29 Temmuz 2015 Çarşamba

-Bölüm 3- Siyahlar Ülkesindeki Kadın

Düşünüyorum. Bir insanın yapması gerektiği gibi. İnsan düşünen bir cesettir ve ben o cesetlerden en fazla düşünenlerindendim. Düşünmek arada oldukça zararlı bir eyleme dönüşüyordu eylem belki yanlış bir kelime fakat insanların nefeslerine son vermek ile düşünmek benim için neredeyse aynı yorgunlukta bir eylemdi. Zaten yapacağınız eylemin yarısı düşünmekti ve bu da düşünmeyi eylemin bir parçası haline getiriyordu. Düşünmek insanoğlunun gizliden gizliye kendisini farkında olmadan yaşlandırıp öldürmesidir. İnsan hayatını düşünürken kurar ve insan sadece hayatını kurmaz insan başka kurguları da kurar. Olmayan kurguları. Kıskançlıklarından doğan bir takım kurgular insanları ikna etmeye başlar ve artık kendi kurdukları kurgu gerçekten daha hakikat gelmeye başlar çünkü insanoğlu ilk başta her zaman kendi sesini dinlemeyi başaran bencil ve egoist bir mahlûkattı. Birde kiralık katillerin kurgusu vardı o da başkalarını öldürmeye yönelik düşüncelerin yansımasından başka bir şey değildi. Ben kendimi öldüren kurgular yerine başkalarını öldüren kurguları düşünürdüm ve bu genelde başarıyla sonuçlanırdı bunun en büyük kanıtı ise Paul’a giderken A5 caddesi üzerinde diri diri hala araba sürmemdi..
Paul eski bir dosttan öte bir hayat kurtarıcıydı ona borcumu karısını ve yeni kocasını öldürerek ödemiş, aramızdaki samimiyeti güçlendirmiştim. Paul Lagos’a taşındığında henüz gençti ve o şuanda 50 yaşına dayanmış eski bir BM askeri olarak küçük oto tamircisinde göz boyamak için çalışıyordu.
Arabamı tamircinin önünde durdurdum ve gözlerim ortalığı süzdüm. Kapıda sanıyorsam onun çırağı vardı ve seslendim.
“Hey Paul’u arıyorum”
17 yaşlarındaki sıska çocuk gözlerimin içine bakıp içeriye girdi. Kısa süre sonra yanında kır saçları dağılmış ve aynı renk top sakalları ile hayattan umudunu kesmiş 1.70 boylarında Paul göründü. Önce gözleri ile bana bakarak şaşkın ifadesini gizleyemedi. Ardından gülümseyip yanıma doğru geldi. Ve alaycı bunak konuşması ile söze girdi
“Kaç yıl oldu? 4 ? 5?”
“Sen sayıyor muydun?”
Arabamın kapısını açtı ve bende arabamdan inip onu takip ettim. İçeride küçük bir tabureye oturduk.
“Paul seni çok sıcak görmedim.”
“Sana kızgınım Spinoza “
“Bana herkes kızgın Paul. İhtiyarlamışsın.”
“Sensin ihtiyar. Bu ak saçlar seni yanıltmasın hala domuz gibiyim.” İkimizde gülümsedikten sonra devam ettim.
“Karın nasıl?”
“Keyfi yerinde. Haftada bir çiçek götürüyorum o fahişeye ve mezarını dölümle suluyorum.”
“Seni hiç özlememişim”
“Sevgilin gibi mi duruyorum oradan? Elbette özlemeyeceksin dün akşam iki zencinin kıçından kokain çekerken birbirimizi düşünecek değiliz ya”
Kısa süreli gülüşmelerin ardından ihtiyarın çenesinin açılmak üzere olduğunu ve buna zamanım olmadığını fark ettim. Paul kadın ve kokaini severdi
“Sana işim düştü.”
“Elbette işin düştü yoksa kıçını neden bu sefil yere getiresin ki? Anlat.”
“Asker olduğun zamanlarda Lagos ve Abuja arasında çok kaldın hatırlarsan bu başkent olayları ve iç karışıklıklar. “ Paul cebinden sarılı sigaralardan çıkardı ve bana teklif etti. Yeterince kendi sigaram dışında bir şeyler zıkkımlandığım için geri çevirdim. O kutusundan bir tane çıkarıp dili ile iki tur yaladıktan sonra dudaklarına sıkıştırıp yaktı. Büyük bir nefes çektikten sonra konuşmaya başladı.
“Bak dostum ben artık öyle siyasi işler ile ilgilenmiyorum. Emekli olalı çok oldu ve bana enteresan konuşmalar yapma. Sadece kim olduğunu söyle.”
“Safir. Sadece adı bu.”
“Müşterinin adını sormadım sana kurbanın adını sordum.”
Tekrarladım
“Safir.”
Sigarasından bir duman daha alıp bıyık altı gülümsedi.
“Kurbanlarını artık araştırmadan mı kabul ediyorsun?”
“Çok para vardı Paul. Bunu tartışmayacağım yardım edecek misin?”
“Sana İsa bile yardım edemez eski dostum. O adam bir ordunun içinde korunuyor ve sokak serserileri tarafından değil. Hepsi devletin de seve seve bağışladığı korumalar ve paralı askerler. Ne yaptığının farkında değilsin.”
“Senden öğüt istemedim. Senden yardım istedim.”
“Ne istiyorsun Spinoza? Karımın mezarından sonra senin mezarını da mı dölleyeyim?”
Hiddetli bir şekilde ayağa kalktım buna gerçekten zamanım yoktu ve Paul’un gözlerindeki korku beni onun bana yardım etmeyeceğine ikna etmişti. O konuşurken arkamı döndüm.
“Seninle yeniden görüşmek güzeldi eski dostum”
“Bekle Abuja’ya mı gideceksin? Seni orospu çocuğu ölmek mi istiyorsun? Boko Haram yolları kapamış nereye gidiyorsun?”
Paul arkamdan koşturup önüme geçti.
“Başkente gidemezsin bildiğim tek şey o.”
“O zaman bana yardımcı ol yada ayağımın altından çekil.”
“Hiç vazgeçmeyeceksin değil mi şu inadından? Bekle burada.”
Paul’a yaptığım blöf işe yaramıştı hoş yine de böyle bir hamle ondan beklemiyordum. Birkaç telefon görüşmesi yapıp yanıma döndü.
“A1 yolu üzerinden Ibadan’a geçtiğin yol var. Hemen çevirmeye varmadan toprak yol göreceksin 1 saatlik rahatsız edici yolculuğun ardından seni Abuja’ya doğru götürecek asfalt yola çıkarsın. Ancak araba ile 1 gününü alır. “
“Bu kadar mı?”
“Sakso mu istiyorsun? Daha ne?”
“Safir’e nasıl yaklaşırım? Bu adam neyden hoşlanır dışarıya çıkmaz mı?”
“Son zamanlarda bir sevgilisi varmış evden ayrılmıyormuş bu yüzden tüm hizmeti dışarıdan sağlıyorlar yani dışarıya çıkmak yerine eve her şey geliyor. Büyük müşterilerden tut en küçük yemeğine kadar. Boko haram yakın zamanda saldırı düzenledi ancak pek etkili olamadı bu yüzden herkes Safir’den uzak duruyor. Bence sende uzak dur.”
“O zaman bizde ayağına gideriz. Beni onunla tanıştır Paul eski bağlantılarını kullan. Huzuruna çıkmam yeterli. Sadece ikna et yarın bu saatlere. Uyku umurumda değil.
“Bunu yapmaktan emin misin?”
“Senin neyin var Paul? Ben kiralık katilim ve senden ardım istiyorum sen ise karşımda kalkmış kız çocukları gibi neredeyse ağlayıp gitme diye boynuma sarılacaksın.”
“Aşağılık herif sen kaşındın.” Tekrar odaya geçti. Bu kez yarım saat kadar odada kalıp tekrar yanıma geldi.
“Villanın adresi var mı?”
“Elbette”
“Seni Hassan Mabad’ın gönderdiğini söyle ve silah geçirme. Yatırım yapmak isteyen yeni bir kaçakçısın adın Henrique Vasquez. İsrail malı uzileri geliştirdiğini ve savaşlarda hafif makinalılar ile daha fazla sonuç ve kıvraklık sağlayacağını anlatacaksın.”
Seni görmek güzeldi eski dostum.” Kapıya doğru yürürken bana eşlik etmediğini fark ettim. Ve bir anda yüksek sesi ile irkildim.
“Spinoza!” diye seslendi. Arkama baktım. Mahcup gözler ile bana bakıyordu sanki benim için korkuyor gibiydi ama tek istediği muhabbetti o yüzden fazla dikkate almadım. Zaten o da konuşmadı çok.
Arabama bindim ve yola tekrar koyuldum.

Başkent Abuja saat 14:06
Abuja denizden uzak olduğu için nemli değildi fakat çoraklığı ve kavurucu sıcağı uykusuzluğum ile birleşince beni öldürme safhasına getirmişti. Zar zor bir yerde durup yaklaşık 3 litre su ile kendime gelmeye çalıştım. Yüzüme dökülen sular etraftaki insanları kıskandırır şekilde bana bakmalarını sağlıyordu. Hangi bölgede olduğumu bilmiyor sadece haritaya göre yolumu şekillendiriyordum. Artık harita bilgisine göre 20 dakikalık yolun ardından şehrin kuzeyinde kalan ve kalabalıktan arınmış bir bölgede villası olan Safir’in evine varacaktım. Saçlarımı düzeltip arabaya atladım. 20 dakikalık yolun sonuna geldiğimde villaya varmadan 50 metre önünde çevirme vardı. Arabayı sağa çektim. Bir kişi beni üç kişi de arabamı aradıktan sonra sorgu kısmına geçtik.
“Kimsin sen?”
“Henrique Vasquez. Hassan Mabad’ın aracılığı ile geldim.”
“Bekle burada.”
Beni sorgulayan adam telsiz ile konuştuktan 5 dakika sonra yanıma geldi.
“Bundan sonrası araban burada kalıyor sana iki kişi eşlik edecek.”
Sesimi çıkarmadan toprak patikada yürümeye başladım. Yanımdaki iki adam ordudandı. Üzerlerinde resmi askeri kıyafetler bulunuyordu ve benimle hiç konuşma niyetleri de yoktu. Sonunda villanın kapısına geldiğimizde karşılaştığım manzara dehşet vericiydi.  Sanki villa kapısının diğer tarafında başka bir ülke korunuyor gibi adeta askeri bir üsmüşçesine savunuluyordu. Paul’a hak vermiştim ama elimden bir şey gelmezdi ve doğaçlama oynamak zorundaydım. Kapıda 5 dakika bekletilip tekrar arandıktan sonra bu sefer yanımdaki iki kişi değişti ve içeriye girdim. Villa’nın dev bahçesinin birçok yerinde paralı askerler ve gönüllü çalışanlar vardı. Paul başka bir konuda daha haklıydı, gelen işi kabul etmeden kurbanları araştırmalıydım ki böyle birini öldürmek için servet istemem gerekiyor. Ancak sözler verildi ve benim bu herifi öldürmem gerekiyordu.
Villa’nın kapısında yine aranıp sorguya çekildikten sonra devasa evin içine girdim. Yine yanımdaki iki adam değişmiş beni misafir odasına almışlardı. Büyük kitap raflarının olduğu deri koltuklar ve altın işlemeli lüks tasarımlar dikkat çekiyordu. Odanın ortasında bulunan büyük bir avize gözleri kamaştırmaya yetiyordu. Ben etrafı incelerken odadan çıkışları da kontrol etmeyi ihmal etmedim. 6 adet cam vardı ancak şebekeler olduğundan oralardan çıkmanın pek imkânı yok gibiydi. Rafların arkasında eğer özel bir kapı yoksa bu odadan tek çıkış az önce girdiğim kapıydı. Tek ihtimaller beni oldukça rahatsız ederdi özellikle yaklaşık beş yüz zencinin olduğu bir villanın içindeyken.
Güzel giyimli bir adam yanıma geldi ve oldukça kibar şekilde benimle konuştu.
“Bay Vasquez hoş geldiniz. Buyurun istediğiniz yere oturun Bay Safir sizi 5 dakika bekleteceğini söyledi. Lütfen kusura bakmayın bu sırada size soğuk bir meşrubat ikram edelim. Dışarısı oldukça sıcak.”
Normalde kurallarım gereği kurbanlarımın evinde içecek tüketmezdim ancak şüphe uyandırmamak ve nezaketimi göstermek adına kabul ettim.
Kısa sürede meşrubatım geldi. Bardağımı alıp soğuk meşrubat ile boğazımı serinletirken odada sekiz adet zenci saymıştım. Safir’in gelişi ile bu sayı artacaktı elbette.
İçeceğimi yerine bıraktığımda odaya yine güzel giyimli uzun ince sakalsız hafif burnu büyük bir adam girdi. Saçlarının ortası yok yanları ise beyazlamaya başlamıştı. Onunla birlikte içeriye 4 adam daha girmişti.
“Bay Vasquez, evime hoş geldiniz.” Elini uzattı ve aynı nezaketle elini sıktım.
“Hoş bulduk efendim. Sizinle tanışmak büyük bir şeref.”
“Ne demek. İçecek bir şeyler almış gibi görünüyorsunuz. Başka bir arzunuz var mı?”
“Hayır yeterli.”
“Ben masamdan birkaç dosyaya bakıp geliyorum lütfen keyfinizi bozmayın.”
Gülümsedim. Bu arada aklıma gelen planı kafamda tartıyordum. Uygun zamanı bulup silah gösterme sırasında Safir’i rehin alıp villadan onunla çıkmayı planlıyordum. Benim villadan canlı çıkmam için Safir’in de villadan çıkması şarttı. Onu tenha bir yere götürüp kafasına sıkar fotoğrafını çeker ve bu kurumuş şehirden ayrılırdım. Oldukça basit görünüyordu.
Safir oturduğum koltuğun çaprazına oturdu ve dosyayı incelemeye başladı. Bu sırada benimle konuşmayı da ihmal etmedi.
“Bay Mabad nasıl?”
“Çok iyiler efendim. Selamları var sizlere ben isterseniz konuya gireyim?”
“Konu? Ha şu uziler? Evet bahsetmişlerdi. Elbette dinliyorum sizi. Bu arada misafirimiz var o da sizin gibi bir tüccar bize katılsa sorun olur mu?”
Bu olay beni pek alakadar etmemişti o yüzden sorun da olamayacaktı.
“Tabi ki bana sormanız bile hata.” Safir gülümseyip yanındaki adamlardan birine işaret yaptı. Bu sırada sıcağı hala bünyemden atamadığımı ve uykusuzluğun bünyeme etki gösterdiğini fark ettim.
İçeriye oldukça kilolu ve kalın top sakalı olan kel bir zenci girdi. Üzerinde şık bir takım ile oturdu. Hiç kimseye bir şey demeden ayak ayak üzerine atıp boynunu kaşımaya başladı. En sonunda cebinden bir mendil çıkarıp kilolarının sebep olduğu yoğun teri silmeye başladı. Bu sıcakta insan nasıl bu kadar kilolu kalabilirdi o da ayrı bir cevaplanması gereken soruydu. 
“Sizi dinliyorum devam edin Bay Vasquez”
“Beni? Evet, uziler..” aptallaştığımı hissettim.
“Bu arada tanıştırayım misafirim bu Hassan Mabad”

Bir anda dona kalmış Safir’in gözlerine şaşkınlıkla bakıyordum. Ardından kafamı şişman zenciye çevirdim. Bana bakıp bıyık altı sırıtıyordu. Ama nasıl ve neden? Beni o göndermişti ve ben onu tanımıyordum. Paul,Mabad ,Safir,Ahad ve bu villa kafam iyice karışırken çenemin uyuştuğunu hissettim. Beynimde karıncalar yürüyordur ve göz kapaklarım ağırlaşıyordu. Karıncalar kısa sürede çoğalıp tüm vücuduma erişiyordu. Hayır, bu ne korku nede sıcaktı. Bunun tek sebebi içtiğim lanet olası meşrubattı. Ayak parmak uçlarımın da uyuştuğunu fark ederken kurallarımı çiğnememem gerektiği bir tokat gibi yüzüme çarpmıştı. Kendimi geriye yasladım ve tavandaki avizeye baktım. Avizeden yüzlerce görüyordum belki yüzlerce taş.. Yüzlerce yansıma..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder