Vakit gelmişti Keyara’dan aldığım dandik sigaralardan
sonuncusunu küllüğe bastıktan sonra ayak sesleri kulağıma geliyordu. Balkonun
kapısını tıklattı ve içeriye girdi. Gözlerimin içine bakmak istiyordu fakat ben
oralı değildim korktuğunu biliyordum evet ama birine fazlasıyla umut vermek onu
kendinize bağlamanın sadece başlangıç safhasıydı. Ayağa kalkar kalkmaz tüm gün
oturmuş olmanın verdiği rahatsızlıktan ötürü vücudumun kasıldığını hissettiğim
için birkaç germe hareketi ile bundan kurtuldum. Keyara üstü giyinik şekilde
hala bana bakarken ben ona hala yüz vermiyor pantolonumu giyiniyordum. Hala
yüzüne bakmadan onunla konuşmaya başladım
“Sakin ol yapman gereken tek şey o camı açıp diğerlerine
bilgi vermek.”
“Peki ya sana içeride bir şey olursa?”
“Bir tane de sen bana vurursun olur biter. Hem belki Papp
bunun için seni ödüllendirebilir.”
Keyara’nın gözlerine saatler sonra ilk defa bakmış ve beni
karşılayan tedirgin bakışlarının kıskacına yakalanmıştım. Aklına hiç gelemeyen
bir soru vardı ‘Bu adam kimdi? Filozof gibi konuşuyor fakat burası Lagos ve
burada filozofları öldürürler. Spinoza’nın vücudu antrenmanlı bir macara karşı
koyabilecek miydi?’
İçimden yüzünü iki elimin arasına alıp şu sözleri söylemeyi
diledim‘Korkma Keyara, benim minik siyah kuşum sakın korkma. Bu dünyada beni
öldürebilecek tek kişi yine benim! Ve unutma dövüşler kol gücüyle değil zekâyla
kazanılır aynı bu hayattaki diğer kavgalar gibi. Zekâ ve biraz şans ha özgüveni
soruyorsan onu ben ilk kurbanımı öldürdükten sonra aldığım ilk oksijenlerde
buldum. Artık kanımda!’
Ancak bu sözleri söyleyecek genç bir kıza umut verecek kadar
cesur olmadığım için kendi kendime söyleyip kendi kendime onayladım. Belki
yüzündeki bakışlar tedirginlikten büyük bir özgüvene geçiş yapacaktı ancak
Keyara’nın bakışlarına ihtiyacım yoktu.
Kendisine verdiğim para dolu zarfı çantasına koyup kapıya
doğru yöneldi son kez arkasına baktı
“Dikkat et” dedi. Ses tonu küçük yaşlarda beni dışarıya
gönderirken bile gözlerimin içine bakarak tüm içtenliği ile ‘Dikkat et’ diyen
annemi hatırlatmıştı. Yıllardır bu sesi hiç duymamıştım. Kafamı iki kez onaylar
şekilde salladım ve Keyara’nın kapıdan çıkışını izlerken artık hazırlanmam
gerektiğini fark ettim.
Son olarak ayakkabılarımı bağladıktan sonra yüzümü yıkayıp havlu
ile tüm ıslaklığını alarak balkona çıktım. Balkon korkuluğundan sarkıp
aşağıdaki taş sütuna bastım. Tüm vücudum duvara yapışmış adım adım otelin
duvarında bir örümcek misali yürüyordum. Bu sırada her cephede bulunan mekânın
kendi korumalarına da görünmek istemiyordum. İki adamla baş edebilirdim fakat
bunlar ve Papp’ın adamları beni parça parça yaparlardı. Bu yüzden olabildiği
kadar işimi sessiz halletmeliydim. Dış cephesi solmuş duvarda hızlı fakat minik
adımlar ile ilerlemeye çalışırken birden ayağımın boşluğa düştüğünü hissettim
ve bununla birlikte dengem kaybolarak saçma sapan kol hareketleri yaparak
dengemi sağlamaya çalıştım. En sonunda dengemi sağlayıp yürümeye devam
ettim. Aşağıda bekleyen adamların
kafalarını görmek bende onların kafalarına tükürme isteği uyandırmıştı. Devam
ettim.. Bir adım daha, bir adım ve bir tane daha.. Kuzey cephesine geçerken
sütun devam etti. Kuzey cephesinde 6 cam vardı ve bu cepheye sadece 6 oda
düştüğünü gösteriyordu. Camlarında demir olan odanın tam altına dayandım. Artık
Papp ile aramızda sadece birkaç demir parçası ve dayanıksız bir cam
duruyordu. Pantolonumun arkasına sıkıştırdığım
bıçağı elimle yokladım hala oradaydı.
Yaklaşık 10 dakikanın arından pencereye birilerinin
dokunduğunu duydum. Demirdeki kilitle oynayan büyük ihtimalle Keyara’ydı. Bunun
işaret olduğunu düşünmedim çünkü bu bir his de olabilirdi. 30 saniye
bekledikten sonra Keyara’nın ‘Hadi başlayalım’ demesi kulaklarımı çınlattı.
Sonunda işareti almış beklediğim zaman gelmişti. Hızlı bir şekilden camdan içeriye
atladım burada doğaçlama takılmam gerekiyordu Papp her yerde olabilirdi ve ben
damdan düşer gibi içeriye dalmıştım. Elimi arkamdaki bıçağa atmadan Papp’dan
beklemediğim bir şekilde döner tekme yedim. Uzun zamandır kendi rengime yakın
birinde tekme yememiştim bu yüzden eğer tanrıya inansaydım ona şükrederdim.
‘Şükürler olsun sana İSA! Siyahlarla dolu bir cehennemde beyaz birinin
tekmesini göğsümde hissettirdiğin için!’ Tekmeyi yer yemez kendimi duvarda
hissettim. Göğsüme yediğim tekme biraz zaman sonra canımı yakacaktı ama
şimdilik sadece göğsümde bir yanma ve nefesimde kesiklik hissediyordum. Papp
durmadı ve üzerime doğru gelmeye devam etti. Sağlam bir yumruk ile işimi
bitirmeyi düşünüyordu salladığı üst üste gelen iki yumruk duvara toslamıştı.
Kafamı eğip arkasına çabuk bir hareketle geçip kıç ve belini bağlayan bölgeye
dirseğimle sert bir darbe vurdum bu kez duvara yapışan yüzüstü şekilde Papp
olmuştu. Gözüm bir anda kızlara en çokta
Keyara’ya kaymış korkulu gözlerini görmüştüm o an korku dolu bakışları bir iki
saniyeliğine de olsa beni ortamdan koparmaya yetmişti. 2 saniyelik uykumdan beni Papp’dan gelen
kroşeler uyandırmıştı. Sağdan ve soldan yediğim iki kroşenin altından karnıma
iki yumruk aldım. En sonunda karın boşluğuma aldığım bir tekme ile yatağın öbür
tarafına kısa mesafeli bir uçuş gerçekleştirmiştim. ‘Dikkat!’ bir anlık dikkat
kayması benim ölümümü hazırlayacaktı. Ayağa kalkmaya çalışırken Papp’ın sarışın
keçi sakalının üzerinden güldüğünü gördüm. Belki yüzündeki bu iğrenç ifadesi
olmasa ona yakışıklı da diyebilirdim ancak sapsarı olması midemi
bulandırıyordu. Tam ayağa kalkarken suratıma tekme vuracakken kafamı hızlı bir
şekilde atış pozisyonundan alıp kendimi geriye ittim. Papp biraz savrulurken
ayağa kalktım bu sefer soldan karaciğerime doğru sert bir tekme aldım tekmeye
karşılık olarak bir kroşe versem de dirseği ile bir boksör edası ile savunmayı
başarmıştı bu adam gerçekten iyiydi. Geriye attım yine kendimi komidinin
üzerindeki ankesörlü telefona uzanıp kablosu ile yerinden söktüm. Papp’dan
gelen bir yumruğu bu sefer kablonun arasına sarmaya çalıştım. İlk etapta kolu
kabloya sıkışsa da kendisini geri itip sağımdan sert bir tekme daha denedi ve
ben yine o tekmeyi yedim. Bu kez o sert tekmesini ona geri vermemekte
kararlıydım. Tekmesini ciğerlerimde kolumla birlikte sıkıştırdım ve ayağından
bedenini kendime kendime çekip diz kapağına direğim ile oldukça sert bir vuruş
yaptım. Papp’ın gülümseyen yüzü acıyla şaşkınlık karışımı bir duygusal hale
bürünmüştü.
Durmaya niyetim yoktu dirseğim ile bu kez suratına sert bir
darbe vurdum o iğrenç suratını dirseğim ile kutsamıştım. Ayakta zor duran Papp’ı hemen öldürme gibi
bir niyetim yoktu. Aslında avantajsız ve amatör durumda olan bendim Papp istese
bir seslenişte içeriye hemen kapısında bekleyen iki adamı yığabilirdi ama o
egosu yüzünden beni yenebileceğini sandı ve bunu az kalsın başarıyordu.
Sallanan bedeninden sol kolunu havaya kaldırdım ve tüm gücümle koltuklaltına
dirseğim ile sert bir darbe vurdum. Artık omuzu yerinden çıkmıştı. Aynı işlemi
sağ koluna da gerçekleştirdiğim de Papp ıkınmaya başladı ve artık benimdi.
Kollarının acısından kendini yatağa atan Papp çığlık atmak istiyordu fakat
sanki göğsüne acıdan bir şeyler doluyordu ve istese de sesini çıkaramıyordu.
Beyaz iğrenç suratı kırmızıya boyanmıştı. Pantolonumun arkasına yerleştirdiğim
bıçağı aldım Papp’ın sarı saçlarını kavrayarak kafasını sabitledim ve bıçağı
alt çenesinden sapına kadar sokmayı başardı. Gözleri kıpkırmızı olan Papp’ın
tüm vücudu kısa süreliğine titredi ve kısa bir zaman sonra kendisini yatakta
can çekişirken buldu. Kafasından sıçrayan kan kollarıma ve boynuma bulaşmıştı.
Hemen yatak örtüsünün altındaki çarşaf ile üzerimi silmeye başladım. Bu arada
kızların üçüde bu kapışmayı köşede soluksuz bir şekilde izliyorlardı. Onları
bakıp başparmağımı dudaklarıma götürerek susmalarını işaret ettim.
Üzerimi temizledikten sonra Keyara’nın yanına gittim. Şaşkın
ve korkmuş bakışlar ile bana bakıyordu ve bu normaldi. Az önce bir insanın
canına kıymıştım. Cebimden telefonu çıkarıp Papp’ın fotoğrafını çekip Ahad’a
gönderdim. Vereceği cevap belliydi ancak benimde işim buydu.
Keyara’nın yanındaki iki kızın yanına gittim ‘kusura
bakmayın kızlar’ dedikten sonra ikisine sağlam birer yumruk vurdum. Tabi çığlık
attılar ama kapıdakiler kızların bu çığlığını Papp’ın fantezilerinden biri
olduğunu düşünecekti. Keyara’nın yanına gittim artık onunla son konuşmamı
yapmam gerekiyordu.
“Aşağıda bir adam var. Onu halledeceğim beş on dakika sonra
çığlığı bas onları dövdüğümü seni korkuttuğumu söyle. Ardından nairaları al ve
sana söylediğim yere git.”
“Bekle” dedi.
“Seni bir daha göremeyeceğim değil mi?”
“Buna vaktimiz yok Keyara”
“Lütfen cevap ver.”
“Hayır yok. Beni bir daha görmemek hayatını devam ettirmen
için bir şans.”
“İsmini söylemedin hiç. Bana bu kadar iyilik yapan birinin
ismini bilmek istiyorum.”
“İsmimi bilirsen seni öldürürler Keyara”
Keyara gözlerimin içine baktı. Mutsuzdu ama bir yandan onu
kurtardığım için mutlu olması gerektiğini de biliyordu. Hangi sebepten ötürü
olduğunu bilmesem de durduğum yerden hareket etmemiştim sanki bende bir şeyler
bekliyordum. Keyara masum bakışları ile bana yaklaşıp elini önce yanağımda
ardından da dudağımda gezdirdi ve ben hala kıpırdayamıyordum.
Hayatımda ilk defa 23 yaşında bir kızla öpüşüyordum. Dudakları
dudaklarımı adeta ödüllendiriyor gibiydi. Lagos’un kuru atmosferi Keyara’nın
dudaklarının ıslaklığından hiçbir şey kaybettirmemiş gibiydi. O an dudaklarımın Keyara’nın dudaklarını
bırakmasını istemiyordum. Sanki çölün ortasında meltemli bir serap görüyordum
ve bunun serap olduğunun farkında olup zevk almaya çalışıyordum. Ama bu kadarı
fazlaydı daha fazlası devam edemezdi. Soğukkanlı olmam gerektiğini hatırladım
ve dudaklarını bıraktım. Ancak bu kez gözleri vardı. O gözlere bir daha
bakamayacağımdan emindim ve son kez bu zevk de yaşamak istedim.
“Buradan git Keyara. Hoşça kal.”
“Güle güle bayım”
Bu ondan duyduğum son sözlerdi. Cama çıkıp kısa zamanda
benimle özdeşen sütuna ayaklarımı koydum ve yavaş yavaş aşağıya inmeye
başladım. Pencerelere ve sütunlara tutunarak aşağıya inerken kuzey cephesini
kollayan adamın üzerine zıplayım yere düşürdüm ardından dirseğimle ense köküne
sert bir darbe ile hakkından geldim.
Ayağa kalkıp bahçeden mekânın patikasına çıktım oradan da
arabayı park ettiğim yere gidip kontağı çalıştırdım. Hemen otel denilen pislik
yuvasından ayrıldım. Arabayı caddeye çıkarır çıkarmaz Ahad’dan bir mesaj daha
geldi;
‘İyi iş’
En azından bu kez bir şeyler yazmaya zahmet etmişti. İlk
ışıktan sola sapıp yol boyu arabamı sürerken bir kahve evinin önünde durdum.
Bir karton bardakta kahve alıp yoluma devam ettim. Torpido gözünden Kamran’ın
verdiği dosyadaki üçüncü isme göz gezdirirken bir yandan arabayı kullanmaya
çalışıyordum.
Üçüncü şanslı kişi ‘Safir’ adında oldukça zengin bir
tüccardı. Şimdiki başkent Abuja’da hükümet destekli güzel bir villada keyif
sürmekle meşguldü. Ahad, Safir’i ekarte ederek Abuja’yı da kendi ablukası
altına alma niyetine girişmiş gibi duruyordu ve elbette bu beni
ilgilendirmezdi. Ama hala vaktim varken bitirmem gereken bir işin daha olduğunu
anlayıp arabamı kavşaktan sola kırarak barların bulunduğu arka sokaklara doğru
arabamı sürdüm. Keyara’nın anısı gözümün önünde tazeydi ve kasığındaki izlerden
bir türlü kurtulamıyordum. Kasığındaki izlerde bana ‘dikkat et’ derkenki o
bakışları beliriyordu sanki bu yüzden gözlerinden kurtulmak için başka birinden
kurtulmam gerekiyordu. İlk defa birine karşılığında maddi bir şey almadan zarar
vermek istiyordum.
‘Dom Karhicka’
Hayatı değersiz ve hiçbir ücret karşılığı olmadan öldürmek
istediğim yeni kurbanımdı. Dom benim bu
stresli işimin arasında rahatlama seansım gibi bir şey olacaktı. Dom’u öldürmek
bana zevk verir miydi bilmiyordum fakat Papp’ı öldürmek için duygularını
kullandığım kızın hayalinden kurtulmam için kesinlikle ona gitmem gerekiyordu.
Dom acaba ne kadara öldürülmek isterdi? Peki ya siz? Bir insanın hayat kaç
papel ederdi? Yada kaç naira? Yada insan hayatı parayla ölçüşecek kadar değer
miydi? Aslında bunun cevabı basit; ‘Evet değer!’ İnsan paraya insanlardan daha
çok değer verdiği gün kiralık katil denen yeni bir sektör doğdu. ‘Eğer bana sorarsanız sen ne kadara öldürülmek
isterdin?’ diye. Evet, insanları para karşılığı öldüren bir adamın fiyatı ne
olabilirdi? Cevap veriyorum bir karton sigara.. Üzerine kustuğum zencinin
karşılığında aldığım bir karton sigara.. Belki o bile değildir bir karton
sigara bile değerim değildir ancak buna cesaret ettiğim için ödüllendirilmem
gerekiyordu çünkü bana göre insan cesaret ettiğinde her ne olursa olsun az da
olsa ödülünü almalıydı. Ve benim değerim sınırdan az paralara geçirilen bir
karton kaçak sigaradan ibaretti. Hayatımı genç yaşta bir sigara gibi tüketirken
kiminin hayatlarını aynı şekilde küllüğe bastım. Kiminin ise orgazm sonrası
sigaralardan birini dudağına koyarak ona bu zevki yaşattım. Çok param vardı.
Zencilerin kıtasında milyonlarca zenciden daha fazla param vardı ama o
kadar. Bazı kurallarımı yaşam amacı
olarak belirlemiştim sırf bu sıkıcı hayata tutunabilmek için. Bazen
düşüncelerimin içinde boğulurken neden sorusunu genelde kendime sorardım ‘neden
yaşıyorsun sen?’ Sıkıntıdan. Hak verin bana can sıkıntısı ve biraz da
tanrıcılık.. İnsan birilerini öldürürken tanrı gibi hissediyor sen bunu
yaşamadın çünkü bir karton sigara ve tüm duygularını kusma uğruna birini
öldürecek kadar cesur olamadın. Benimde ödülüm buydu işte; kendini tanrı sanma
duygusu. Ben tanrıların en küçüğüydüm belki ama bu insan denen varlıktan her
zaman bir adım önde olmak diğer tanrıları aklıma dahi getirmiyordu.
İşte bu düşüncelerin ardından ‘MALAKA’ adlı bir barın önünde
durdum. Dom gibi pislikler genelde böyle mekanlarda içmeye gelirlerdi ama mekânın
birde özel bölümleri vardı muhakkak birilerine kadın pazarlıyordu. Tahta kapıyı
aralayıp küçük bir koridoru geçtim ve kendimi bir anda barın dumanlı
atmosferinde buldum. Bu mekân pis kokuyor ve oldukça dardı. Sanki biri mekânın
ortasına tuvalet inşa dilmiş gibiydi. Yine barmene yaklaştım sanki üzerlerinde
‘Tüm şerefsizleri bize sorun mutlaka biliriz’ gibi bir yazı vardı.
“Dom’u arıyorum tanıyor musun?” diye sordum.
“Duruma göre değişir. Bir yirmilik hafızamı tazeler”
Cebimden 20 naira çıkarıp barmenin önüne attım bu onu
öttürmeye yeterdi.
“Arkada kumar oynanılan yerlerde birilerine yalakalık yapıyor.”
Bana eli ile gösterdiği bir perdeyi aralayıp derin bir
koridorda yürürken müzik sesi boğuktu ve migrenimi tetiklediği için bir an önce
sondaki kapıya varmak istedim. Kapının önünde koridorla aynı renk olan bir
zenci vardı. Ne yapıyorsun demeye kalmadan takımlarına sert bir tekme
sallayarak onu oyun dışı bırakıp kapıyı açtım sesim oldukça yüksek ve ukalaydı.
Desert Eagle’ın bana verdiği özgüvenin
de buna oldukça etkisi vardı. Silahımı üzerlerine doğrulttum.
“Evet beyler kimse yerinden kalkmasın ve kartlarınıza
dokunmayın bir tanıdığı alıp çıkacağım”
Odanın içinde altı adam vardı. Dördü kâğıt oynuyor diğer
ikisi ise izleyici olarak katılıyordu. Bu arada gözlerim hemen Dom’u aradı ve
bulduda. Zencilerden biri konuşmaya başladı.
“Sen ne yaptığını sanıyorsun?”
“Evet, aradığım adam buradaymış”
Dom’un saçlarından tutup oturduğu yerden indirdim. Onunda
konuşmaya hakkı vardı ama şaşkındı.
“Ne yapıyorsun? Sen kimsin? Yardım edin?”
“Bakın beyler bu adamın bana çok borcu var ve ödemedi..
Biliyorum sözüne sadık değil ancak ona bir ders vermem gerekiyor bu konu ile
sıkıntısı olan var mı?”
Zenciler birbirlerine baktı ve yeniden şaşkın bir şekilde
bana baktılar devam ettim;
“Peşimden gelmeyecekseniz eğer bu solucanı alıyorum. Cevap ?
Yok mu? Hangi dilde konuşuyorsunuz?”
Başköşede oturan yaşlı zenci konuşmaya başladı
“Kim olduğunuzu bilmiyoruz fakat şuan önemli bir oyunun
içindeyiz ne yapıyorsanız çabuk halledin.”
Gülümsedim.
Bu arada solucan konuşmaya başladı. Evet, Dom’a bu lakabı az
önce takmıştım.
“Ne? Hayır efendim. Yemin ederim onu tanımıyorum! Tanrılar
şahidimdir efendim! Ne olur? “
Dom’u ayağa kaldırıp tuvalete kadar zırvalarını dinlemek
zorunda kalıyordum sürekli bana kim olduğumu soruyordu. Zeki bir adam olsaydı
müşterilerini tanıyabilirdi ancak fazla para kazanma hırsı onu köreltmişti. Tüm
gücümle onu tuvaletin kapısına iterek içeriye fırlattım. Silahımı çekerek
herkesin dışarı çıkmasını sağladım. Dom mermerde sürünürken ayağa kalktı ve her
normal inansın yapacağı şekilde üzerime saldırdı. Hamlesini o yapmadan suratına
sert bir yumruk indirdim. Sürünerek yeniden ayağa kalkmaya çalıştı ensesinden
yakalayıp tuvaletlerin kapısından birine önce kafasına vurdum. Ardından klozete
kafasını dayadım.
“Bu boku görüyor musun?” diye sordum. İçerisi rezalet
kokuyordu.
“Evet, baharatı fazla kaçırmış”
Kafasını klozetin taşına sert şekilde vurdum
“Espiri yapacak durumda değilsin. Bu boka iyi bak çünkü
senden daha değerli”
“Bir bok bir insandan nasıl değerli olabilir ki?”
“Tabi ki onu öldürerek”
Dom’un kafasını klozete geçirdim ancak sadece yüzü deliğine
sığabiliyordu. Biraz işkence çektirip bundan keyif almaya baktım. Her insan
gibi o da ilk etapta nefesini tutmaya çalışıyor ve bu pisliği hissetmemek için
özen gösteriyordu. Bilmesi gereken en önemli şey; yaşamayı seven bir insan
öleceğini bilse dahi 10 saniye de olsa fazla yaşamak ister bu yüzden nefesi
bitince kendini öldürmek yerine ağzını açarak tüm bokun ciğerlerine dolmasına
izin verecekti.
Dom 2 dakika 46 saniyelik bir süre nefes tuttuktan sonra
çırpınmaya başladı. Vücudu kendiliğinden istemsiz şeklide tepkiler veriyordu.
En sonunda teslim oldu ve çırpınmaya başladı. Nefesini bırakır bırakmaz bu kez
kendisini bir zencinin akşamüstü yediği aşırı baharatlar ve kalitesiz bir
içkinin oluşturduğu çöplüğün tadına bakmak hatta onu zenci bir fahişe gibi
içine almak zorundaydı. Çırpınışları arttıkça kafasını deliğe doğru
bastırıyordum. Elleri etkisiz kalmış bir hayvan gibi çırpınıyordu. En sonunda
çırpınışlar kendisini titremeye bıraktığında artık yolun sonunun geldiğini
anlamış Dom’un üzerine sifonu çekmiştim. 10 saniyelik kısa bir sürenin ardından
Dom’un değersiz bedeni artık bu dünyada nefes almıyordu.
Dom Karhicka, genç kızları kandırıp hayatlarını bok
bataklığına çeviren ve ölüsü dahi beş kuruş etmeyen değersiz bir adam. Bugün kendisinden
değerli olan bir parça bok tarafından öldürüldü ve üzerine sifon çekildi.
Aslında bu kadar değersizdi insan, en güzel anınızda birisi gelip üzerinize
sifonu çekebilirdi. O yüzden onlar sifonu çekmeden siz onları klozetin deliğine
atıp üzerine sifonu çekmesini bilmelisiniz.
Dom’u bir iyilik temsili yada kötüleri cezalandıran bir
kahraman gibi öldürmedim tam tersine Dom’u öldürmemin sebebi bir nevi antrenmandı.
Kötülük antrenmanı ve şunu unutmayın her kim olursa olsun insanları öldüren
birisi asla kahraman olamaz eğer öyle olsaydı en büyük kahraman Lagos’da bir
tuvaletten çıkmakta olan Spinoza olurdu. Onu öldürdüm çünkü farklı bir şeylere
ihtiyacım vardı. Onu öldürdüm çünkü beni duygusallaştıran bir anının önümden
silinmesi gerekiyordu. Onu öldürdüm çünkü daha fazla acımasız olmama ihtiyaç
duyuyordum. Onu öldürdüm çünkü ben kana susamış kötü biriyim.
Ellerimi yıkadıktan sonra tuvaletinin kapısını çekip
içeriden çıktım. Kısa koridoru geçip hayatı aynı Dom gibi beş para etmeyecek insanların
arasından hayalet gibi geçip gittim.
Wrangler’ıma tekrar atlayıp Abuja öncesi eski bir dostu
görmeye karar verdim..
Wattpad için tıklayın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder