22 Temmuz 2015 Çarşamba

- Bölüm 2 - Bir Cinayet Meselesi (Güncel kısım 3)

Vakit gelmişti Keyara’dan aldığım dandik sigaralardan sonuncusunu küllüğe bastıktan sonra ayak sesleri kulağıma geliyordu. Balkonun kapısını tıklattı ve içeriye girdi. Gözlerimin içine bakmak istiyordu fakat ben oralı değildim korktuğunu biliyordum evet ama birine fazlasıyla umut vermek onu kendinize bağlamanın sadece başlangıç safhasıydı. Ayağa kalkar kalkmaz tüm gün oturmuş olmanın verdiği rahatsızlıktan ötürü vücudumun kasıldığını hissettiğim için birkaç germe hareketi ile bundan kurtuldum. Keyara üstü giyinik şekilde hala bana bakarken ben ona hala yüz vermiyor pantolonumu giyiniyordum. Hala yüzüne bakmadan onunla konuşmaya başladım
“Sakin ol yapman gereken tek şey o camı açıp diğerlerine bilgi vermek.”
“Peki ya sana içeride bir şey olursa?”
“Bir tane de sen bana vurursun olur biter. Hem belki Papp bunun için seni ödüllendirebilir.”
Keyara’nın gözlerine saatler sonra ilk defa bakmış ve beni karşılayan tedirgin bakışlarının kıskacına yakalanmıştım. Aklına hiç gelemeyen bir soru vardı ‘Bu adam kimdi? Filozof gibi konuşuyor fakat burası Lagos ve burada filozofları öldürürler. Spinoza’nın vücudu antrenmanlı bir macara karşı koyabilecek miydi?’
İçimden yüzünü iki elimin arasına alıp şu sözleri söylemeyi diledim‘Korkma Keyara, benim minik siyah kuşum sakın korkma. Bu dünyada beni öldürebilecek tek kişi yine benim! Ve unutma dövüşler kol gücüyle değil zekâyla kazanılır aynı bu hayattaki diğer kavgalar gibi. Zekâ ve biraz şans ha özgüveni soruyorsan onu ben ilk kurbanımı öldürdükten sonra aldığım ilk oksijenlerde buldum. Artık kanımda!’
Ancak bu sözleri söyleyecek genç bir kıza umut verecek kadar cesur olmadığım için kendi kendime söyleyip kendi kendime onayladım. Belki yüzündeki bakışlar tedirginlikten büyük bir özgüvene geçiş yapacaktı ancak Keyara’nın bakışlarına ihtiyacım yoktu.
Kendisine verdiğim para dolu zarfı çantasına koyup kapıya doğru yöneldi son kez arkasına baktı
“Dikkat et” dedi. Ses tonu küçük yaşlarda beni dışarıya gönderirken bile gözlerimin içine bakarak tüm içtenliği ile ‘Dikkat et’ diyen annemi hatırlatmıştı. Yıllardır bu sesi hiç duymamıştım. Kafamı iki kez onaylar şekilde salladım ve Keyara’nın kapıdan çıkışını izlerken artık hazırlanmam gerektiğini fark ettim.
Son olarak ayakkabılarımı bağladıktan sonra yüzümü yıkayıp havlu ile tüm ıslaklığını alarak balkona çıktım. Balkon korkuluğundan sarkıp aşağıdaki taş sütuna bastım. Tüm vücudum duvara yapışmış adım adım otelin duvarında bir örümcek misali yürüyordum. Bu sırada her cephede bulunan mekânın kendi korumalarına da görünmek istemiyordum. İki adamla baş edebilirdim fakat bunlar ve Papp’ın adamları beni parça parça yaparlardı. Bu yüzden olabildiği kadar işimi sessiz halletmeliydim. Dış cephesi solmuş duvarda hızlı fakat minik adımlar ile ilerlemeye çalışırken birden ayağımın boşluğa düştüğünü hissettim ve bununla birlikte dengem kaybolarak saçma sapan kol hareketleri yaparak dengemi sağlamaya çalıştım. En sonunda dengemi sağlayıp yürümeye devam ettim.  Aşağıda bekleyen adamların kafalarını görmek bende onların kafalarına tükürme isteği uyandırmıştı. Devam ettim.. Bir adım daha, bir adım ve bir tane daha.. Kuzey cephesine geçerken sütun devam etti. Kuzey cephesinde 6 cam vardı ve bu cepheye sadece 6 oda düştüğünü gösteriyordu. Camlarında demir olan odanın tam altına dayandım. Artık Papp ile aramızda sadece birkaç demir parçası ve dayanıksız bir cam duruyordu.  Pantolonumun arkasına sıkıştırdığım bıçağı elimle yokladım hala oradaydı.
Yaklaşık 10 dakikanın arından pencereye birilerinin dokunduğunu duydum. Demirdeki kilitle oynayan büyük ihtimalle Keyara’ydı. Bunun işaret olduğunu düşünmedim çünkü bu bir his de olabilirdi. 30 saniye bekledikten sonra Keyara’nın ‘Hadi başlayalım’ demesi kulaklarımı çınlattı. Sonunda işareti almış beklediğim zaman gelmişti. Hızlı bir şekilden camdan içeriye atladım burada doğaçlama takılmam gerekiyordu Papp her yerde olabilirdi ve ben damdan düşer gibi içeriye dalmıştım. Elimi arkamdaki bıçağa atmadan Papp’dan beklemediğim bir şekilde döner tekme yedim. Uzun zamandır kendi rengime yakın birinde tekme yememiştim bu yüzden eğer tanrıya inansaydım ona şükrederdim. ‘Şükürler olsun sana İSA! Siyahlarla dolu bir cehennemde beyaz birinin tekmesini göğsümde hissettirdiğin için!’ Tekmeyi yer yemez kendimi duvarda hissettim. Göğsüme yediğim tekme biraz zaman sonra canımı yakacaktı ama şimdilik sadece göğsümde bir yanma ve nefesimde kesiklik hissediyordum. Papp durmadı ve üzerime doğru gelmeye devam etti. Sağlam bir yumruk ile işimi bitirmeyi düşünüyordu salladığı üst üste gelen iki yumruk duvara toslamıştı. Kafamı eğip arkasına çabuk bir hareketle geçip kıç ve belini bağlayan bölgeye dirseğimle sert bir darbe vurdum bu kez duvara yapışan yüzüstü şekilde Papp olmuştu.  Gözüm bir anda kızlara en çokta Keyara’ya kaymış korkulu gözlerini görmüştüm o an korku dolu bakışları bir iki saniyeliğine de olsa beni ortamdan koparmaya yetmişti.  2 saniyelik uykumdan beni Papp’dan gelen kroşeler uyandırmıştı. Sağdan ve soldan yediğim iki kroşenin altından karnıma iki yumruk aldım. En sonunda karın boşluğuma aldığım bir tekme ile yatağın öbür tarafına kısa mesafeli bir uçuş gerçekleştirmiştim. ‘Dikkat!’ bir anlık dikkat kayması benim ölümümü hazırlayacaktı. Ayağa kalkmaya çalışırken Papp’ın sarışın keçi sakalının üzerinden güldüğünü gördüm. Belki yüzündeki bu iğrenç ifadesi olmasa ona yakışıklı da diyebilirdim ancak sapsarı olması midemi bulandırıyordu. Tam ayağa kalkarken suratıma tekme vuracakken kafamı hızlı bir şekilde atış pozisyonundan alıp kendimi geriye ittim. Papp biraz savrulurken ayağa kalktım bu sefer soldan karaciğerime doğru sert bir tekme aldım tekmeye karşılık olarak bir kroşe versem de dirseği ile bir boksör edası ile savunmayı başarmıştı bu adam gerçekten iyiydi. Geriye attım yine kendimi komidinin üzerindeki ankesörlü telefona uzanıp kablosu ile yerinden söktüm. Papp’dan gelen bir yumruğu bu sefer kablonun arasına sarmaya çalıştım. İlk etapta kolu kabloya sıkışsa da kendisini geri itip sağımdan sert bir tekme daha denedi ve ben yine o tekmeyi yedim. Bu kez o sert tekmesini ona geri vermemekte kararlıydım. Tekmesini ciğerlerimde kolumla birlikte sıkıştırdım ve ayağından bedenini kendime kendime çekip diz kapağına direğim ile oldukça sert bir vuruş yaptım. Papp’ın gülümseyen yüzü acıyla şaşkınlık karışımı bir duygusal hale bürünmüştü.
Durmaya niyetim yoktu dirseğim ile bu kez suratına sert bir darbe vurdum o iğrenç suratını dirseğim ile kutsamıştım.  Ayakta zor duran Papp’ı hemen öldürme gibi bir niyetim yoktu. Aslında avantajsız ve amatör durumda olan bendim Papp istese bir seslenişte içeriye hemen kapısında bekleyen iki adamı yığabilirdi ama o egosu yüzünden beni yenebileceğini sandı ve bunu az kalsın başarıyordu. Sallanan bedeninden sol kolunu havaya kaldırdım ve tüm gücümle koltuklaltına dirseğim ile sert bir darbe vurdum. Artık omuzu yerinden çıkmıştı. Aynı işlemi sağ koluna da gerçekleştirdiğim de Papp ıkınmaya başladı ve artık benimdi. Kollarının acısından kendini yatağa atan Papp çığlık atmak istiyordu fakat sanki göğsüne acıdan bir şeyler doluyordu ve istese de sesini çıkaramıyordu. Beyaz iğrenç suratı kırmızıya boyanmıştı. Pantolonumun arkasına yerleştirdiğim bıçağı aldım Papp’ın sarı saçlarını kavrayarak kafasını sabitledim ve bıçağı alt çenesinden sapına kadar sokmayı başardı. Gözleri kıpkırmızı olan Papp’ın tüm vücudu kısa süreliğine titredi ve kısa bir zaman sonra kendisini yatakta can çekişirken buldu. Kafasından sıçrayan kan kollarıma ve boynuma bulaşmıştı. Hemen yatak örtüsünün altındaki çarşaf ile üzerimi silmeye başladım. Bu arada kızların üçüde bu kapışmayı köşede soluksuz bir şekilde izliyorlardı. Onları bakıp başparmağımı dudaklarıma götürerek susmalarını işaret ettim.
Üzerimi temizledikten sonra Keyara’nın yanına gittim. Şaşkın ve korkmuş bakışlar ile bana bakıyordu ve bu normaldi. Az önce bir insanın canına kıymıştım. Cebimden telefonu çıkarıp Papp’ın fotoğrafını çekip Ahad’a gönderdim. Vereceği cevap belliydi ancak benimde işim buydu.
Keyara’nın yanındaki iki kızın yanına gittim ‘kusura bakmayın kızlar’ dedikten sonra ikisine sağlam birer yumruk vurdum. Tabi çığlık attılar ama kapıdakiler kızların bu çığlığını Papp’ın fantezilerinden biri olduğunu düşünecekti. Keyara’nın yanına gittim artık onunla son konuşmamı yapmam gerekiyordu.
“Aşağıda bir adam var. Onu halledeceğim beş on dakika sonra çığlığı bas onları dövdüğümü seni korkuttuğumu söyle. Ardından nairaları al ve sana söylediğim yere git.”
“Bekle” dedi.
“Seni bir daha göremeyeceğim değil mi?”
“Buna vaktimiz yok Keyara”
“Lütfen cevap ver.”
“Hayır yok. Beni bir daha görmemek hayatını devam ettirmen için bir şans.”
“İsmini söylemedin hiç. Bana bu kadar iyilik yapan birinin ismini bilmek istiyorum.”
“İsmimi bilirsen seni öldürürler Keyara”
Keyara gözlerimin içine baktı. Mutsuzdu ama bir yandan onu kurtardığım için mutlu olması gerektiğini de biliyordu. Hangi sebepten ötürü olduğunu bilmesem de durduğum yerden hareket etmemiştim sanki bende bir şeyler bekliyordum. Keyara masum bakışları ile bana yaklaşıp elini önce yanağımda ardından da dudağımda gezdirdi ve ben hala kıpırdayamıyordum.
Hayatımda ilk defa 23 yaşında bir kızla öpüşüyordum. Dudakları dudaklarımı adeta ödüllendiriyor gibiydi. Lagos’un kuru atmosferi Keyara’nın dudaklarının ıslaklığından hiçbir şey kaybettirmemiş gibiydi.  O an dudaklarımın Keyara’nın dudaklarını bırakmasını istemiyordum. Sanki çölün ortasında meltemli bir serap görüyordum ve bunun serap olduğunun farkında olup zevk almaya çalışıyordum. Ama bu kadarı fazlaydı daha fazlası devam edemezdi. Soğukkanlı olmam gerektiğini hatırladım ve dudaklarını bıraktım. Ancak bu kez gözleri vardı. O gözlere bir daha bakamayacağımdan emindim ve son kez bu zevk de yaşamak istedim.
“Buradan git Keyara. Hoşça kal.”
“Güle güle bayım”
Bu ondan duyduğum son sözlerdi. Cama çıkıp kısa zamanda benimle özdeşen sütuna ayaklarımı koydum ve yavaş yavaş aşağıya inmeye başladım. Pencerelere ve sütunlara tutunarak aşağıya inerken kuzey cephesini kollayan adamın üzerine zıplayım yere düşürdüm ardından dirseğimle ense köküne sert bir darbe ile hakkından geldim.
Ayağa kalkıp bahçeden mekânın patikasına çıktım oradan da arabayı park ettiğim yere gidip kontağı çalıştırdım. Hemen otel denilen pislik yuvasından ayrıldım. Arabayı caddeye çıkarır çıkarmaz Ahad’dan bir mesaj daha geldi;
‘İyi iş’
En azından bu kez bir şeyler yazmaya zahmet etmişti. İlk ışıktan sola sapıp yol boyu arabamı sürerken bir kahve evinin önünde durdum. Bir karton bardakta kahve alıp yoluma devam ettim. Torpido gözünden Kamran’ın verdiği dosyadaki üçüncü isme göz gezdirirken bir yandan arabayı kullanmaya çalışıyordum.
Üçüncü şanslı kişi ‘Safir’ adında oldukça zengin bir tüccardı. Şimdiki başkent Abuja’da hükümet destekli güzel bir villada keyif sürmekle meşguldü. Ahad, Safir’i ekarte ederek Abuja’yı da kendi ablukası altına alma niyetine girişmiş gibi duruyordu ve elbette bu beni ilgilendirmezdi. Ama hala vaktim varken bitirmem gereken bir işin daha olduğunu anlayıp arabamı kavşaktan sola kırarak barların bulunduğu arka sokaklara doğru arabamı sürdüm. Keyara’nın anısı gözümün önünde tazeydi ve kasığındaki izlerden bir türlü kurtulamıyordum. Kasığındaki izlerde bana ‘dikkat et’ derkenki o bakışları beliriyordu sanki bu yüzden gözlerinden kurtulmak için başka birinden kurtulmam gerekiyordu. İlk defa birine karşılığında maddi bir şey almadan zarar vermek istiyordum.
‘Dom Karhicka’
Hayatı değersiz ve hiçbir ücret karşılığı olmadan öldürmek istediğim yeni kurbanımdı.  Dom benim bu stresli işimin arasında rahatlama seansım gibi bir şey olacaktı. Dom’u öldürmek bana zevk verir miydi bilmiyordum fakat Papp’ı öldürmek için duygularını kullandığım kızın hayalinden kurtulmam için kesinlikle ona gitmem gerekiyordu. Dom acaba ne kadara öldürülmek isterdi? Peki ya siz? Bir insanın hayat kaç papel ederdi? Yada kaç naira? Yada insan hayatı parayla ölçüşecek kadar değer miydi? Aslında bunun cevabı basit; ‘Evet değer!’ İnsan paraya insanlardan daha çok değer verdiği gün kiralık katil denen yeni bir sektör doğdu.  ‘Eğer bana sorarsanız sen ne kadara öldürülmek isterdin?’ diye. Evet, insanları para karşılığı öldüren bir adamın fiyatı ne olabilirdi? Cevap veriyorum bir karton sigara.. Üzerine kustuğum zencinin karşılığında aldığım bir karton sigara.. Belki o bile değildir bir karton sigara bile değerim değildir ancak buna cesaret ettiğim için ödüllendirilmem gerekiyordu çünkü bana göre insan cesaret ettiğinde her ne olursa olsun az da olsa ödülünü almalıydı. Ve benim değerim sınırdan az paralara geçirilen bir karton kaçak sigaradan ibaretti. Hayatımı genç yaşta bir sigara gibi tüketirken kiminin hayatlarını aynı şekilde küllüğe bastım. Kiminin ise orgazm sonrası sigaralardan birini dudağına koyarak ona bu zevki yaşattım. Çok param vardı. Zencilerin kıtasında milyonlarca zenciden daha fazla param vardı ama o kadar.  Bazı kurallarımı yaşam amacı olarak belirlemiştim sırf bu sıkıcı hayata tutunabilmek için. Bazen düşüncelerimin içinde boğulurken neden sorusunu genelde kendime sorardım ‘neden yaşıyorsun sen?’ Sıkıntıdan. Hak verin bana can sıkıntısı ve biraz da tanrıcılık.. İnsan birilerini öldürürken tanrı gibi hissediyor sen bunu yaşamadın çünkü bir karton sigara ve tüm duygularını kusma uğruna birini öldürecek kadar cesur olamadın. Benimde ödülüm buydu işte; kendini tanrı sanma duygusu. Ben tanrıların en küçüğüydüm belki ama bu insan denen varlıktan her zaman bir adım önde olmak diğer tanrıları aklıma dahi getirmiyordu.
İşte bu düşüncelerin ardından ‘MALAKA’ adlı bir barın önünde durdum. Dom gibi pislikler genelde böyle mekanlarda içmeye gelirlerdi ama mekânın birde özel bölümleri vardı muhakkak birilerine kadın pazarlıyordu. Tahta kapıyı aralayıp küçük bir koridoru geçtim ve kendimi bir anda barın dumanlı atmosferinde buldum. Bu mekân pis kokuyor ve oldukça dardı. Sanki biri mekânın ortasına tuvalet inşa dilmiş gibiydi. Yine barmene yaklaştım sanki üzerlerinde ‘Tüm şerefsizleri bize sorun mutlaka biliriz’ gibi bir yazı vardı.
“Dom’u arıyorum tanıyor musun?” diye sordum.
“Duruma göre değişir. Bir yirmilik hafızamı tazeler”
Cebimden 20 naira çıkarıp barmenin önüne attım bu onu öttürmeye yeterdi.
“Arkada kumar oynanılan yerlerde birilerine yalakalık yapıyor.”
Bana eli ile gösterdiği bir perdeyi aralayıp derin bir koridorda yürürken müzik sesi boğuktu ve migrenimi tetiklediği için bir an önce sondaki kapıya varmak istedim. Kapının önünde koridorla aynı renk olan bir zenci vardı. Ne yapıyorsun demeye kalmadan takımlarına sert bir tekme sallayarak onu oyun dışı bırakıp kapıyı açtım sesim oldukça yüksek ve ukalaydı.  Desert Eagle’ın bana verdiği özgüvenin de buna oldukça etkisi vardı. Silahımı üzerlerine doğrulttum.
“Evet beyler kimse yerinden kalkmasın ve kartlarınıza dokunmayın bir tanıdığı alıp çıkacağım”
Odanın içinde altı adam vardı. Dördü kâğıt oynuyor diğer ikisi ise izleyici olarak katılıyordu. Bu arada gözlerim hemen Dom’u aradı ve bulduda. Zencilerden biri konuşmaya başladı.
“Sen ne yaptığını sanıyorsun?”
“Evet, aradığım adam buradaymış”
Dom’un saçlarından tutup oturduğu yerden indirdim. Onunda konuşmaya hakkı vardı ama şaşkındı.
“Ne yapıyorsun? Sen kimsin? Yardım edin?”
“Bakın beyler bu adamın bana çok borcu var ve ödemedi.. Biliyorum sözüne sadık değil ancak ona bir ders vermem gerekiyor bu konu ile sıkıntısı olan var mı?”
Zenciler birbirlerine baktı ve yeniden şaşkın bir şekilde bana baktılar devam ettim;
“Peşimden gelmeyecekseniz eğer bu solucanı alıyorum. Cevap ? Yok mu? Hangi dilde konuşuyorsunuz?”
Başköşede oturan yaşlı zenci konuşmaya başladı
“Kim olduğunuzu bilmiyoruz fakat şuan önemli bir oyunun içindeyiz ne yapıyorsanız çabuk halledin.”
Gülümsedim.
Bu arada solucan konuşmaya başladı. Evet, Dom’a bu lakabı az önce takmıştım.
“Ne? Hayır efendim. Yemin ederim onu tanımıyorum! Tanrılar şahidimdir efendim! Ne olur? “
Dom’u ayağa kaldırıp tuvalete kadar zırvalarını dinlemek zorunda kalıyordum sürekli bana kim olduğumu soruyordu. Zeki bir adam olsaydı müşterilerini tanıyabilirdi ancak fazla para kazanma hırsı onu köreltmişti. Tüm gücümle onu tuvaletin kapısına iterek içeriye fırlattım. Silahımı çekerek herkesin dışarı çıkmasını sağladım. Dom mermerde sürünürken ayağa kalktı ve her normal inansın yapacağı şekilde üzerime saldırdı. Hamlesini o yapmadan suratına sert bir yumruk indirdim. Sürünerek yeniden ayağa kalkmaya çalıştı ensesinden yakalayıp tuvaletlerin kapısından birine önce kafasına vurdum. Ardından klozete kafasını dayadım.
“Bu boku görüyor musun?” diye sordum. İçerisi rezalet kokuyordu.
“Evet, baharatı fazla kaçırmış”
Kafasını klozetin taşına sert şekilde vurdum
“Espiri yapacak durumda değilsin. Bu boka iyi bak çünkü senden daha değerli”
“Bir bok bir insandan nasıl değerli olabilir ki?”
“Tabi ki onu öldürerek”
Dom’un kafasını klozete geçirdim ancak sadece yüzü deliğine sığabiliyordu. Biraz işkence çektirip bundan keyif almaya baktım. Her insan gibi o da ilk etapta nefesini tutmaya çalışıyor ve bu pisliği hissetmemek için özen gösteriyordu. Bilmesi gereken en önemli şey; yaşamayı seven bir insan öleceğini bilse dahi 10 saniye de olsa fazla yaşamak ister bu yüzden nefesi bitince kendini öldürmek yerine ağzını açarak tüm bokun ciğerlerine dolmasına izin verecekti.
Dom 2 dakika 46 saniyelik bir süre nefes tuttuktan sonra çırpınmaya başladı. Vücudu kendiliğinden istemsiz şeklide tepkiler veriyordu. En sonunda teslim oldu ve çırpınmaya başladı. Nefesini bırakır bırakmaz bu kez kendisini bir zencinin akşamüstü yediği aşırı baharatlar ve kalitesiz bir içkinin oluşturduğu çöplüğün tadına bakmak hatta onu zenci bir fahişe gibi içine almak zorundaydı. Çırpınışları arttıkça kafasını deliğe doğru bastırıyordum. Elleri etkisiz kalmış bir hayvan gibi çırpınıyordu. En sonunda çırpınışlar kendisini titremeye bıraktığında artık yolun sonunun geldiğini anlamış Dom’un üzerine sifonu çekmiştim. 10 saniyelik kısa bir sürenin ardından Dom’un değersiz bedeni artık bu dünyada nefes almıyordu.
Dom Karhicka, genç kızları kandırıp hayatlarını bok bataklığına çeviren ve ölüsü dahi beş kuruş etmeyen değersiz bir adam. Bugün kendisinden değerli olan bir parça bok tarafından öldürüldü ve üzerine sifon çekildi. Aslında bu kadar değersizdi insan, en güzel anınızda birisi gelip üzerinize sifonu çekebilirdi. O yüzden onlar sifonu çekmeden siz onları klozetin deliğine atıp üzerine sifonu çekmesini bilmelisiniz. 
Dom’u bir iyilik temsili yada kötüleri cezalandıran bir kahraman gibi öldürmedim tam tersine Dom’u öldürmemin sebebi bir nevi antrenmandı. Kötülük antrenmanı ve şunu unutmayın her kim olursa olsun insanları öldüren birisi asla kahraman olamaz eğer öyle olsaydı en büyük kahraman Lagos’da bir tuvaletten çıkmakta olan Spinoza olurdu. Onu öldürdüm çünkü farklı bir şeylere ihtiyacım vardı. Onu öldürdüm çünkü beni duygusallaştıran bir anının önümden silinmesi gerekiyordu. Onu öldürdüm çünkü daha fazla acımasız olmama ihtiyaç duyuyordum. Onu öldürdüm çünkü ben kana susamış kötü biriyim.
Ellerimi yıkadıktan sonra tuvaletinin kapısını çekip içeriden çıktım. Kısa koridoru geçip hayatı aynı Dom gibi beş para etmeyecek insanların arasından hayalet gibi geçip gittim.

Wrangler’ıma tekrar atlayıp Abuja öncesi eski bir dostu görmeye karar verdim..

Wattpad için tıklayın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder