17 Ağustos 2015 Pazartesi

-Bölüm 4- Cehennemi Yaratırken (Güncel Kısım 1)

İkinci kez çalıştırıp özellikle arabayı içi çamur dolu küçük bir çukurun üzerine sürdüm. Biraz çamur beni daha iyi hissettirebilirdi.
Ulusal Camii’nin kuzeybatısında kalan büyük kaya adı verilen bölgenin diğer kısmında başıboş bırakılmış evlerin en lüksünü arıyordum. Ulusal camii demişken; Nijerya’da en fazla Müslümanlık yaygın, kendilerine Hanefi ve maliki diyen iki mezhep bu ülkede dini bakımdan Müslümanlar tarafından ele geçirilmiş diyebilirim. Terör bakımından ise hristiyan ülkelerden çok Müslüman ülkelerden yardım alıyorlar .Tabi hemen sonrasında hristiyanlık ve bunun yanında birçok enteresan inanış biçimi var. Hiçbiri beni ilgilendirmiyor ancak beyaz bir elbise ile donsuz dolaşan zenciler canımı sıkmıyor değildi.
Arabamı park edip yürümeye başladım. 50 metrenin sonunda çok küçük bir villanın kapısını tutan iki adam vardı. İkisi rahat giyimli beyaz adamlardı bir nevi onları gördüğüm için mutlu bile olmuştum. Belimdeki silahı ve bıçağı kontrol ederek onlara doğru yürüdüm.
“İyi günler beyler.”
“Akşam oldu. Ne istiyorsun?”
“Sonuçta gün bitmedi değil mi? Sanırım kayboldum.”
“Nereye gitmek istiyordun.”
“Caldwell adından bir adamı arıyorum.”
Adamların ikisi birbirine bakıp üzerime doğru yürüdüler
“Sen kimsin?”
Doğru yere gelmiştim.
“Bay Caldwell’i öldürmeye gelmiştim.”
Karşımdaki adam sırıtmaya başladı ve ben tam bu sırada dirseğim ile suratına sert bir darbe indirdim. İkinci adam hamlesini yapmak için hazırlanırken bir döner tekme ile suratına onu bayıltacak bir vuruş yaptım. Ağzından ve burnundan kan çıkan adam yerde yatıyordu. İlk darbeyi vurduğum kişinin son olarak da ensesine bir dirsek vurarak bayılmasını sağladım. İçeri hızlı adımlar ile yürümeye başladım kesinlikle acele etmiyordum. Belimden silahımı çıkarıp bu kez villanın kapısında duran iki adama ikişer kurşun sıkarak onları oyun dışı bıraktım. Hızlı adımlarım koşmaya başladı ve kapıya sert bir omuz atarak içeriye daldım. Bu kez silah seslerine doğru koşan adamlardan birinin üzerine atladım. İçeriden başka bir siyah adam geldi. Beyaz adamın sırtına atlamış boğazını sıkıyordum. Bu sırada siyah adam bana hedef almaya çalışıyordu ancak bu onun için çok zordu. En sonunda beyaz adamın boğazını tek elimle sıkarken belimden bıçağımı çıkarıp kalbine sapladım. Adam yere yıkılırken silahımı çıkarıp siyah adamı omzundan kör bir atışla vurdum. Bıçağı beyaz adamın kalbinden çıkarıp bu kez omzundaki yara ile kıvranan adamın kalbine sapladım. Enteresandı bu kadar gürültüye rağmen Caldwell ibnesi hala aşağıya inmemişti. Bıçağımı çıkarıp herifin kıyafetleri ile temizledikten sonra yukarı kata çıkıp odaları aradım. Bir odanın içinde birkaç tane çıplak kadın seslerden korkmuş şekilde saklanıyorlardı. Daha fazla aramak istemedim.
“Hey.. Hey!”
Korkudan sadece çığlık atıyorlardı.
“Hey adam nerede!? Söylemezseniz hepinizi tek tek vuracağım.”
İçlerinden birisi ağlayarak ‘Banyoda’ dedi. Ve devam etti ‘Banyoda koridorun sonunda lütfen ‘
Kapıyı kapatıp koridorun sonundaki banyonun kapısına sert bir tekme atarak kırılmasını sağladım. Bana verilen resimdeki tarife uyan oldukça sıska tipli ince top sakallı kel bir beyaz içi dolu küvetin içinde kafası güzel şekilde uzanmıştı. Kafasını çevirip bana baktı.
“Sende kimsin ? Hiç yerlilere benzemiyorsun?”
O an bu kadar aksiyon ve sese rağmen böyle tepki verebilecek bir adamın ciddiyetten anlayacağını sanmıyordum.
“Elbette yerli değilim. Ben seni bu Kızılderililerden kurtaracak olan soluk denizliyim. Hadi gidiyoruz. “
Caldwell ince sesi ile rahatsız edici bir kahkaha attı. Zar zor ayağa kalktı ve ellerini penisine götürerek testislerini sıkmaya başladı.
“Beni kandırabileceğini mi sanıyorsun? Bak hala toplarım ve ben yaşıyoruz seni geberteceğim.”
“Hadi Caldwell kimse kalmadı. Fazla uğraştırma beni”
“Biliyor musun sen baya komiksin ama gözlerinde farklı bir şey var. Yok sen.. Sen o herkesi güldürüp yalnız kalınca köşeye çekilip ağlayan palyaço musun?”
“Hayır ben o palyaçoyu öldüren kişiyim.”
“Vay canına. Güzel laftı! Yine güldürdün beni.”
Caldwell’e yaklaşıp suratına sert bir yumruk vurdum. Kapıya asılı bornozlardan birini giydirip omzuma alarak aşağıya indirip ardından bahçe kapısından çıkararak 50 metre yürüdüm. Wrangler’ın bagajını açıp Caldwell’i içine attım. Ardından arkadaki ipler ile ellerini ve ayaklarını bağlayıp ağzına bir bant çektim.
Yol boyu tüm karayolunda boş boş gezindikten sonra Abraj karayoluna girip Safir’in bahsettiği bataklık bölgesine doğru arabamı sürdüm. Bu sırada Caldwell uyanmış bagajı tekmeliyordu. Önce durulmasını bekledim ancak duracak gibi değildi. Arabamın bagajında bir canlıdan çok her zaman ölünün olmasını tercih ederdim ve genelde her zaman ölüler olurdu. Arabayı sağa çekip aşağıya indim, ardından bagajı açıp Caldwell’in ayılmış gözleri ile karşı karşıya kaldım.
“Tam senden hoşlanmaya başlamışken neden rahat durmuyorsun?”
Caldwell bagajın içinde çırpınmaya devam etti. Arabam dünyadaki her canlıdan daha değerliydi ve keş bir beyazın onu tekmelemesine izin veremezdim. Suratına sert bir yumruk vurarak bayılmasını sağlamaya çalışsam da bunu ancak üçüncü yumrukta gerçekleştirebildim. Sonunda bataklık yoluna girmiş arabam istediğim pisliğe bulaşmıştı. Biraz daha yol yaptıktan sonra artık ilerleyemeyeceğimi fark ettim. Cladwell’i sırtıma alıp ormanın içine girdim. Biraz yürüdükten sonra yakılmış ateşe doğru sessizce ilerledim. Biraz daha yaklaştıktan sonra adımlarımı rahatlattım çünkü karşımda ayrılmaz üçlü ve birkaç adamı vardı. Çalıların arasından çıkar çıkmaz tüm silahlar üzerime doğruldu
“Hey sakin olun millet. Paketi getirdim.”
Caldwell’in baygın bedenini bataklığın yanına attım. Safir ve diğerleri kel adama şaşkınlıkla bakıyordu. Safir bir anda kızgın gözler ile bana baktı
“Sana onu canlı istiyorum dedim!”
Adamlardan birinin matarasını alıp Caldwell’n suratına boca edip birkaç tokat ile ayılmasını sağladım. En sesinden tutup yerde oturur hale getirip ağzındaki bandajı çektim. Caldwell’in suratına yapışan bant çıkar çıkmaz ona bir ağda acısı uyandırdı.  Safir’e döndüm.
“Senindir” dedim ve kenara çekildim. Artık sorgulama sırası onlarındı. Safir oldukça ciddi bir sesle dizlerinin üzerine çökmüş Caldwell ile konuşmaya başladı ben olsam onunla konuşurken bu kadar ciddi olmazdım.
“Bay Caldwell bu şekilde geldiğiniz için üzgünüz ancak hiçbir şekilde yanaşmadınız.”
Caldwell ayılmıştı ve sonunda onun ciddi halini görebilmiştim.
“Ben kendimi hiç kimse için pazarlamam. Sizin gibi ülke sevdası deyip insanların cebindeki paraları kendi cebine atanlara hiç satmam!”
“Caldwell kendini çoktan Boko Haram’a sattın. Ahad ilk başta yeni gelen eleman neydi adı.. Elirich.. Onunla görüşmen için ikna etmedi mi? Temiz olup olmadığını önce sen belirleyip ardından onu adresler ile salmayacak mıydın?”
“Ahad en azından kime çalıştığını biliyor. Ve ister inan ister inanma sizin vaktiniz doldu. Boko Haram ve Ahad Nijerya’nın sahibi.”
“Adresler nerede?”
“Kıçıma soktum gel de al”
Safir bir göz hareketi ile iki elemanını harekete geçirdi. Karanlıkta görmekte zorluk çektiğim iki zenci önce Caldwell’e sert bir yumruk attı. Arından diğer elindeki kerpeteni direk ağzına soktu ve Safir’e baktı. Ondan işaret bekliyor gibiydi.
“Şimdi Caldwell tekrar soruyorum adresler nerede?”
“Elrich’de. Adresleri ona verdi. “
“Neden güvenmediği birine adresleri versin?”
“Ahad sandığından da zeki bir adam bana da güvenmiyor.”
“Peki Elrich? O nerede?”
Caldwell gülümsemeye ardından kahkahalar atmaya başladı. Ağzında kerpeten olan bir beyaza göre oldukça neşeli görünüyordu ama bu fazla sürmedi Safir bir el hareketi ile neşesini bir anda çığlıklarla harmanlanmış acıya dönüştürdü. Zenci kerpeten ile Caldwell’in dört yada beş dişini bir anda çekti. Ağzı kanlar içinde yere düşen Caldwell acıdan çırpınıyor ve tek yapabildiği şeyi yapıyor; çığlık atıyordu.
Biraz daha durulduktan sonra yine sırıtmaya başladı ve Safir yine sordu.
“Elrich nerede!?”
“Eğer söylersem beni serbest bırakır mısınız?”
“Elbette Caldwell sen kendi çöplüğünde debelenen sıradan birisin. Kimseye karışmazsın. Amacım seni öttürmek.”
“Siz burada otururken Ahad’ın hareket halindeki iki adamı çoktan Elrich’i otelinden almaya gitti.Aptallar!” Koca bir kahkaha bıraktı ardından devam etti “Enyama Oteli”
“Spinoza otele onlardan önce git ve Elrich’i öldür. Onun yerine geç ardından müsait bir telefondan beni ara.”
Bana hemen elindeki bir kartı verdi. Üzerinde tek bir telefon numarası yazıyordu. Aslında söyledikleri basitti kısa yoldan bana köstebek olmamı söyledi. Öncesinde Elrich’i öldürmem ve zamanla yarışmam gerekiyordu.
“Bu arada şu kafası testis topuna benzeyen adamı öldür.”
Caldwell bir anda şaşkın gözler ile önce bana sonra Safir’e bakıyordu.
“Ama söz verdin! Bırakacaktın.. Lütfen.. Ne ol..”
Ve kulakları çok kısa süreliğine sağır eden bir sesin eşliğinde Caldwell’in kafasına girip çıkan tek kurşun onun rahatsız eden sesini kesmişti. Bu esnada Johari dahil herkes bu kadar seri olmamı hayranlık ve büyük bir vahşet ile izliyorlardı. Silahımı geri yerine koyup onlara aldırmadan arabama koştum ve gazladım.
Elimden gelen sadece gazı köklemek ve daha hızlı gitmekti. Enyama oteli yakınlarımızdaydı. Tek sıkıntı karayolunun engebeli olmasıydı. Ama Wranglerim ve ben bunu da aşmasını bilmiştik. Aklımda hiçbir plan yada kural yoktu. Olabildiğince hızlı şekilde doğaçlama yapmam gerekiyordu.  15 dakikalık bir yolun ardından arabayı otelin önünde durdurup koşarak resepsiyona girdim.
“Buyurun efendim nasıl yardımcı olabilirim.”
“Elrich.. Bay Elrich ile görüşmem gerekiyor. “
“Soyadı?”
“Kayıtlara bak telefonla ara onu beni bekliyor olmalı.”
Saçını topuz yapmış siyahî kadın iyice inceledikten sonra kibar konuşması ile devam etti.
“Hıh! İşte burada. Bir saniye”
Kısa bir telefon konuşması gerçekleştiren kadın yeniden bana döndü”
“216 numaralı oda dördüncü kat. Sizi bekliyor efendim.”
“Şey.. Bir şey daha sorabilir miyim?”
“Elbette.”
“Bay Elrich’e iki misafir daha gelecekti onlar geldi mi?”
“Hayır efendim Bay Elrich’i ilk siz sordunuz.”
“Pekâlâ iyi akşamlar.”
Dört kat merdiven çıktıktan sonra 216 numaraları odanın kapısını çaldım.
“Kimsin”
“Caldwell. Senin için geldim.”
Elrich kapıyı açtı ancak hiç centilmen değildi arkasını dönüp sanki kapıda kimse yokmuşçasına odanın içine ger girdi. Direk çantasını toplamaya başladı.
“Gidiyoruz değil mi? Bu arada telefonda sesin daha kalın çıkıyordu.”
“Sesim hiçbir zaman incelmedi.”
Arkası dönük kurbana sinsi bir kaplan gibi ağır adımlar ile yaklaşıyordum. Karşısındaki arkası dönük masum geyiğin hiçbir şeyden haberi olmaması kaplanın ağzını iyice sulandırıyordu.   
“Umarım Lagos burası kadar berb..”
Kollarımı koltukaltlarından sokarak göğsünü ve hareket alanını kısıtladım. Kollarımı iyi kilit yapar nefes almasını zorlaştırırken kendisi çırpınarak ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. O debelenirken banyoya götürdüm. Hala debeleniyordu. En sonun biraz çöktüm ve dizimle takımlarına sert bir vuruş yaptım. Dengesi bozulan Elrich biraz sarsıldı. Hiç vakit kaybetmeden kafasını tutup lavaboya vurdum. Sonra bir daha, bir daha ve bir daha… Kanamaya başladı. Kafasını lavaboya tutup kanların lağımlara akmasını sağladım. Nabzı artık atmıyordu. O kanlarını akıtırken üzerini aradım. Kimlik ve bir cep telefonundan başka bir şey çıkmadı. Hepsini üzerime alıp hazırladığı çantayı kontrol ettim.  Elrich 90 doğumlu mühendislik alanında yüksek lisans yapmış bir gençmiş.  Belgelerin hepsi bunu gösteriyordu. Kimliğinde Arnavutluk doğumlu olduğu yazıyordu ancak pasaportunda birçok Avrupa ülkesi girişi vardı. Çantasını biraz daha karıştırdığımda birkaç çizim gördüm. Bunlar birkaç silah portatifiydi. Elrich’in asıl ne iş yaptığı ve neden burada olduğunu az çok anlamıştım. Elrich bir silah tüccarı yada elçi değildi. Sanırım kendisi silah geliştiren bir beyindi ve bu kadar üstüne düşüldüğüne göre Avrupa’da iyi işler yapmış birisiydi. Çantasından çıkardığım birçok nota göz gezdirmeyi ihmal etmiyordum, bir sürü sayılar, kodlar ve anlamadığım birkaç dil. Bunları anlamam bana hala hiçbir bok ifade etmiyordu sebebi ise Safir’in plansız şekilde beni Elrich’in yerine koyması oldu. Hemen otelin telefonundan onu aradım, Dördüncü çalışın sonunda cevap verdi.
“Vaktim kısıtlı bana aklından neler geçtiğini anlat ben bu kadar ayrıntı bilmem.”
“Elrich’i buldun mu?”
“Banyoda kan kusuyor şuanda ve adamlar hala gelmedi.”
“Bundan sonra adın Elrich. Herkes sana öyle hitap edecek. Merak etme seninle birlikte geleceğiz artık içeride adamımız var hem hiç kimse seni tanımıyor. Sadece rahat ol ve biraz bilimsel konuş. Koloni kamplarındakiler sadece adam öldürmekten anlar. İyi şanslar Spi.. Pardon. Bay Elrich. Varınca mutlaka yerini bildir.”
Safir telefonu yüzüme kapattı. Cebimden hemen az önce Elrich’den aldığım cep telefonunu çıkarıp şarjını kontrol ettim. Etraftaki belge kimlik ve bir takım notları da sırt çantasına koyup yatağının üzerine bıraktığı deri ceketi giyindim ve Ahad’ın adamlarını beklemeye koyuldum.
Yaklaşık beş dakika sonra kapı altında iki adamın gölgesinin olduğunu gördüm. Hiçbir hamle yapmıyorlardı sanırım sadece dinliyorlardı. Aklımdan geçen onlara resepsiyondaki kızın bir beyazın gelip Elrich’i sorduğunu söylemesi oldu. Biraz zaman sonra kapı çalındı.
“Kimsin!”
“Bay Elrich’i arıyoruz”
“Kendisi ile konuşuyorsunuz bekleyin.”
Kapıyı açtım ve iki adam içeriye girdi.
“Kadın bir adamın daha geldiğini söyledi.”
“Lanet olsun bana hiç mi saygınız yok? Hiç mi değer görmüyorum? Adam az kalsın beni öldürüyordu!”
“Nerede o?”
“Size gerek kalmadı. Bunlar bizzat rapor edeceğim.”
“Burası başkent ve her yerde çevirme var geç kaldık.”
“Size var da bu adama yok mu?”
Kısa süreliği bir sessizliğin adından zencilerden biri adamı aradı ve hiçbir şeyin olmadığını söyledi.

“Buyurun isterseniz artık gidelim. Yeterince geç kaldık.”

14 Ağustos 2015 Cuma

-Bölüm 4- Cehennemi Yaratırken

Gözlerimi devirip önüme doğru bakarken aynı benim gibi yanımda da kendi yoluna bakan adamlar görüyordum. Çamurlu patika kapalı bir hava ve hayatlarının neden böyle boktan ilerlediğini sorgulamayacak kadar umutsuz ve tepkisiz kalan narsist zenciler. Bir nevi onlar bu kıtada nasıl hayatta kalabileceklerini çözebilecek kıvama gelmiş insanlardı ki tüm bunları yapmalarının sebebi zekâları değil yaşadıklara forma sağladıkları uyumla alakası vardı. Dostoyevski’ye göre insanı hayvanlardan ayıran en büyük özellik bizlerin yani insanların yalan söyleyebilmesiymiş. O ihtiyara katılarak söylüyorum ki bu gerçek hayvanları bizden daha şerefli kılıyor. Yaşam formuna dönecek olursak evet aynı tundra ikliminde yaşayan bir hayvanın soğuğa duyarlı olup ondan korunması içip tüylerini çıkarabilmesi gibi. İşte bu yanımdaki sadık zencilerde kan iklimine uyum sağlamaya çalışan birer hayvandan farksız bireylerdi. Onlar için gurur 20. Yüzyılda kaldı. Belki 19 belki daha eski.. Onlar hayatta kalmak için kendilerinden güçlü insanların sözlerine boyun eğmeyi ve hayatları için gerektiğinde kendilerini bile hiçe sayabileceklerini yaşayarak ve gördükleriyle öğrendiler. İşte bu iklime alışmış hayvanların eşliğinde kendi kurallarımı yıkarak Abuja’nın belki de en güçlü adamının evine giden toprak patikada hayatın anlamını sorguluyor bu boktan zencilere bir kez daha acıyordum. Belki acınması gereken kişi başta bendim ancak insan kendini sorgulamaktan zerre keyif almayan bir varlık ve bu benim nedense canımı yakmıyor aynı diğer insanlar gibi.
Düşüncelerim ile sıradanlığın dibine vurmuşken Birkaç gece önce Johari sayesinde evinden kaçtığım Safir’in en üst düzeyde korunan malikânesinin sonunda avlusuna girmiştim. Kapıda Safir beni bekliyordu. Beni gördüğüne hiç mutlu olmamıştı ama suratındaki şaşkın ifadeyi gizlemesi oldukça güçtü.
“Aynı bu saatlerde evimden defolup gittin neden geri dönesin?”
“Bilmem. Belki canım sıkılmıştır. Belki kafayı fazla çekmişimdir. Yada rahatlamaya ihtiyacım vardır. Kim bilebilir?”
“Canımı sıkma Spinoza. Ne bok yemeye geldin buraya seni öldürmemem için bir sebep söyle.”
“Teklifinizi düşündüm ve kabul ediyorum eğer sorgulamanız bitti ise bir bardak Jhonnie Walker içip şartları konuşmak istiyorum.”
Safir gülümsemeye başladı. Elbette beni içeriye alması kolay olmayacaktı. Devam etti.
“Yani içeride kıçından kan gelene kadar dayak yediğin halde bizimle olmayı kabul etmedin ardından bu evden kaçtın tam kurtulmuş rahata ermişken bizimle olmayı kabul ettin öyle mi?”
“Evet tam olarak öyle oldu.”
“Seni..”
“Hem ne derler bilirsiniz zorla güzellik olmaz”
“Bu ne sikim bir cümle.”
“Sanırım bir Ortadoğu ülkesinden hatırlıyorum tam emin değilim ayrıca şuan kafam oldukça güzel gibi başım beni öldürüyor.”
“Ahad’a gitmediğini nereden bileyim? Ya bu senin beni öldürmek için yeni bir oyununsa?”
“Eğer seni öldürmek isteseydim buradan kaçmadan önce odana gelip kafanı değersiz vücudundan ayırabilirdim değil mi?”
“Beni yorma Spinoza! Beni inandır” sesini oldukça yükseltmişti. Haklıydı sesini yükseltmekte baya sinir bozucuydu eğer karşımda ben olsaydı suratına çoktan bıçağımı saplamıştım.
“O orospu çocuğunun beni de öldürtmek istediğini duydum paramı alamadım ve bu kadar zahmeti bana yaşattığı için o pisliğin can çekişmesini istiyorum ayrıca buraya bedavaya gelmedim ben kaliteli bir fahişeyim.”
O sırada alındığından mı bilmedim ama balkona Johari çıktı. Kafamı kaldırıp güzelliği ile gözlerimi biraz ödüllendirmek istedim. O da beni bu kadar kısa sürede beklemez diye düşünüyordum fakat pek şaşırmamış gibiydi.
“Bayan Johari kocanız oldukça inatçı! Hepinize sesleniyorum ya beni içeriye alın şartları konuşalım ya salın yada tüm midemi ucuz mermileriniz ile doldurun.”
“Tanrım bu adam kafayı iyice bulmuş! İçeriye alın onu.”
Ben ve kafayı bulmuş inadım bu raundu kazanıp içeriye doğru yürüdüm. Bu kadar baş ağrısı buraya gelmeden önce aldığım alkol başımı döndürse de en az beş zenciyi dövebileceğime kendimi inandırmıştım.
Beni meşrubat ile bayıltıp ırzıma geçtikleri çalışma odasına girip deri koltuklardan birine kendimi attım. Tüm yüzsüzlüğüm ile sek viskimi isteyim koltuğa yayıldım. Kafamı en son binlerce ışığını hatırladığım avizeye doğru yönelttim. O kadar da çok ışığı yokmuş.  Viskim geldi ve koca bir yudum alıp ilk viski içerken tüm vücudumuzda ürkme yaratan o his uyandı. Bu his normalde boğazda bir yakma ile kesilirdi fakat o kadar çok içkinin ardından bende kusma isteği uyandırdı. Tabi kusmadım. Henüz.
“Bay Spinoza iyi misiniz?”
“İyi olmam seni mutlu eder mi?”
“Hayır. Sanırım pek bir şey fark etmezdi.”
“O zaman ne sikime soruyorsun?”
Safir bozulmuş şekilde gözlerime baktı. Sanki gözlerinde ‘Sana ihtiyacım olmasa derinden kendime güzel bir ceket yapardım’ sözleri vardı. Hala bana ihtiyacı var ve bu beni şımartıp vurdumduymaz bir adama dönüştürüyordu. 
Bardaktaki tüm viskiyi fondip yapıp bir tane daha istedim. Ve istediğim gibi geldi. Elbette gelecekti.
Johari aşağıya inmiş neredeyse kocasının kucağına oturacak şekilde yanına sırnaşmıştı. Bu bana acı yerine bir iğrenme hissi uyandırıyordu.
“O iyi mi?” diye sordu kocasına.  O da her insanoğlu gibi konuşma yeteneğini kullanarak cevapladı.
“Bilmiyorum ama iyi olacağına eminim. Şu durumda önemli olan dürüstlüğü”
Biraz gülümsedim ve ardından içten gelen koca bir kahkahayı tüm odanın boşluğuna bıraktım. Dürüstlükten bahsediyordu. Afrika’da sadece paraya tapan bir adam kapınıza kadar gelmiş ve paraya ihtiyacı var bunun neresi sorgulanabilir ki?
“Bay Spinoza isterseniz bunları sabah konuşalım?”
“Hiç gereği yok şu an oldukça keyfim yerinde ve iş konuşmak istiyorum. Henüz saygı değer karınız da buradayken anlaşmamızı yapalım ancak beğenmezseniz bile ya beni öldürün yada güzel bir oda verin onda anlaşalım önce.”
“Pekâlâ.”
“Size benim geleceğimi haber veren en yakın arkadaşım Paul’a buradan kaçar kaçmaz uğradım. Yaşamak için bana diğer düşmanlarımı da anlattı. Başından beri Ahad planlamış burada ölmemi istiyormuş alacağını benim sayemde almış.  Amacı sizin Pazar payınız değil biliyorum sizde silah satıyorsunuz fakat önemli bir değeriniz yokmuş yani silah pazarında anlatabiliyorum değil mi?”
“Ne yani bundan haberiniz yok muydu?”
“Elbette yoktu neden olsun ki tanrılar aşkına bu zamanda bir insanın şerefi ile çalışması ne kadar zor. Siz siyahlar başta böyle şerefsizken biz beyazlar nasıl duralım?”
“Devam et.”
“Ona inanmadım ilk ancak Ahad’ın bana verdiği süre geçtiği halde öl bedenini ona göstermedim bunun onu endişelendirip beni aramasını gerektirirdi ama aramadı. Paul’a bana verdiği aynı numarayı görünce her şeyi anladım ve o raya nihayetinde tek başıma gidemezdim bu yüzden hem size iş yaparak para kazanırım hem de Ahad’a acı veririm diye düşündüm.”
Konuşma oldukça boğazımı kurutmuştu. Viskimden koca bir yudum alıp Johari’nin gözlerime büyük bir hayal kırıklığı ile bakmış olduğunu gördüm. Belki de beklediği bir dürüstlük temsilcisi olarak gelip ölen çocuklar ve kendisinin söylediklerinden etkilenip buraya o şekilde geldiğimi açıklamamdı. Bunları anlatsam sabaha kadar kendisi ile sevişebilirdim fakat bu hakkı kaybetmiş gibiydim. Büyük bir kayıp olsa da zararın bir köşesinden dönmeyi boku tam anlamı ile yemeden başarmıştım ve bunda karşımda bana hayal kırıklığı içinde bakan kadının payı büyüktü.
Ona içimde olduğum karmaşayı anlatamazdım. Kendimi bu şekilde inandırmış, bu şekilde para düşkünü ruhsuz taş kalpli bir adam olarak lanse etmeyi başarmıştım. Her ne kadar kendisi beni öyle görse de anlattıklarım Safir’in işine gelmişti, ilk kez bana parlayan gözlerle bakıyordu çünkü hikâyemi destekleyecek kanıtlar ve bir adet ben vardım tam karşısında oturuyordum.
“Size inanmak istiyorum Bay Spinoza gece birkaç araştırma yapacağım. Üst katlardan birinde size misafir odalarının birinde ağırlamak isteriz. Yarın sabah kahvaltıda görüşürüz.”
“Demek misafirler için sadece karanlık zindanlarınız yokmuş”
“Misafire göre Bay Spinoza”
Pantolonumu çekip ayağa kalkarken deri koltuk cızırtısı kulakları rahatsız etse de kalkar kalkmaz gelen baş dönmem az önce ilk yudumu aldığım viskiden gelen ürperti hissini geri çağırmıştı. Boğazıma gelen Jhonnie Walker inanılmaz şekilde midemi bulanırmış ve büyük çalışma odasının en pahalı döşemelerine tüm kusmuğumu bırakmıştım. Bir anda yere düştüm ve yerde kusmaya devam ettim. Bir adet vicodin ve bolca alkollü içki içimden çıkmış tüm çalışma odasını kokusuyla zehirlemişti. Ayağa kalktım ve gözlerimin bayılmış olduğunu hissettim.
“Bu da size minnettarlığımın hediyesi olsun sikikler”
Johari hemen olaya müdahale etti ve beni uzaklaştırdı.
“Ben ona yardımcı olurum” diyerek bana yolu gösterdi.
Uzun bir yürüyüşün ardından kendisi ile hiç konuşmadık. Beni önce bir banyoya geçirip üzerimdekileri çıkarttı. Sadece bokserım ile kaldım. Tüm elimi yüzümü kendisinin yardımı ile yıkadım. Bu kadar olayın içinde olması pamuksu ellerini bir erkek eli gibi sertleştirmişti. Yine de şikâyetçi değildim. Dünyalar çirkini yüzüme belki dünyanın en güzel kadını ilgi gösteriyordu bunundan şikâyet etmek büyük terbiyesizlik olurdu.
Havluyla yüzümü ve vücudumu silip beni yeniden koridora çıkarıp yürütmeye devam etti. Bir kapıdan içeri girip orta büyüklükte oldukça lüks bir odada buldum kendimi. Çıplak ayaklarım duvardan duvara kaplanmış halılara basıyordu. En sonunda yatağa oturdum ve etrafa bir aptal gibi boş boş bakınmaya başladım.
“Neden geri döndün?” diye sordu Johari.
“Nedenini anlattım. Tekrar anlatacak durumda değilim.”
“Ben gerçek nedenini sordum.”
“Gerçek neden diye bir şey yoktur tek bir neden vardır o da bahsettiğin gerçek nedendir onu da aşağıda anlattım.”
“Anlamıyorum geri dönebilirdin. Neden bizim için geri döndün?”
“Sizin için mi? Hayır kesinlikle sizin için dönmedim hatta sikimde bile değilsiniz sen senin gözlerin nede kocan.”
“Gözlerim ne alaka?”
“Her seferinde neden böyle kocaman bakıyorsun daha doğrusu nasıl bunu beceriyorsun?”
“Bilmiyorum. Sorularıma yanıt ver.”
“Sorularına yanıt aldın Johari. Daha iş yaptığınız insanlara bile saygınız kalmamışken neden sözlerinizin hatırına geri döneyim ki?”
“Bir şey gördün değil mi?”
“Evet bir şey gördüm ama her zaman gördüğüm şeylerden farklı değildi.”
“Yine bu arazinin içinde yakınlarımda uyuduğunu bilmek güzel.
Johari az önce temizlediği yüzüme o hiçte yumuşak olmayan elleri ile dokundu. Sakin onun ellerinde yaratılışımda olan bir şey vardı ve bir anda yumuşuyordu. Suratımın ilk kez güzel olduğunu hissediyordum. Sanki dokunduğu her şeyi altına dönüştüren bir büyücüydü. Ama büyücüler zenci olmaz derdi dünyayı sikine takmayan babam. Bilmiyorum belki vardır ama o hiç tanımamıştı. Nerden bilebilirdi ki uydurma hikâyeler anlattığı oğlunun bir gün zenci bir büyücü ile tanışacağını.. Johari ıslak dudaklarını kokuşmuş ağzıma dayadı ve dilini usulca dilim ile buluşturdu. Bu pek masum olmayan oldukça ateşli bir iyi geceler öpücüğüydü.
“İyi geceler Spinoza. Sabaha görüşürüz.”
Çıkarken ışığı kaparken bana baktı hala bir tepki bekliyordu. Bende gözlerimi kapatıp gülümseyerek onaylar şekilde kafamı salladım. Çarşafımın içine girdim.
Uyudum.
Gözlerimi açtığımda sanki tüm dünya kafamın üzerine oturmuş benimle dalga geçiyordu. Kafamın içindeki baş ağrısı sanki ayılmama engel oluyordu. Dilimde sanki hiç su içmemiş yeni doğmuş bir çocuğun suya olan hasreti vardı. Çarşafımı yere fırlatıp zar zor yatağıma oturdum. Sanki birileri çekiçle ense kökümden kafama kadar vurmaya başlıyordu. Zar zor ayağa kalktım. Saatin kaç olduğunu bilmeden odanın içinde yürümeye başladım. Penceremi açıp ışığa doğru bakarken gözlerim sanki tecavüze uğradı. Biraz daha ayıldıktan sonra kıyafetlerimin temizlenmiş şekilde komidinin üzerinde olduğunu gördüm. Giyinip aşağıya inmeden banyoda elimi yüzümü yıkayıp iyice kurulandım. En sonunda ayna ile göz göze geldik. Diğer günlere nazaran daha da çirkindim. Gözaltlarım adeta siki tutmuş gibi bana bakıyordu. Aldırmadan aşağıya indim ve üç kişinin oturduğu yuvarlak bir kahvaltı masası beni bekliyordu. Safir’in sesi ile kulaklarım da güne merhaba dedi.
“Günaydın Bay Spinoza! Geç kaldınız buyurun bize katılın.”
Kafamı sallayıp merdivenleri teker teker indim.  Johari ve Safir yan yanaydı birde Mabad oturuyordu hepsinden uzak bir açı bularak oturdum. Kahve demliğini alıp fincanımı güzelce doldurduktan sonra acı bir yudum alarak kendime geldim. Bu sırada Mabad şişman vücudunu beslemekle meşguldü. Safir ise Johari ile oldukça neşeli bir sohbet geçiriyordu. En sonunda istemesem de ben akıllarına geldim.
“İyi uyudunuz mu Bay Spinoza?”
“İdare edebildim.”
“Dün gece söylediklerinizi hatırlıyor musunuz?”
“Elbette. Kelimesi kelimesine.” Bu sırada Johari’nin gözlerinin içine baktım.
“Güzel içimde sarhoş olduğunuz için bunları hatırlamamanız kaygısı vardı.”
“Biraz kafam güzeldi hepsi o kadar. Döşemeleriniz için kaygılandıysanız o ayrı..”
Safir biraz iğrenmiş gibi duruyordu. Bıçağını bırakıp ağzını bir beyefendi gibi peçete ile nazikçe sildi. Bende o sırada kahvemden ardı ardına iki yudum alarak kendime gelmeye çalışıyordum. Bir peynir parçası ağzıma atarak kokuyu bir nebze giderebilirdim.
“İşe Abuja’dan başlayacağız Bay Spinoza bize istediğimiz bir adamı getireceksiniz bu sayede hem size güvenim tam anlamı ile pekişmiş hem de işimizin ilk safhasını gerçekleştirmiş olacağız. “
“Elbette. Kaç kurban var ve önemleri ne? Adam başı ne kadar kazanacağım ve bu boktan iş ne zaman sona erecek?”
“Abuja’da istediğimiz iki adam var. Ardından Lagos’da sizin sayenizde Ahad’ın ele geçirdiği kolonileri havaya uçuracağız.”
“Size getirmemi istediğiniz iki adam mı var diğerlerini roket atar vs uçursanız? İki adamın işini bitirip gitsem?”
“O iki adamın işini bizde bitirebiliriz ancak bu size güvenle ilgili. Ayrıca şuanda herkes sizi ölü biliyor o kolonilere aynı buraya girdiğiniz gibi girebilir uzaktan kumandalı patlayıcılarımızı içeriye sokabilirsiniz. Bahsettiğiniz roket atar işi oldukça külfetli ayrıca istediğimiz sonucu vermez. Büyük bir kamptan bahsediyoruz. Koloni neredeyse Boko Haram’a satıldı.”
“Tüm koloni mi?”
“Elbette. Büyük bir şey planlıyorlar ve elimizi hızlı tutmalıyız. Daha fazla güç kazanmamız içi bu adamlara ve istihbaratlarına ihtiyacımız var.”
“Kim bu adamlar?”
“İkisi de beyaz. Birisi uzun zamandır burada. Diğeri de yeni geldi adı Elrich. Onun yerine geçerek kolonilere gideceksin. Ahad onu bekliyor. “
“Buna da tamam.”
“Fiyata gelelim. Ne kadar istiyorsunuz?”
“Dolar. 94bin. “
“Neden dolar?”
“Paranın direk hesabıma yatmasını istiyorum belki biraz tatile çıkarım.”
“Çok para bu.”
“Elbette çok para ve en sevdiğim. Biliyor musun Safir Benjamin Franklin’in vesikalık fotoğrafı aynadaki yüzümden daha çok mutlu ediyor beni. “
Safir gülümsedi. Mabad ise hala yiyordu.
“Paralel evrene inanır mısınız Bay Spinoza.”
“Sikeyim paralel evreni.”
Bu kez gülme sırası Johari’ye geçmişti. Gülmesinden rahatsız olmamıştım, hatta hoşuma bile gitmişti. Kahvemi yudumlayıp Mabad’ı izlemeye başladım. Ne zaman doyacağını merak ediyordum. En sonunda etrafında onu izleyen birilerinin olduğunu fark etti.
“Ne istiyorsun beyaz adam?”
“Hiç. Sadece yemeğe olan aşkınız beni hayran bıraktı. Sanki tüm Afrika’nın yarısından daha fazla karnınız doyuyor gibi.”
“Sence bu umurumda mı?”
“Bilmem umurunuzda mı?”
“Lanet olsun Safir yemek yerken rahatsız edilmekten nefret ederim bu ibneyi karşıma benimle taşak geçmesi için mi oturttun.
“Sadece eğleniyor Mabad kızma ona işimize yarayacak.”
Mabad konuşmaya devam etti. Yemeğe ara verip konuşmaya başlaması bile büyük bir başarı gibi duruyordu.
“Bu adam gittiğinde Johari’ye çok kızmıştın ama o döneceğinden emindi. İki üç gün içinde kadın haklı çıktı dostum sen ne dersen de Afrika’nın en zeki kadını ile sevişiyorsun.”
Şaşkınlık ile Johari’ye baktım. O da sanki duymamış gibi başka şeyler ile ilgilenmeye başladı. Bu sırada Safir elini Johari’nin eline götürerek gülümsedi. Onu sikmesi umurumda değildi ama sanki olayları tahmin etmiş bu kadar zeki bir kadının elini tutması baya zoruma gitmişti. Ben Johari’ye şaşkın ve çatık kaşlar ile bakarken Safir konuştu.
“Elbette öyle. “ Birbirilerine gülümsemeleri bana bir anda işkence gibi gelmişti. Kahve fincanımı bir süre sıktıktan sonra tüm kahveyi içip yenisini doldurdum.  Safir Johari ile ayağa kalkıp bahçeye çıkacaklarını ve benim yarım saat sonra çalışma odasında buluşmak istediğini söyledi. Kahvemden bir yudum alarak kafamla onaylayıp önümde pek de ilgilenmediğim gazeteyi okuyormuş gibi yapmaya başladım.
Dün gece tam ortasına kustuğum çalışma odasının deri koltuklarına oturdum.  Hiçbir şey olmamış gibi dik ve rahat bir oturuş ile vaktin dolmasını bekledim. Sonunda yarım saat doldu ve üçü sanki kurulmuş bir alarm gibi tam vaktinde içeriye girdiler. Safir önüme bir dosya fırlattı. Kapağını açıp kel ve bıyıksız bir adamın fotoğrafına baktım.
“Richard Caldwell. Burada yıllardır iş yapıyor küçük çaplı ama kaynakları için bize yanaşmıyor. Bu yüzden onu alıp bataklık bölgesine getirmeni istiyorum.”
“Adres ve diğer her şey içinde mi?”
“Elbette. Kendi aracını yıkattım benzinini doldurdular. İstediğin silahı seçebilirsin.”
“Kaçta?”
“Gece bir sularında adresteki bölgeye onu getir. Unutmadan eğer konuşmazsa tetiği her an çekmek için hazır olacaksın.”
“Sorun değil.”
Bu sırada Mabad konuşmaya girdi.
“Sana hala nasıl güvenirler bilmiyorum Paul’u iyi tanırdım ona haksızlık etmen ayrıca sinirime dokundu. Eğer bu işi beceremezsen seni ben öldürürüm.”
“Paul’a haksızlık yaptığımı düşünüyorsan o kadar da iyi tanımıyormuşsun demektir.”
“O pisliğe istediği şeyi verdiğin zaman ondan daha güveniliri yoktur. İşlerini bedavaya halletmen seni böyle bir kıtada zaten ölü konumuna sokar.”
“Kaybın için üzgünüm Mabad. Benimde istediğim bazı şeyler vardı.”
“Gözüm üzerinde Spinoza.”
Ayağa kalktım ve Safir’e döndüm.
“Başka bir şey var mı? Son 12 saatte fazlasıyla konuştum.”

“Haberlerini bekliyorum.” Dedi. Yanlarından ayrılıp malikânenin kapısından çıkarak Wrangler’ıma atladım. Başkası bindiği için oldukça rahatsızdım. Arabamı tam anlamı ile temizlemek istediğim bir şey değildi sanki tüm samimiyeti kaçmıştı. Hani az kıllı bir vajinadan hoşlanırsınız ve partnerinizin günlerden bir gün orayı sıfır tıraş ederek tüm zevkinizi kursağınızda bırakması gibiydi. 

10 Ağustos 2015 Pazartesi

-Bölüm 3- Siyahlar Ülkesindeki Kadın (Güncel Kısım 3)

Paul’a giderken gereğinden fazla hızlı yapıyordum ve uykusuzluktan kapanan gözlerime zar zor hakim olmaya çalışıyordum. Beni ayakta tutan tek düşünce Paul’un can çekişerek ölmesi ve benim bunu büyük bir zevk ile izlememdi.
Gereğinden fazla hızlı sürdüğüm Wrangler’ı kapının önünde durdurmakta zorluk çektim. Arabadan atlar atlamaz büyük bir hiddet ile içeriye girerken kapıda çırağın beni karşıladığını fark ettim
“Patronun nerede”
“İçeride efendim.”
“Toz ol buradan.”
İçeriye girip yüksek bir ses tonuyla Paul’a seslendim
“Hey Paul planın işe yaradı neredesin!?”
Paul şaşkın bakışlarla kafasını bir araba kaputunun içinden çıkarıp bana baktı. Gözleri şaşkınlıktan yerinden çıkacakmış gibi bakıyordu. Beyaz suratı birkaç ton daha açılmış, aynı bir hayalete bakar gibi bakıyordu.
“Mabad sana selam yolladı Paul bizzat iletmek istedim.”
Bakışlarını ve şaşkınlığını hala gizleyemiyor olduğu yerde dikilmiş bir buzdağına dönüşmüş gibiydi. Yüzüne bakıp gülümsedim.
“Söylesene Paul beni onlara satmanın karşılığı neydi?”
Paul biraz düşünde ve kekeleyerek konuya girdi
“Şey.. Ben”
Sesimi yükselttim
“Konuş seni ihtiyar orospu çocuğu beni kaç fahişeye sattın!”
“Mecbur kaldım evlat.”
“Bana hiç öyle söylemediler? Buraya nasıl geldim sanıyorsun?”
“Beni kokaine boğdular evlat. Kokain ve fahişelere bu dünyada bunlar daha güzel ne olabilir ki anlatsana sen söyle? Bana en çok hoşlandığım şeyleri verdiler senin dostluğundan da güzel şeyler hadi kabul et beni de sadece çıkarların için seviyorsun bunun için beni suçlayamazsın.”
İnsanların yaşı, neleri tecrübe ettikleri ve neler yaşadıkları aslında hepsi tek bir bağlantıda kırılıyor ve bu bize onların ne kadar bencil olduğunu bir kez daha gösteriyordu. Bir erkek seks yapmayı karısından daha çok seviyorsa bu onun sadakatini bir gün tuvalete atıp sifonu çekeceğine işarettir. Aynı Paul’un en çok sevdiği kokain ve fahişeler için belkide bu dünyadaki tek dostunun üzerine sifonu çekebildiği gibi.
“Evet, Paul haklısın ben de aynısını yapacağım.”
“Ne yapacaksın? İhanetimden dolayı cezalandırmak için beni öldürecek misin?”
“Hayır Paul senin tarzınla yapacağım bu işi sonuçta ben de bir insan sayılırım ve doğamda olan şeyi yapacağım, sen en sevdiğin dünyevi vaatler için dostluğumuzu öldürdün ben de seni öldüreceğim.”
“Anlamadım?”
“Fahişeler ve kokainlerin senin için en büyük zevk olduğunu ve bunlar için her şeyi yapabileceğini söylüyorsun değil mi aynı kişisel zevklerine düşkün olan basit insanlar gibi?”
“Evet öyle de denilebilir”
“Benim de kişisel zevkim bu Paul insanları öldürürken aldığım hazzı senin yaşlı kokuşmuş dostluğun dahi veremiyor bu yüzden seni öldüreceğim cezalandırmak amaçlı değil tamamen zevk için”
Paul tekrar donmuş yeniden aslında benim kiralık katil olduğum aklına gelmişti.
“Hatırla Paul önünde insanları öldürürken nasıl gülümsediğimi hatırla bu gülümsemeyi bana sen de verebilirsin tabi ellerimde can çekişirken. İhtiyar gammaz dostumu öldürmek inan bana farklı bir zevk verecek sanki bir saat boyunca penisimin zenci bir fahişe tarafından ağzında dolanması gibi hissedeceğim”
“Sözlerin yapacaklarından daha korkutucu.”
“Sözlerim yapacaklarımın garantisidir Paul.”
Bu sırada ihtiyarın duvara astığı aletlerden birine elimi götürdüm. Bu bir tornacıdan daha çok tesisatçılarda görebileceğiniz kırmızı renkte ağır tip bir boru anahtarıydı. Duvardan alıp ağır adımlarla Paul’un üzerine yürümeye başladım.
“Beni öldürmemen için sana başka bir bilgi verebilirim. Bu kez hayatını kurtarabilirim.”
“Beni ölüme yollayan bir keş benim hayatımı kurtarabileceğini mi iddia ediyor?”
Aklımda önce tüm eklemlerini elimdeki boru anahtarı ile kırmak vardı aynı bir kraker gibi dağılırken çıkan sesleri duymak istiyordum.
“Ahad.. Onu senin yolladığını biliyorum.”
“Ahad’ı Afrika’daki her pislik tanır bu bir kanıt değil” üzerine yürümeye devam ettim.
“Ahad Safir senin bana gelmen her şey tesadüf mü? İzin ver bu kez hayatını kurtarayım?”
“Ne karşılığında? Sana verecek kokainim yada fahişem yok.”
“Hayatım karşılığında”
İşte bu güzel bir anlaşma olabilirdi. Bir insanın hayatı olmasa fahişe ve kokainler de anlamsız kalırdı. Paul’un bildiği isimler onun hayatını kurtarabilirdi tabi benimkini de ancak işler karışmıştı.
“Dinliyorum. Senin için büyük bir fırsat beni ikna et.”
“Ahad başından beri senin ölmeni istiyordu bunların hepsi onun planıydı.”
“Ne yani Safir ve Ahad birlikte mi çalışıyorlar? Hadi bunu geçtim Ahad öldürmek istediği birine neden ölü biri yollasın ve beni öldürmek istiyorsa neden bunu başından yapmasın ve son olarak yahu Ahad beni neden öldürmek istesin?”
“Ne sanıyorsun o kaleye tek bir adam olarak elini kolunu sallaya sallaya girip öldürebilecek miydin? Bunların hepsi  Safir’i alt etmek için bir oyun senin bana geleceğini biliyordu tek bağlantımız olduğunu çok iyi biliyordu. Seni ne zamandır aramıyor? Hiç bunu düşündün mü?”
“Savaş umurumda değil ben bu işin içinde bile değilim ihtiyar bence üfürüyorsun”
“Ne oldu sana şu zekânı kullan ve gözlerini aç iyice bir bak etrafına bu işi kabul ettiğin günden beri içinde olmuş oldun artık Nijerya’nın iç savaşında bir rolün oldu. “
“Ne saçmalıyorsun?”
Paul sinirlenmişti ve sesini yükseltiyordu. Tüm bu olanları hala kafamda kurgulayamıyordum her şey karışık geliyordu. Karmakarışık.
“Ahad’ın öldürmek istediği iki silah tüccarı vardı onların ikisini de gayet güzel öldürdü. Sana para vermemek ve herhangi bir konuşmana engel olmak için seni öldürtmeyi seçti bu yüzden de seni o kaleye gönderdi işini sağlama almak için de bana geldi. Mabad işini Safir ile değil Ahad ile gerçekleştirdim. Çok iyi teklifi vardı ve madem sen en iyi dostum benim yüzümden öleceksin bunu hakkıyla yapayım dedim; Safir’e telefon açtım ve Ahad’ın onu öldürtmek için profesyonel bir katil tuttuğunu karşılığını verirse onu sana vereceğimi söyledim o da elbette kabul etti. Bir taşla iki kuş.”
İhtiyar orospu çocuğu aynı bir tilki gibi kafası çalışıyor söz konusu zevklerine gelince adeta entrikalar çeviren pembe dizi başkahramanına dönüşüyordu. Anlattıkları oldukça mantıklıydı. Cebimden telefonu çıkarıp aramalara baktım birde takvime. Verdiği süre dolmuştu ve ben ona etkileşim gönderdiğim halde merak edip aramamıştı. Düşünmeye başladım. Bu sırada yaşlı tilki yeniden konuşmaya başladı.
“Eğer oraya gidip bu olanları anlatırsan zaten seni öldürecek. İstersen beni aradığı numarayla karşılaştıralım”
Cebinden telefonunu çıkarıp numarayı bana gösterdi. Gözlerimle gördüğüm numara tamamen bana mesaj gönderen numara ile aynıydı. İyice sinir küplerine binmiş elimdeki boru anahtarını sıkmaya başlamıştım.
“Paul.. Üzerime kaç defa boşaldın?”
“Dostum ben buyum işte.. Niye buralardayım sanıyorsun? Bu yaşımda hala neden vajina peşindeyim? Ben ülkemi bile sattım Spinoza sen onların yanında hiçbir şeysin. Hayatım ve keyifim için herkesi satarım çünkü insanlar böyle yapar.”
“Dürüstlüğünü takdir ettim Paul. Geç de olsa takdir ettim.”
İçimde kopan fırtınaları içime bırakırsam daha kötü olacağımı fark edip elimde sımsıkı tuttuğum boru anahtarını Paul’un dizine sert şekilde salladım. Dizinden gelen ses kısa süreliğine beni tatmin etmişti. Çığlıklar içinde yere düşen Paul bağırmaya başladı. Ancak ona yapacaklarım henüz bitmemişti. Ona bir söz vermemiştim sadece hayatını bağışlayabileceğini söyledim hem söz versem bile içimdeki fırtınalar çoktan birkaç kuralı yıkıp geçmişti. İhanetinin bedelini ona kırmızı renkli bir ağır tip boru anahtarı ile kemiklerini kırarak ödetecektim.  Yerde acı içinde kıvranırken anahtarı alıp bu kez diğer dizine sert bir darbe vurdum ardından ilk vurduğum sağ dizine sonra sola bir daha eli ile çığlıklar içinde bana engel olmaya çalışıyordu fakat ihtiyarın o kadar gücü kalmamıştı. Anahtar ile önce eline ardından sağ omzuna vurdum.  Sonra sol omzuna. Tüm eklemlerine vurmaya başladım. İhtiyarın elinden gelen sadece bağırmaktı. Yüzümde büyük bir hırs ve öfke vardır. Bu sadece Paul’a duyduğum öfke değildi. Tüm Lagos’u bu öfkem ile cayır cayır yakabilirdim ve yakmayı planlıyordum . Acıdan yerde kıvranan Paul sürekli küfür ediyordu. Ona bağırdım.
“Amına koyayım Paul! Hepinizin! Özellikle de senin!”
Elim titriyordu ilk kez bu kadar sinirlendiğimi ve yoldan çıktığımı fark ettim ancak o an dönen gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. Anahtarı aldım ve Paul’un yüzüne vurmaya başladım. Önce suratı dağılacaktı. Dudakları patlayacak eti çizilecek çenesi incinecek ve burnu kırılacaktı. Fakat üst üstü yüzüne boru anahtarı ile vurmaya başladım. Çenesi kırılana kadar. Yüzünden etleri ayrılana,kafatası kırılıp beynini görene kadar ihtiyarın yüzüne vurdum.. Kalın kafalı inatçı keçi.. Sağlam kafasına rağmen İngiliz yapımı bir çeliğe dayanamadı ve kanlar içindeki yüzü ile faaliyet dışı kaldı. Paul.. Bu topraklarda güvenebileceğim tek arkadaşımı ihaneti karşılığında öfkemin bana verdiği yetkiye dayanarak yüzünü parçalayarak son yolculuğuna uğurlamıştım.
Elimdeki boru anahtarını Paul’un bedeninin üzerine atıp çalışma yerindeki musluktan üzerime sıçrayan kanları temizledim. İhtiyara vurduğum darbelerin ardından Abuja’da geçirdiğim aşırı sert ortamın etkisiyle bitkin düştüğümü fark etsem de öfkemin bitmediğini anladım. Hiç mantıklı davranmıyordum , bunun etkisiyle araba atlayıp Wrangler’ı Ahad’ın villasına götürüyordum. Aslında paramı neredeyse almıştım ancak listede dört adam vardı. Dördüncü adama gelmeden üçüncü adamda takılı kalmıştım ancak bunların hiçbiri önemli değildi. Önemli olan tek şey onun da aynı Ahad gibi canını almaktı.
Lagos bu zamanlarda diğer zamanlara göre daha çalkantılı vakitler geçiriyordu. İç savaş gün geçtikçe körükleniyor Boko Haram başkente baskısını arttırıyordu. Özellikle bölgedeki tüm silah kolonileri benim sayemde Ahad’ın eline geçmişken Boko Haram’a karşı duran etnik kökenler iyice silahsız kalmıştı. Tüm anayolların neredeyse kapalı olması arabamı sanayi bölgesine yakın çarpık evli sitelerin olduğu patika yoldan geçirmeme sebep olmuştu. Yolun sonunda Kamran’nın evinin önünden geçecektim ve belki de mutsuz domatese merhaba diyebilirim diye düşündüm ama sonra bu sinir ile Kamran’nın da hakkından gelebilirdim.          Bunca karışıklığın ardından bir çocuğu babasız bırakmak da işleri daha çok karıştırabilirdi.
Toprak yola girdiğimde tüm siteyi büyük bir duman bulutu kaplamıştı. Siyah ve duman ve sis tüm siteyi kaplamıştı. Farlarımı yakıp toprak yol üzerinden devam ettim. Ancak bir sıkıntı vardı. Arabam toprak yola her zaman duyarlıdır fakat öyle bir engebeden geçiyordum ki neredeyse durma vaziyetine gelmiştim. Sanki toprak yolda küçük küçük tepeleri aşıyormuş gibiydim. Arabayı durdurup aşağıya indim her ne kadar bu kadar sorunlu bir zamanda durmak mantıklı olmasa da merakım beni yiyip bitiriyordu. Önce etrafıma bakındım ve duman kokusunu içime çektim. Bu sadece duman kokusu değil kan ve ceset kokusu da vardı. Toprak yola baktığımda ise yollardaki cesetleri görmüştüm.. Cesetler tüm patika boyunca dizilmişti.. Belki ağır yaralılar da vardı bu toprak yolda ve ben üzerlerinden geçerek onları öldürmüştüm. Ben bile bu kadar cani olamazdım. Yürümeye başladım yol boyu fakat bu insanların hepsi ölüydü bir tane yaşayan yada kıvranan yoktu sanki bir ölüm kampında geziyordum. Az sonra önüme çıkan bir evin duvarında yazan yazıyı okuyordum
‘Siz Kabul Edene Kadar Boko Haram Öldürecek’
Biz kim? Yada onlar kim? Yada siz kimsiniz? Tanımadığınız insanların üzerinden bu denli geçip katliam yapmak.. Biz yada siz.. Arabama koşarak geri döndüm ve ikinci kez kontağı çalıştırdığımda tüm gazı kökleyerek cesetlerin üzerinden geçtim. Amacım en baştaki eve varmaktı Leeto’yu cesetler arasında görmemeyi umuyordum . Sarsıntılı bir yolun ardından en baştaki Kamran’ın evinin önünde durdum burada cesetler daha azdı ama evin önünde öyle bir beden yatıyordu ki tüm cesetlere bedeldi.
Koşarak , yerde yatan arkası dönük bedeni kendime doğru çevirdim. Gözleri açık kalmış bir çocuk simsiyah vücudu kırmızıya boyanmıştı. Bu Leeto’ydu. Onu gözlerinden tanımıştım açık olan gözlerinden. Hala parlıyordu sanki bana bakıyordu mutsuz domates. İlk defa biri ölürken nasıl hissedeceğini düşündüm ilk defa Leeto’nun o ölmeden önceki yüzündeki ifadeyi hayal ettim. İlk defa kalbimin olduğunu hissettim. Vicdanım mı sızlıyordu yoksa başka bir şey miydi? Ama bu imkânsız! Ben de insanların hayatına son veriyordum ve bunu para karşılığı yapacak kadar aşağılık adamın tekiydim. Ancak bir çocuk.. Bana umutlu gözler ile bakan ve tüm saflığını zekâsıyla bir gülümsemede toplamayı başarabilen bir sanatçıdan da öte bir varlık.. Tek suçu siyahlar ülkesinde hiçbir şansı olmayan bir çocuk olmaktı.. Ah çocuğum.. Küçük bedeni öyle ağır gelmişti ki kucağıma sanki yüreğime oturmuştu. Leeto gülerken 20 kilo civarında bir çocuktu ölürken ise sayılara vurulamayacak kadar ağır ve sonsuzdu. Dudaklarım titriyordu gözlerimde küçük bir yanma hayır kesinlikle dumandan! Evet duman bunun sebebiydi bundan kurtulmak için tek yaptığım yüzümü Leeto’nun kanlı bedenine dayamak oldu. Tüm dünyadan saklanıyordum. Ağlamak için küçücük bir çocuğun bedenine gömmüştüm vücudumu kalbimi yıllar sonra ilk kez bugün hissediyordum. Meğerse kalbinizi hissetmeniz için ona acı çektirmeniz gerekiyormuş. Canım acıyor işte Leeto! Canım çok yanıyor! Seni de alıp yeraltıma gitmek isterdim. Ah çocuk keşke götürebilseydim! Bu korkakların dünyasında ben yaşıyorken senin gibi cesur çocukları öldürüyorlar neden diye sorabilirsin buna hakkın var ama sana cevap verecek bir yüzüm yok! Tek bir yüzüm var şuan bedenine yaslanıp ağladığım bir yüzüm başka yok Leeto inan bana sana gösterebileceğim başka yüzüm yok!
Leeto’nun gözlerini avuçlarım ile kapatıp evine geçirdim. Bu sırada yerde bir kız çocuğu daha yatıyordu. Leeto’yu bir yatağa yatırıp üzerini kirli çarşaflardan biriyle örttüm. En son çocukken annemin bana yaptığı son şeydi bu. Bu sırada bir ses duydum. Evin en karanlık köşesinde yatan bir adamdan sesler geliyordu. Ona doğru ilerledim. Bu Kamran’dan başkası değildi. Kızını başka adamlara satan Kamran ailesinin biraz gerisinde sürünüyordu. Yanına yaklaştım. Ikınarak benim konuştu
“Öldür beni. Canım yanıyor.. Lütfen.. Öldür beni.”
Ona acıklı gözler ile baktım. Karşımda bir babadan çok yaratık vardı. Ailesinin hayatını mahveden küçücük bir yaratık ve kendisine teknik olarak ‘Baba’ deniliyordu. Böyle babam olsaydı onu uykusunda öldürürdüm.
“Hayır Kamran. Böyle ölmek senin kaderin. İnsanlara hak ettiklerini vermezsek düzen nasıl işler değil mi?”
“Peki ya.. Ailem?”
“Huzur içinde.. Kamran”
Kamran’ı kendi kaderi ile baş başa bırakıp hızlı adımlarla arabama doğru yürüdüm bu sırada eli silahlı üç adamın arabamın etrafında dolaştığını gördüm. İşte tüm öfkemi boşaltabileceğim adamlar karşımda duruyordu ancak elimi belime götürdüğümde silahımın olmadığını fark ettim. Bu bana engel olmamıştı sisi kullanarak koşmaya başladım ve ön kaputun orada anlamadığım dilde konuşan eli silahlı adamın arkasından boğazına yapıştım. Bir anda ani tepki veren adamın elindeki otomatik tüfekle rastgele ateş etmesi diğerlerini de harekete geçirdi. Diğer iki Boko Haram’lı elindeki tüfekler ile rastgele üzerime ateş ettiler fakat tüm kurşunlar arkasında olduğum adama isabet etti onu bir kalkan gibi kullanmıştım. Silahını alıp bana ateş eden adamlara sıkmaya başladım. Birini kolundan vursam da diğerini delik deşik etmiştim. Üzerimdeki adamın belinden bıçağını alıp elinden vurduğum adamın peşine düştüm. Arkasına bakmadan koşan Boko Haram’lının üzerine atlayıp bıçağı ense köküne yerleştirdim. Derin derin nefes alarak ayağa kalktım. Hala öfkem dinmemişti hala tüm Nijerya’yı ateşe vermek istiyordum. Arabama atladım ve Ahad’ın villasının yolunu tuttum.
A5 karayolunun üzerinde giderken tüm yol düşündüm.. Düşündüm ve düşündüm. Öfkeliydim Johari’nin haklılığına, benim haksızlığıma, Paul’a, Boko Haram’a, Ahad’a, Lagos’a Afrika’ya ve tüm insanlara.. Öfkem haklıydı ben ise baştan sona haksızdım.. Ama ben bir kiralık katildim ve burası acımasız bir dünyaydı. Bu dünyada tek ölen çocuk Leeto değildi. Tek güzel kadın Johari değildi ve tek ispiyoncu Paul değildi. Şu an bile dünyanın herhangi bir yerinde çocukların gülümsemesi ile yarattığı aydınlık söndürülüyor tüm hayaller kana bulanıyordu. Olurdu böyle şeyler..  Ama o .. Aklımdan çıkmayan gözler. Johari’nin sözleri ve suçluluk payım. Bu sırada gittikçe hızlanıyordum. Karayolunda Wranglerımla belkide ilk kez bu kadar hıza çıkmıştım. İbre gittikçe yükseliyor ben gittikçe vicdanımın sesine yenik düşüyordum. En sonunda vicdanımla ve düşüncelerim ile büyük bir tartışmada boğulmaya başladım ve arabanın içinde attığım büyük bir çığlık ile frene bastım..


Dur  Spinoza..! Ne yapıyorsun? 

4 Ağustos 2015 Salı

-Bölüm 3- Siyahlar Ülkesindeki Kadın (Güncel Kısım 2)

Saatin kaç olduğunu bilmiyordum.  Bileklerim iyice acımaya başlamış, arada bir uyuyakalsam da yerimi yadırgıyor ve uyanıyordum. Tam bu anlarda demir olarak düşündüğüm kapının kilidi oynadı ve kapı açıldı. Doğruyu söylemek gerekirse kapıdan hiç ummadığım biri gelmişti. Burnumun açıldığı ilk andaki duyduğum kokunun aynısı zindanı sarmıştı. Gözleri parlaklığından hiçbir şey kaybetmeden bana bakıyordu. Kapıyı kapadı ve üzerindeki gömleği sakince çıkardı. Atletini de vücudundan sıyırdıktan sonra işe pantolonu çıkarmak ile devam etti. Az önce karşımda adeta yalvaran Johari iç çamaşırları ile karşımda soğuk bakışlarla bana bakıyordu. Hiç konuşmadan sadece üzerime doğru yürürken beynimi çalmaya çalışıyor gibiydi. Belki bu beni kandırmak için bir tuzaktı; fakat Johari bu kadar ucuz numaralar ile kandırılmayacağımı bilecek kadar zeki bir kadındı. Elinde göremediğim küçük bir bıçakla dibime kadar geldi ve kucağıma oturdu. Uzun zaman sonra ilk defa Johari gibi bir kadını hissediyordum ama elindeki bıçak küçük bir soru işareti oluşturmuştu kafamda. Beni çözmesi için mantıklı bir sebep yok derken elini arkama doğru götürdü ve bileklerimi bıçakla canımı yakan iplerden kurtardı. İster istemez uyuşmuştum ama az önce aklımdan atamadığım Johari, karanlık bir zindanda kucağımdaydı ve benimle sevişmek üzereydi. O an nasıl göründüğümü merak ediyordum. Aynada kendimi görsem usturayı yüzüme saplar ve dünyayı bu çirkinlikten kurtarırdım; ancak Johari kuru dudaklarını yaralı dudaklarıma değdirerek ıslatmayı başarmıştı. Saatler sonra kullanamadığım ellerimi Johari’nin sıcak sırtını kavramakla kullanıma açmıştım. Az önce kan kusuyordum şu an ise ağzımın içinde Johari’nin dilini ve içimi feraha kavuşturan ‘sıcak’ nefesini hissediyordum. Johari beni öpüyordu. Sanki buna açmış, sanki bir aslanın uzun süredir geyik avlamaması gibiydi. İlk bulduğu ava sarılmış ve tatmin olmadan bırakmayacak gibiydi. Açıkçası ondan zevk almaya başlamıştım. Bir fahişe ile sevişir gibi değil sanki bir tanrıça ile sevişir gibi dokunuyordum ona. Üzerimi çıkarmasını sorun etmiyordum; o sırada sütyeninin kopçasını söktüm ve tamamen çırılçıplak kalmasını sağladım. Kapkara kirli bir zindanın içinde, sönmek üzere olan cızırtılı bir ışığın altında Afrika’nın en güzel kadınına kendi yeraltıma girmesi için müsaade ediyordum.  Johari’nin iri memeleri yaralı vücuduma sürtünmeye başlarken ben onun vücudunun keyfini çıkarmaya başlamıştım. Bu sırada dudağımdan düşmeyen dudakları bir anda boynuma yapışmış, sıcak nefesi omuzlarıma kadar ulaşmıştı. Durmasını söylemek istiyordum ama yapamıyordum. En sonunda kulağına fısıldayarak bir şeyler söyleme imkânı buldum; “Ah Johari... Ne yapıyorsun? Neden?” . Boynumdan kulağıma kadar geldi ve aynı ses tonu ile ‘Bu gece öldün say, bu kez kurban sensin.’.  Hayatımda kurban olmaktan memnun kalacağım aklımın ucumdan geçmezken Johari’nin yanan vücudu bir anda içime girdi. Hissettiğim sıcaklık kalbim dahil buz kesmiş tüm vücudumu büyük bir yangına sürüklemiş gibiydi... Sesi duyulmasın diye kendini zor zapt eden siyahlar ülkesindeki kadının alev alev yanan vücudu kucağımda adeta kıvranıyordu.  Kalçalarından kavrayıp dudaklarını öpmeye devam ettim. İçimdeki istek adeta kabalaşmaya doğru gidiyordu, belki biraz vahşiceydi; fakat dudaklarını benden kaçırırken alt dudağını dişerimle tutmam onun üzerimde daha fazla efor sarf etmesini sağlıyordu.,. Ve en sonunda; evet, en sonunda...  Daha hızlıydı, daha istekli ve daha umursamaz... Bir el bombasının pimini çekmiş ya da bir kamyon dinamiti ateşlemiş gibiydim…
 Johari’yi kucaklayıp ayağa kalktım, ardından onu soğuk ve kirli betonun üzerine yatırdım.  Vücudunun soğukluğu betonla birleşince küçük bir ürperti gelmişti. Aramızda sadece bir nefes kadar uzaklık olan kadını vücudunda siyahın tüm güzelliklerini barındırıyordu. Vücutlarımızın birbirlerine sürtünmesi ve uzun süreli terlemeye aldırış etmeden doğaçlama yaşamanın ilk evrelerinden birini sadist bir şekilde gerçekleştiriyorduk. Daha sert olması daha çok hoşumuza gidiyordu; çünkü Johari, bacakları ile çoktan sırtımı kilitlemiş ve kendisini benden başka kimsenin bu kadar beceremediğini söyler gibi çığlık atmaya çalışıyordu…
İşte böyle olmuştu; tam olarak yeraltıma bir kadının tecavüz edişi ve düşüncelerimle sevişmeye başlaması…

“Saat kaç ?”
“Üç.”
“Gece mi?”
“Evet.”
Yerde çırılçıplak şekilde sırtüstü uzanmış karanlık tavanı izlerken tanrıların bu iki zıt insanı birleştirmek için yaptığı tehlikeli planın sonuçlarını düşünüyor; Johari’nin kot pantolonuna sakladığı sigaralardan tüttürüp tüm dumanı ölmüş karanlığa bırakıyorduk. İkimizin de tavandan başka bir yere bakmadığından emin şekilde içimdeki tüm sorulara izmaritimi basıp hayallerimi bir küllükte söndürüyordum. Aslında aklımda hiçbir şey yoktu; ne onu buralardan alıp götürmek istiyordum, ne de onu burada bırakıp kaçıp gitmek. Sadece durmak istiyordum. Sigara içerek bu bok çukurunda kendi dumanımda karanlıkla ölmekten başka güzel bir son bir türlü hazırlayamıyordum kendime. Ama Johari’ye de içindeki iyiliklerden, umutlarından dolayı acıyordum.
“Ne yapıyorsun Johari? “
“İnsanları kurtarıyorum.”
“Burası Afrika Johari. Burada insanları kurtaramazsın, sadece katillerini değiştirebilirsin; daha fazlası yok”
“Peki ya umut? Umutsuz mu ölsünler? Hiçbir şey yapamadan ölmeyi mi beklesinler?”
“Afrika’da umut aramak hint fakirinin zenginlik hayallerinde gerçekçiliği aramaktan farksızdır.”
“Umutsuz insanlar yürüyen cesetlerden farksızdır Spinoza. Eğer bir insanın umudu yoksa yaşamak için de bir anlamı kalmamıştır. O insan bir gün kendi yaşamına son verecek cesareti de bulur ve..”
“Ne demek istiyorsun Johari?”
“Bu halin yürüyen bir cesetten farksız.”
“Bir kiralık katil için olması gereken de tam olarak bu değil mi? Hem öldürdüğüm kurbanlarımı her zaman aklımda tutarım; çünkü bu benim işim. Aynı canlıları da aklımda tuttuğum gibi... Ben ölülerden ve dirilerden oluşuyorum Johari.”
“Senin yaptığın kötülük ve korkaklık.”
“Hayat senden vazgeçtiğinde ondan vazgeçemiyorsun işte salt kötülük bu. Hayatın bize yaptığı en büyük kötülük. Bu kötülüğü bitirmek için ya cesaret ararsın, ya korkak gibi ölmeyi beklersin. Ya da benim yaptığım gibi cesaret edemedikleri ölümleri onlara verirsin. “
Johari sigarasından büyük bir nefes çekip uzandığı yerden kalktı.
“Hadi giyin buradan gidiyoruz” dedi.
Şaşkın bir şekilde kendisine baktım. O ise hiçbir şey demeden sütyenini giymeye başladı. Ben de kirli kıyafetlerimi giyinmeye başladım. Kafamda ‘Acaba sadece benden mi, yoksa ikimizden mi bahsediyordu?’ sorusu uyanmıştı ama yine de buradan çıkmayı ummuyorken böyle bir teklif beni şaşırtmıştı.
En sonunda ikimiz de üzerimizi giyindik. Hafif topallayarak yürüyordum kafamda birçok soru vardı ama daha kötüsü ne olabilirdi? Daha ne kadar dibe batabilirdim? En fazla öldürürlerdi burada. Ya çürüyerek, ya da bir mermi ile ölecektim nasılsa. Onu takip ettim.
“Nereye gidiyoruz?”
“Ben gitmiyorum, sadece kapıya kadar eşlik ediyorum; sen gidiyorsun”
“Ya kocan?”
“Uyumakla meşgul.”
Johari’nin kolundan tutup yüzüne baktım. Beni karanlık bir okyanusu andıran; fakat sanki gökyüzünde ay ışığı varmış hissini uyandıran gözleri ile karşıladı. İlk kez bir insanın başına bir şey gelmemesini istemiştim ve bunları cümlelere vurmaktan çekinmemiştim.
“Gittiğimi öğrenince seni öldürür.”
“Ben onun karısıyım?”
“Ama benimle yattın benden önce de Ahad ile.”
“İşte bu yüzden bana zarar veremez.”
Tanrım bu kadın gerçekten çok iyiydi. Ona hayran olmamak elde değildi. Onu takip ederken sürekli onu düşünüyordum, aynı birinin yanında nefes alırken onunla nefes almayı istemek gibiydi.
“Peki ya beni görenler onlar engel olmayacak mı sana?”
“Bu villada Safir kadar yetkim var. Çoğu senin kaçakçı olduğunu biliyor, daha fazlası değil. O yüzden rahat ol, odadaki beş kişi ve Mabad haricinde kimse gerçeği bilmiyor. “
Adamların arasından çıkıp önce villa kapısına ulaştık. Johari önlem amaçlı ellerimi bağlamıştı, bu yüzden şüphe çekmiyordum ve adamlar başımıza musallat olmuyordu. Villa kapısından da çıktıktan sonra arabamı en son bıraktığım yere kadar geldik. Ayın aydınlattığı gecede, toprak patika yolda Johari’yi takip ediyordum. Johari nöbet bekleyen adamlardan biri ile konuştu.
“Beyaz adamın arabasını getirin”
Nöbet tutan asker ‘Derhal efendim.’ diyerek koşa koşa villaya gitti.
“Bundan sonra ne yapmayı planlıyorsun?”
“Önce eski bir dostu ziyaret etmem gerekiyor.”
“Onu öldürecek misin?”
“Hak ettiği kadar.”
Johari gülümsedi, aslında istediği kısım Ahad ile ilgili olandı ama o konu hakkında ne yapacağımı henüz ben de bilmiyordum. Cebinden telefonu çıkarıp bana verdi.
“Olanları söyleyebilirsin. Artık o villada işim bitti ama unutma buraya bir kez daha ölüm ile geldiğinde karşılığında orgazm yerine kan alacaksın ve bu bizim kanımız olmayacak.”
Johari’ye bakıp gülümsedim ancak; bu kısa sürdü, arabam geliyordu. Wrangler’ımın içinde başkasını görmek beni kahrediyordu. Araba tam arkamızda durdu. Nöbetçi kontağı kapatıp arabadan inerek anahtarları Johari’ye teslim etti, o da aynı şekilde özlediğim arabanın anahtarlarını bana verdi.
“Boko Haram isyanları azdı bu arada, yollarda dikkatli ol.”
“Bunu içten söylemedin, sana yardım etmediğim için Boko Haram’ın beni öldürmesi seni oldukça mutlu eder.”
Johari gülümsedi.
“Bunu neden yapıyorsun Johari? Beni neden serbest bırakıyorsun?”
“Çünkü gözlerine baktım.”
“Salt kötülük için yapacağım hiçbir şey yok.”
“Hoşça kal Spinoza. Geri dönmeni bekleyeceğim silahsız şekilde.”
Johari büyük bir tutku ile beni öpmeye başladı. Elleri ile vücudumu sarmıştı. Bir tür elveda öpücüğüydü ya da son kozlarını oynuyordu. Bunu sorgulamadım ve anın tadını çıkarmaya başladım.

Johari...  Arabaya binerken gözlerimi onun güzelliğinden ayıramadım... İkinci kez çalıştırdım ve gazladım…

2 Ağustos 2015 Pazar

-Bölüm 3- Siyahlar Ülkesindeki Kadın (Güncel Kısım 1)

Sıcak.. Ya da soğuk, ortasını bir türlü bulamadığım bir his tüm beyin damarlarımda dolaşıyor ve sanki kulağıma anlamsız kelimeler fısıldıyordu. Bir şeyler görmek istiyor, gözlerimi açmaya çalışıyordum ancak göz kapaklarımın üzerine çöken ağırlık her deneyişimde uyanmamı engelliyordu.
‘Lanet olsun sana Spinoza! Ne diye kurallarına karşı gelirsin! Seni çok bilmiş gerzek!’
Yapabildiğim tek şey kendimi azarlayıp içimde amaçsızca hesaplaşmaktı. Bağırmak istiyordum ‘Uyandırın beni!’ ama onu yapacak çenemin artık olduğun da emin değildim. Bir anda suratıma çarpan bir şeylerin olduğunu hissettim her neyse göz kapaklarımın üzerindeki ağırlığa olumlu bir etkisi vardı. Aynı çarpış bir kez daha suratıma değdiğinde bunun soğuk bir su olduğu kirpiklerimin ıslanışından ve vücudumun soğuk ile irkilmesiyle anlamıştım. Gözlerimi zar zor açtım. Karşımda bulanık bir tablo, aklımda ise suyun etkisiyle bozulan saçlarımın nasıl göründüğü vardı. Ama bunlardan önce düşünmem gereken; ben neredeydim? Ölmüş olsam suyu hissedebilir miydim? Bulanık bakabilir miydim dünyaya? Ya da hala beynimin bir yerlerinde migrenim olduğunu ve birkaç saat içinde ilacımı almazsam ağrıdan geberebileceğimi hissedebilir miydim? Kafamı olabildiğince oynattım, bu sırada ellerimi katiyen hareket ettiremediğimi fark ettim. İlk başta acaba ellerimi mi kesmişler diye düşünürken parmaklarımın oynaması ile huzura erdim. Ellerimi oynatamamamın sebebi bir sandalyeye bağlanmamdı. Arkaya kilitlenmiş ellerimden ötürü kollarımdan omuzlara doğru gelen uyuşma tüm vücudumu bitkin kılmıştı. Birileri bana sesleniyordu, bununla birlikte koku alabildiğimi de fark ettim. Ortamda sanki daha önceden duyduğum ancak tanımlayamadığım ve bu karanlığa kesinlikle uymayan hormonal ve hoş bir koku vardı. Eğer kafam güzel değilse odanın içinde zenci bir kadın dolaşıyordu. Bu sırada yüzüme yediğim tokat darbeleri ile tamamen kendime gelirken yere doğru bakan kafamı bitkinlikle kaldırıyordum. Karşımda duran iki büyük meme vardı ve ben bu ikizleri nerede görsem tanırdım. Belki biraz şaşırtıcı gelecek fakat karşımda duran memeler Johari’den başkasına ait değildi. Hayal mi görüyordum? Yoksa bu lanet migren yüzünden başıma saplanan ağrıların yan etkisi miydi? Yoksa ben Nijerya’ya hiç gelmemiş miydim?
Gözümdeki bulanıklık tamamen geçtiğinde Ahad’ın “Eşim.” diye tanıttığı Afrika’nın belki de en güzel kadınlarından olan iri memeli Johari ciddi bakışlarını üzerime dikmiş volta atıyordu. Üzerinde dar kot pantolon ve dar atletini fazla kapayacak şekilde bir gömlek giyinmişti. Ancak nasıl olabilirdi? Ahad’ın kurbanının yanında eşi vardı. Ama yine de gözlerimi ondan alamıyordum. Benimle konuşmaya başlaması pek uzun sürmedi.
“Bay Spinoza iyi misiniz?”
Biraz durdum ve soruyu algılamaya çalıştım. ‘İyi miydim?’, hayır kesinlikle iyi değildim. Uyuşmuş çenemi ilk hareket ettirdiğimde ses tonumun oldukça gevşek çıktığını fark ettim anca bunu sikleyecek halde değildim.
“Kafam mı güzel benim yoksa karşımda duran Ahad’ın fahişesi bana ‘İyi misin?’ diye mi sordu?” . Küçük bir sessizliğin ardından yüzüme sağlamında iki yumruk yedim. Bağlı olduğum sandalye yerinden hareket etse de arkaya düşmedim.
“İki tane daha bunlardan yersem kendime gelirim diye düşünüyorum.” O sırada sesini az tanıdığım Safir konuştu;
“Nasıl isterseniz Bay Spinoza”
Yüzüme aldığım iki yumruğun ardından adamlardan biri gaza geldi ve göğüs kafesime sert bir tekme yerleştirdi. O etki ile arkaya doğru düştüm. Ayaklarım havada kalmış biçimde içine düştüğüm komik duruma adeta lanet ediyordum. Adamlar beni tekrar kaldırdı. Kısa süreli öksürüğün ardından kan tükürdüm ve ortama iyice göz gezdirmeye başladım. Safir ve Johari haricinde 5 iri adam etrafımdaydı ve loş ışıklı, karanlık, nemli bir odanın içinde tahta bir sandalyede bağlanmış; şaşkın bir şekilde, sefil beynim ile bu olanların anlamını sorgulamaya çalışıyordum.
“Devam edelim mi Bay Spinoza?” Dedi Safir.
“Elbette devam etmeyelim. Burada ne işim olduğu beni ilgilendirmiyor, zaten bir işim var ve sizin teklifinize hayır diyeceğim”
“Çok kuralcısınız Bay Spinoza.”
“Hayır, orospu çocuğu! Eğer kuralcı olsaydım emin ol burada bu şekilde olmazdım.”
Safir sert bir şekilde gözlerime baktı ,küfürden rahatsız olduğu belliydi. O sırada Johari araya girdi.
“Bizi dinlemek zorundasın Spinoza. İstesen de,  istemesen de.”
“Ah tanrım! Neden huzur içinde uyumama izin vermiyorsunuz?”
“Ölmen bana büyük bir orgazm yaşatırdı Spinoza, inan bana ve bunu asla huzur içinde olmasına izin vermezdim. Şimdi o açılan çeneni biraz kapat ve sadece kulaklarını aç. “
Bu biraz sertti ve daha fazla konuşmaya halimin kalmadığını, biraz dinlenerek güç kazanabileceğimi düşündüm. Bu kadar hırpalanmadan kalan son dikkatimi Johari’ye verdim.
“Ahad senin sayende tüm Lagos’u eline geçirdi. Ona çok parayı ona Boko Haram sağlıyor ve onu destekliyor. Boko Haram Nijerya’ya katliamcı yüzünü yeterince gösterdi ve biz bunun bitmesini istiyoruz, o yüzden önce kaynaklarının tükenmesi gerekiyor.
“Boko Haram sadece Ahad’dan silah almıyor. Beyazlar bile onları destekliyor, bu ne sikime yarayacak?”
“Eğer Ahad’ın kaynaklarını Boko Haram’a karşı duran çetelere sağlarsak savaşacak gücümüz olur.”
“Bayan sürtük siz sadece iç savaş istiyorsunuz ve benim bu işten ne bir çıkarım, ne de yapabileceğim bir iyilik var. “
Johari bir anda bana yaklaştı ve önüme çöktü. Dizlerime değen memeleri son günlerde bana temas eden belki de en güzel şeydi ; ancak hormonlarımın karar verebileceği bir ortamda değildim ama Johari’nin bakışları oldukça değişmişti. Kurumuş dudaklarını ıslatmış, o büyük gözlerini gözlerime doğrultmuştu. İstemeden gözlerime zevk veren bir tecavüzden farksızdı.
“Bunu yapmalısın Spinoza. Her gün birileri ölüyor bir şeyler yapmalıyız, o canilerden ülkemizi kurtarmamız gerekiyor.”
“Neden bahsediyorsun? Ben süper kahraman değilim, ben süper kahramanları öldüren kişiyim Johari. Çizgi romanlardaki iyiliğin işlemediği, hikayenin sonuna kadar kalan, o taş kalpli karakterim ben. O yüzden pek işine yaramam, benim ölüm işinize daha çok yarar.”
“Çizgi roman okuyacak kadar çocuk olduysan içinde bir yerlerde bize yardım eden kişiyi bulabilirsin.”
“Bunlar sadece genel kültür Johari. Hem hükümet de onlardan yana. Size silah ve adam tahsis etmiş; ancak onları desteklemiyor mu sanıyorsun?”
“Hükümet buna mecbur. Bizi ve onları gizli destekliyorlar, o yüzden dengeler değiştiğinde yanımızda olacaklar. Kolonilerin başındakileri öldürmemiz gerekiyor; ancak savaşırsak büyük insan kaybı yaşarız. Aramızda bunu başarabilecek, senin kadar yetenekli birileri yok. “
Johari’nin büyük gözleri loş ışığın altında parlıyordu. Penisimde hiçbir etki yokken kalp atışlarımın değiştiğini düşündüm; ancak ona da içtiğim meşrubatın içindeki uyarıcıyı bahane olarak gösterebilirdim. Ahad gibi birine katlanıyorsa gerçekten Johari’nin bir amacı vardı ve bunu gerçekleştirmek için tüm kozlarını oynayabilirdi. Tehlikeli bir kadın olduğunu biliyordum ama gözleri çok iyi bir yanıltıcıydı, onlara kanmayı tercih etmek istiyordum. 
“Johari... Neden ben? Neden ısrarla ben?”
“Çünkü sana ihtiyacımız var.”
“Tabi ki bana ihtiyacınız var. Beklediğim şey buydu yoksa kalbinizi sökmeye gelen adamı neden sağ tutasınız ki? Bunları biliyorum ve teklifiniz zerre umurumda değil. Ben bay hiç kimseyim ve yaşadığım kadar yaşadım. Kaybedecek hiçbir şeyim yok; ne bir fahişe için, ne de kılkuyruk bir adam için hiç kimse olmaktan vazgeçerim. Umarım beni anladınız; eğer anladıysanız bu işe yaramazların elindeki silahlardan birini kafama dayayın ve duvarları beynimle boyayın.”
Johari’nin gözleri sanki gittikçe büyüyordu. O güçlü kadını hiç böyle görmemiştim sanırım. Mazoşist bir romantizmin tam ortasındayken yakaladığım bu anı Safir bozmuştu
“Sana açık konuşayım; villamın rahat odalarından birinde olmak de senin elinde, bu delikte çürümek de.”
“Rahat villanı götüne sokabilirsin Safir, burada keyfim yerinde. Hem 6 yaşımdan beri altıma sıçmamıştım, benim için farklı bir deneyim olacak. Özlediğim bir deneyim.”
Johari hayal kırıklığına uğramış şekilde kalktı ve benden birkaç adım uzaklaştı. O sırada iki adam yine beni yumruklamayı ihmal etmedi. Bir kez daha kan tükürdüğümde bu kez dişimin de tükürükle birlikte çıktığını fark ettim. O sırada birden kahkahayı bastım.
“Hey şu ilaçtan biraz daha alabilir miyim? Uzun zamandır kafam bu kadar güzel olmamıştı ya da arabamdan migren ilacımı getirin, baş ağrısından ölmek istemiyorum.”
Safir herkesi dışarıya çıkarıp yanıma geldi. Johari tüm endamı ve havasıyla bana acıyan, yalvarır gözleri ile bakarak kapıdan ayrıldı. Karşımda tipinden haz etmediğim Safir vardı ve ona sormak istediğim birkaç soru… O yüzden başlamasına izin vermedim;
“Johari ile yatıyor musun? Nasıl zevk alıyor musun ?”
Safir sert bir tokat attı, kulaklarım çınlama ile kendinden geçti.
“Ne yani onu becermedin mi hiç?”
“Birincisi, o benim karım; ikincisi, seni yaşatmam beyaz pislik anlıyor musun? Huzur içinde ölmene izin vermem. Kalbin haricinde bütün organlarını tek tek sökerim, gerekirse kan takviyesi yaparım; seni bağırta bağırta kendi çığlığında boğarım. Kalbini cayır cayır yakarım Spinoza.
“Neden ırkçılık yapıyorsun ki? Benim siyah olman hoşuma giderken neden bunu yaptın şimdi?”
Safir’in delirmiş suratı bir anda sakinleşti ve ayağa kalktı.
“İyi günler Bay Spinoza. Bu konuyu iyi düşünün.”

Zindanımdan son çıkan Safir olmuştu. Kafamın içindeki zindandan ise ben dahil herkes çıkmış, sadece Johari kalmıştı. Evet az önce fahişe diyerek terslediğim kadın... Bu kadar tehlikeli oluşu mu beni etkilemişti; yoksa gerçekten uzun zamandır sevişemediğim için mi onu düşünüyordum? Buna karar vermem oldukça güçtü; ancak onu düşünmeme engel de olamıyordum. Eşi benzeri olmayan siyah bir kuş gibiydi. Özellikle parlayan gözleri bana Afrikalı işçilerin çıkarmak için terinin son damlasını akıttığı elmasları hatırlatıyordu. Belki de bu kadar tehlikeli bir kadın olmasına hayran olmuştum. Koca Nijerya ve Boko Haram arasında kalmış güçlü ve tehlikeli bir kadın belki de bir kiralık katilin sevebileceği türdeki tek kadın olabilirdi.