek oluyordu ki kurbanım gelmişti.Yaklaşık iki dakika
sonra içeriye 1.80 boylarında 200 kilo civarı top sakallı kel bir zenci içeriye
girdi. Bana yüz vermeden kıyafetlerini sanki odada tek başınaymışçasına
çıkardı. Çırılçıplak şekilde karşımdaydı ve düzeltiyorum bu insan dışı yaratığı
gördükten sonra bir ton olduğuna karar vermiştim. Safwat masaj sehpasına yüz üstü uzandı. Kıçı
aynı kara deliği andırıyordu. Stephen Hawking’in bu kıçı görmemiş olması onun
için büyük bir kayıptı. Sonunda benimle konuştu.
“Hayatında hiç zenci aleti görmedin mi? Orada dikileceğine
işe başla zaten bir beyazın vücuduma dokunmasından haz etmiyorum”
“Tabi” dedim. Perdenin arkasından hayatımda ilk kez gördüğüm
kimyasallardan birkaç şişe aldım ve küçük sehpaya koydum. Aralarında gözüme
çarpan ince ve uzun olan yağ şişesi de bulunuyordu. Yanına yaklaştım ve
vücudundan gelen ter kokusu beni öldürecek gibiydi. Sanki 1 ton kokmuş yağ
tankeri önüme konulmuştu. Ve sehpada uzanan adam kendisinin aletine hayran
kaldığımı sanıyordu.
“Aslında şaşırmanızı anlıyorum. Bir beyaz olsam buna bende
içerlenirdim.”
“Neye efendim?”
“Boş ver. Hadi bana bir beyaz aleti görüp görmediğimi sor.”
Konu gittikçe ilginç bir hal alıyordu.
“Hiçbir beyazın aletini gördünüz mü efendim?”
“Hayır. Çıplak birçok beyaz erkek gördüm fakat o kadar
küçüklerdi ki göremedim.”
Safwat büyük bir kahkaha bıraktı. Evet, kocaman bir kahkaha.
Muhabbetin iğrençliği yetmezmiş gibi iğrenç espirilerinin üzerine birde
dayanılmaz kahkahasını çekiyordum. Elimdeki şişenin kapağını açtım ve tüm
sırtında yağı gezdirdim.
“Ne o neden dokunmuyorsun? Tacari her zaman dokunurdu.
Müdürün bana adının Teodor olduğunu söyledi. İsminiz gibi işiniz de boktan mı
yoksa?”
“Herkesin farklı bir tarzı vardır efendim.”
“Unutma Teodor. Bir beyaz adamın güçlü bir zencinin yanında
kredisi azdır ve yanımda beceriksizliğin büyük bir cezası vardır.”
“Bana güvenebilirsiniz.”
Elbette bu işten hiçbir bok anlamıyordum ama ona dokunmak
gibi bir şey de söz konusu olamazdı. Ne hissedersiniz bilmiyorum fakat bir
tonluk bir silah satıcısı çıplak şekilde önümde yatıyordu. Artık daha fazla
beklememin yada bu işkenceye dayanmamın bir anlamı yoktu. Eğer profesyonel bir
insansanız ve işinizi severek yapıyorsanız kısıtlı imkanlarda dahi bir çıkış
yolu mutlaka bulursunuz. Öncelikle kalın ensesine dirseğimle sert bir vuruş
yaptım. Görmediğim yüzü neye uğradığını anlamamış şekilde yarı baygın kalması
gerekiyordu. Adımlarımı normal şekilde atarak elime gözüme kestirmiş olduğum
ince yağ şişesini aldım ve Safwat’ın başucuna geldim. Sanki bir ayıya en
acımasız avcıların yaptığı gibi ilk başta uyuşturan mermilerden atmıştım. İçten
içe inliyordu fakat sesini fazla çıkaramıyordu. Yine de bilinci yerindeydi
iddiasına girerim şuan içinden geçen tüm küfürleri sayıştırıyordu. Ağzını açıp
elimdeki şişeyi soluk borusuna sıkıştırmaya başladım. İşin en zor kısmı bu olacaktı insan ne
durumda olursa olsun nefesi kesildiğinde mutlaka buna tepki verir ve
çırpınırdı. Safwat’da onu yapmaya çalışıyordu fakat yüzüstü yatmıştı ve iki yüz
kiloydu bu çırpınış ona pek bir yarar sağlamıyordu. Tüm gücümle plastik şişeyi
soluk borusuna doğru ittiriyordum. En sonunda bunu ellerim ile başaramayacağımı
anlamıştım. Safwat’a da söylemem gereken birkaç şey vardı.
“Kusura bakmayın boğazınıza sığacak büyük bir aletim
olmadığı için bu plastik şişe ile idare edin.”
Bu söylediklerimi elbet duymuştu ama şuan bunu takacak
durumda değildi. Yavaş yavaş gözleri kırmızılaşıp pörtlüyor tüm suratı
morarıyordu. Şişenin kıç tarafı hala ağzında gözüküyordu Biraz geriye çekilip
tüm gücüm ile ağzının ortasına sert bir tekme attım. Bu tekmenin ardından şişe
tam olarak soluk borusunu kapatmış bununla birkaç dişide kırılmıştı. Ağzından
gelen kanın sebebi dişleri olmuştu. Çırpınan elleri ve vücudu artık titremeye
başlamıştı. Elleri havada şekilde titriyordu ve gözleri daha da kızarıyordu.
Simsiyah suratı mosmor kesilmişti ve saniyelerin ardından titreme durmuş elleri
düşmüştü. Bu dünya’dan 200 kiloluk bir silah tüccarı daha silinmişti. Bana göre
ise sadece adı bile hatırlanmayacak bir cesetten farksızdı. Telefonu çıkarıp kamerasını
açtım
“Gülümseyin Bay Safwat bu dünya’daki son pozunuz.”
Anlık olarak Safwat’ın bu dünya’daki en yakışıklı pozunu
çekip Ahad’da göndermiştim. Geriye dışarıdaki iki adamdan kurtulmak kalmıştı.
İkisini elbette alt edebilirdim fakat yumrul yiyeceğim belliydi ve bundan
hoşlanmıyordum. Kapıyı tüm hıncımla açıp yakında bekleyen iki aptala seslendim
“Baylar! Baylar! Safwat! Safwat’a bir şeyler oldu!” Bu
durumda kullandığınız kelimeler önemli değildir. Bu adamlar Safwat’ı tanrıları
olarak görüyor ve yüksek sesle ‘Safwat’ ismini duymaları telaşlanmaları için
yeterliydi. Araya tekerleme dahi koysam umurlarında olmazdı çünkü onları
harekete geçiren sihirli ismi çoktan söylemiştim. Safwat bu adamların belkide
karınlarını doyurmuş bazılarını tehdit etmiş bazılarının ise hayatını
kurtarmıştı. Afrika’da inanılan tanrılar muhakkak vardır fakat geneli karnını
doyuranlara tapar. Bazı kesimlerde de adalet sistemi böyle işlerdi. Bir bencil
adam yüz sadık adamı yanında tutmak için türlü pisliği ve boşluğu denerdi.
Dürüst insanların genel olarak ekmeğe muhtaç olması bencil ve güçlü insanların
ellerini daha fazla güçlendiriyordu. Belkide diyebilirsiniz 21. Yüzyılda insan
gücü mü kaldı diye fakat burası Afrika’ydı ve burada yüzyılların pek önemi
yoktu. Aslında hiçbir şeyleri olmayan bu iki adamın da yüzyıllar umurlarında
değildi. Belki de demokrasi adalet gibi kavramların halk hikayesi olduğunu
düşünüyorlardı. Kendilerini üç kuruş paraya çalıştıran bir insan için belkide
eşlerinden daha çok telaşlanıyorlardı bu da onları aptal durumuna düşürüyordu.
Yanımdan geçerken rüzgarları ile üşümem dahi söz konusu olabilirdi. İki adam
içeri girer girmez sakin bir şekilde kapıyı kapatıp girişte gözüme takılan ve
sadece dıştan kilitlenen kapının çelik dilini çevirerek iki aptalı kısa
süreliğine de olsa içeride bırakmıştım. Tabi zamanım azdı önce adamı
uyandırmaya çalışacaklar ardından şaşkınlıklarını üstlerinden atıp kapıyı
zorlayıp en sonunda açamayınca silahlarını kullanarak dışarıya çıkacaklardı.
Üzerimde masör kıyafetleri ile büyük bir soğukkanlılık ve hızlı adımlarla
kapıya doğru yürümeye başladım. O an hiç kimse umurumda değildi ve acaba Ahad
bana cevap verecek miydi diye düşünüyordum. Doğru düzgün telefon kullanmazdım
ve beni rahatsız edenlerden pek hoşlanmıyordum.
Özellikle kulaklarımda çınlanan dijital aptal bir ses yada beni sürekli
telaşa sokacak olan bir titreşim.
İçeride gerçekleşen aksiyon yüzünden herkes bir anda telaşa
kapılmıştı. Müşterileri karşılayan kız bile yanından geçmeme rağmen beni fark
etmemişti. Herkesin aklı buraya her hafta yüzlerce naira kazandıran bir tonluk
çirkin bir siyahta olması benim işime geliyordu.
Kapıdan çıkar çıkmaz adımlarımı boş verip koşmaya başladım.
Arabam yakındaydı ve anahtarlarını üzerinde bırakmam benim için avantajdı.
Aklıma gelmeyen ve kesinlikle atladığım şey milyonlarca fakirin olduğu bir
ülkede arabanızı gündüz ortası bir yere anahtarı ile bırakmamanızdır. Bu küçük
hata bana pahalıya mal olabilirdi. Peki ya kaçırdılarsa? O zaman ne yapardım?
Nereye kaçardım? B planım var mıydı? B planı mı? Neyim ben askeri bir ordu mu
yoksa FBI mı? Peki ya sigaram? O da orada kalmıştı ve eğer arabam çalınmışsa
bir yerlerde nefes alıp isyan ederken sigara yakmayı isteyecektim fakat
arabamın içinde gittiği için istediğim sigaramı yakıp isyan edemeyecektim! Ne
çok düşündüm öyle! Ben böyle düşünürken hemen iki sıra geride park ettiğim
Wrangler’ımı gördüm ve bu koşuşturmada arabamı içimden övmeyi ihmal
etmedim. Arabamın kapısını açıp anahtarı
çevirdim. Yine ikinci denememde çalışarak beni yanılgıya uğratmamıştı. Biraz
anarya gelip lastik yakmayı ihmal etmeden gazı k kökledim. Dikiz aynasından
arkama baktım ve az önce çıktığım kapıdan o iki aptalın çıkıp etrafına
bakındığını görsem de artık onlar için çok geçti. Aptalların patronları artık ölüydü ve Spa
Salonunun sahibi haftada yüzlerce naira kaybetmişti. Tacari ise işinden olacak
ve polis tarafından sorguya çekilecekti. Beni tanımıyordu sadece yüzümün
hatlarını söyleyebilirdi hem yakalansam dahi hükümet ile içli dışlı olan ve
tehdit ettiğimde mutlaka bana yardımıma koşacak müşterim Ahad vardı.
Az önce yokluğundan
endişe ettiğim sigaralarımdan bir tanesini dudağıma yerleştirip yaktım. Bu
sırada o nefret ettiğim dijital seslerden biri geldi ve bu Ahad’dan başkası
olamazdı. Telefonun mesaj kutusuna baktım ve onay veren bir parmak simgesi
vardı. İki gündür iki yüz kiloluk bir silah satıcısını öldürmek için çabalıyor
en sonunda emelime ulaşıp ona bunun fotoğrafını gönderiyordum fakat o bana
sadece bir parmak ile yanıt veriyordu. Telefonun simgelerinde uzunca süre orta
parmak arasam da bulamadığım için cevap vermedim.
Kırmızı ışıkta beklerken etrafa bakındım. Hemen caddenin köşesinde
ihtiyarın biri iki çocuğu azarlayıp kafalarına vuruyor ve ceplerini kontrol
ediyordu. Bu karedekilerin üzerinde eski püskü paçavralardan bulunuyordu.
Muhakkak dilenci adam ya dilenci çocukların parasını gasp ediyor ya haraç
istiyor yada onların babası olarak tahsilat istiyordu. Fakat çocukların
bakışlarına göre ceplerinde bu saydıklarımı dolduracak hiçbir şey bulunmuyordu.
Yeşil ışık yandı ve yoluma devam ettim.
Hızımı düşürdüm elbette sakin sakin seyir halinde giderken
çocuklar aklıma geldi. Arabayı kenara çekip yanlarına gidemez miydim? Elbette
giderdim. Çocukların ceplerine birkaç naira sıkıştırıp dilenci adamın tüm
dişlerini dökerek küçük çapta bir halk kahramanı olabilirdim. Ama neden
yapayım? Kahraman olmak istememem miydi sıkıntı? Yoksa sadece kendi işine bakan
bencil bir adam olduğum için mi? Evet ben insanların kendi işlerine bakmasını
isterdim ama Afrika’da olmama rağmen düşünmediğim olay ‘Adalet’ kavramıydı. Evet,
yine bu aptal kavram. Bazıları şanslı doğabilirdi bazıları ise o kadar şanslı
olmayabilirdi Küçük bir çocuk kendisini nasıl koruyabilirdi ki hem? Onu
koruyacak polisler ve bu kendini satmış devlet varken neden ben korumalıydım?
Aklımdan bu fikirler geçse de bir türlü içime sığdıramadığım kendimi bir türlü
aklayamadığım soruşturma içerisine girdim. Ne yaparsam yapayım kaç tane jüriye
rüşvet verirsem vereyim bir türlü beraat edemiyordum. Hakim sürekli beni suçlu
buluyor karşının avukatı benim milyon dolarlar saçtığım avukatı ekarte
ediyordu. Sahi ne işe yarardı bu avukatlar? Yüzde yüz suçlu olsanız bile neden
sizi kurtaracaklarını düşünürler? Kahramanlık mı? Kesinlikle hayır. Avukatların
avukat olmasının sebebi benim o iki çocuğa yardım etmemem ile aynıydı. Herkes
kedisi için yaşıyor bu dünyada ve her zaman böyle devam edecek. Herkes demişken
mutlak bir çoğunluktan bahsetmiyorum. Dünya’da elbette kahraman olmak için
okuyan avukatlar ve bir çocuğun gözyaşını dindirmek için uğraşan küçük halk
kahramanları vardı. Ama onlar toplansa dahi bu bencil insanları yenemezlerdi.
Bu yüzden iyi insanlar her zaman kaybediyordu. Bunları ikinci şeride geçerken
düşünürken bir anda bir filozof değil tam anlamı ile kiralık bir katil olduğumu
anımsamam ile düşüncelerimden kurtulup Chris Rea dinlemeye devam ettim. Ne
diyorduk ? Evet The road to hell..
Wattpad için tıklayın
Wattpad için tıklayın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder