İkinci kez çalıştırıp özellikle
arabayı içi çamur dolu küçük bir çukurun üzerine sürdüm. Biraz çamur beni daha
iyi hissettirebilirdi.
Ulusal Camii’nin kuzeybatısında
kalan büyük kaya adı verilen bölgenin diğer kısmında başıboş bırakılmış evlerin
en lüksünü arıyordum. Ulusal camii demişken; Nijerya’da en fazla Müslümanlık
yaygın, kendilerine Hanefi ve maliki diyen iki mezhep bu ülkede dini bakımdan
Müslümanlar tarafından ele geçirilmiş diyebilirim. Terör bakımından ise
hristiyan ülkelerden çok Müslüman ülkelerden yardım alıyorlar .Tabi hemen
sonrasında hristiyanlık ve bunun yanında birçok enteresan inanış biçimi var.
Hiçbiri beni ilgilendirmiyor ancak beyaz bir elbise ile donsuz dolaşan zenciler
canımı sıkmıyor değildi.
Arabamı park edip yürümeye
başladım. 50 metrenin sonunda çok küçük bir villanın kapısını tutan iki adam
vardı. İkisi rahat giyimli beyaz adamlardı bir nevi onları gördüğüm için mutlu
bile olmuştum. Belimdeki silahı ve bıçağı kontrol ederek onlara doğru yürüdüm.
“İyi günler beyler.”
“Akşam oldu. Ne istiyorsun?”
“Sonuçta gün bitmedi değil mi?
Sanırım kayboldum.”
“Nereye gitmek istiyordun.”
“Caldwell adından bir adamı
arıyorum.”
Adamların ikisi birbirine bakıp
üzerime doğru yürüdüler
“Sen kimsin?”
Doğru yere gelmiştim.
“Bay Caldwell’i öldürmeye
gelmiştim.”
Karşımdaki adam sırıtmaya
başladı ve ben tam bu sırada dirseğim ile suratına sert bir darbe indirdim.
İkinci adam hamlesini yapmak için hazırlanırken bir döner tekme ile suratına
onu bayıltacak bir vuruş yaptım. Ağzından ve burnundan kan çıkan adam yerde
yatıyordu. İlk darbeyi vurduğum kişinin son olarak da ensesine bir dirsek
vurarak bayılmasını sağladım. İçeri hızlı adımlar ile yürümeye başladım
kesinlikle acele etmiyordum. Belimden silahımı çıkarıp bu kez villanın
kapısında duran iki adama ikişer kurşun sıkarak onları oyun dışı bıraktım.
Hızlı adımlarım koşmaya başladı ve kapıya sert bir omuz atarak içeriye daldım.
Bu kez silah seslerine doğru koşan adamlardan birinin üzerine atladım. İçeriden
başka bir siyah adam geldi. Beyaz adamın sırtına atlamış boğazını sıkıyordum.
Bu sırada siyah adam bana hedef almaya çalışıyordu ancak bu onun için çok
zordu. En sonunda beyaz adamın boğazını tek elimle sıkarken belimden bıçağımı çıkarıp
kalbine sapladım. Adam yere yıkılırken silahımı çıkarıp siyah adamı omzundan
kör bir atışla vurdum. Bıçağı beyaz adamın kalbinden çıkarıp bu kez omzundaki
yara ile kıvranan adamın kalbine sapladım. Enteresandı bu kadar gürültüye
rağmen Caldwell ibnesi hala aşağıya inmemişti. Bıçağımı çıkarıp herifin
kıyafetleri ile temizledikten sonra yukarı kata çıkıp odaları aradım. Bir
odanın içinde birkaç tane çıplak kadın seslerden korkmuş şekilde saklanıyorlardı.
Daha fazla aramak istemedim.
“Hey.. Hey!”
Korkudan sadece çığlık
atıyorlardı.
“Hey adam nerede!? Söylemezseniz
hepinizi tek tek vuracağım.”
İçlerinden birisi ağlayarak
‘Banyoda’ dedi. Ve devam etti ‘Banyoda koridorun sonunda lütfen ‘
Kapıyı kapatıp koridorun
sonundaki banyonun kapısına sert bir tekme atarak kırılmasını sağladım. Bana
verilen resimdeki tarife uyan oldukça sıska tipli ince top sakallı kel bir
beyaz içi dolu küvetin içinde kafası güzel şekilde uzanmıştı. Kafasını çevirip
bana baktı.
“Sende kimsin ? Hiç yerlilere
benzemiyorsun?”
O an bu kadar aksiyon ve sese
rağmen böyle tepki verebilecek bir adamın ciddiyetten anlayacağını sanmıyordum.
“Elbette yerli değilim. Ben seni
bu Kızılderililerden kurtaracak olan soluk denizliyim. Hadi gidiyoruz. “
Caldwell ince sesi ile rahatsız
edici bir kahkaha attı. Zar zor ayağa kalktı ve ellerini penisine götürerek
testislerini sıkmaya başladı.
“Beni kandırabileceğini mi
sanıyorsun? Bak hala toplarım ve ben yaşıyoruz seni geberteceğim.”
“Hadi Caldwell kimse kalmadı.
Fazla uğraştırma beni”
“Biliyor musun sen baya komiksin
ama gözlerinde farklı bir şey var. Yok sen.. Sen o herkesi güldürüp yalnız
kalınca köşeye çekilip ağlayan palyaço musun?”
“Hayır ben o palyaçoyu öldüren
kişiyim.”
“Vay canına. Güzel laftı! Yine
güldürdün beni.”
Caldwell’e yaklaşıp suratına
sert bir yumruk vurdum. Kapıya asılı bornozlardan birini giydirip omzuma alarak
aşağıya indirip ardından bahçe kapısından çıkararak 50 metre yürüdüm.
Wrangler’ın bagajını açıp Caldwell’i içine attım. Ardından arkadaki ipler ile
ellerini ve ayaklarını bağlayıp ağzına bir bant çektim.
Yol boyu tüm karayolunda boş boş
gezindikten sonra Abraj karayoluna girip Safir’in bahsettiği bataklık bölgesine
doğru arabamı sürdüm. Bu sırada Caldwell uyanmış bagajı tekmeliyordu. Önce
durulmasını bekledim ancak duracak gibi değildi. Arabamın bagajında bir
canlıdan çok her zaman ölünün olmasını tercih ederdim ve genelde her zaman
ölüler olurdu. Arabayı sağa çekip aşağıya indim, ardından bagajı açıp
Caldwell’in ayılmış gözleri ile karşı karşıya kaldım.
“Tam senden hoşlanmaya
başlamışken neden rahat durmuyorsun?”
Caldwell bagajın içinde
çırpınmaya devam etti. Arabam dünyadaki her canlıdan daha değerliydi ve keş bir
beyazın onu tekmelemesine izin veremezdim. Suratına sert bir yumruk vurarak
bayılmasını sağlamaya çalışsam da bunu ancak üçüncü yumrukta
gerçekleştirebildim. Sonunda bataklık yoluna girmiş arabam istediğim pisliğe
bulaşmıştı. Biraz daha yol yaptıktan sonra artık ilerleyemeyeceğimi fark ettim.
Cladwell’i sırtıma alıp ormanın içine girdim. Biraz yürüdükten sonra yakılmış ateşe
doğru sessizce ilerledim. Biraz daha yaklaştıktan sonra adımlarımı rahatlattım
çünkü karşımda ayrılmaz üçlü ve birkaç adamı vardı. Çalıların arasından çıkar
çıkmaz tüm silahlar üzerime doğruldu
“Hey sakin olun millet. Paketi
getirdim.”
Caldwell’in baygın bedenini
bataklığın yanına attım. Safir ve diğerleri kel adama şaşkınlıkla bakıyordu.
Safir bir anda kızgın gözler ile bana baktı
“Sana onu canlı istiyorum
dedim!”
Adamlardan birinin matarasını
alıp Caldwell’n suratına boca edip birkaç tokat ile ayılmasını sağladım. En
sesinden tutup yerde oturur hale getirip ağzındaki bandajı çektim. Caldwell’in
suratına yapışan bant çıkar çıkmaz ona bir ağda acısı uyandırdı. Safir’e döndüm.
“Senindir” dedim ve kenara
çekildim. Artık sorgulama sırası onlarındı. Safir oldukça ciddi bir sesle
dizlerinin üzerine çökmüş Caldwell ile konuşmaya başladı ben olsam onunla
konuşurken bu kadar ciddi olmazdım.
“Bay Caldwell bu şekilde
geldiğiniz için üzgünüz ancak hiçbir şekilde yanaşmadınız.”
Caldwell ayılmıştı ve sonunda
onun ciddi halini görebilmiştim.
“Ben kendimi hiç kimse için
pazarlamam. Sizin gibi ülke sevdası deyip insanların cebindeki paraları kendi
cebine atanlara hiç satmam!”
“Caldwell kendini çoktan Boko
Haram’a sattın. Ahad ilk başta yeni gelen eleman neydi adı.. Elirich.. Onunla
görüşmen için ikna etmedi mi? Temiz olup olmadığını önce sen belirleyip
ardından onu adresler ile salmayacak mıydın?”
“Ahad en azından kime
çalıştığını biliyor. Ve ister inan ister inanma sizin vaktiniz doldu. Boko
Haram ve Ahad Nijerya’nın sahibi.”
“Adresler nerede?”
“Kıçıma soktum gel de al”
Safir bir göz hareketi ile iki
elemanını harekete geçirdi. Karanlıkta görmekte zorluk çektiğim iki zenci önce
Caldwell’e sert bir yumruk attı. Arından diğer elindeki kerpeteni direk ağzına
soktu ve Safir’e baktı. Ondan işaret bekliyor gibiydi.
“Şimdi Caldwell tekrar soruyorum
adresler nerede?”
“Elrich’de. Adresleri ona verdi.
“
“Neden güvenmediği birine
adresleri versin?”
“Ahad sandığından da zeki bir
adam bana da güvenmiyor.”
“Peki Elrich? O nerede?”
Caldwell gülümsemeye ardından
kahkahalar atmaya başladı. Ağzında kerpeten olan bir beyaza göre oldukça neşeli
görünüyordu ama bu fazla sürmedi Safir bir el hareketi ile neşesini bir anda
çığlıklarla harmanlanmış acıya dönüştürdü. Zenci kerpeten ile Caldwell’in dört
yada beş dişini bir anda çekti. Ağzı kanlar içinde yere düşen Caldwell acıdan
çırpınıyor ve tek yapabildiği şeyi yapıyor; çığlık atıyordu.
Biraz daha durulduktan sonra
yine sırıtmaya başladı ve Safir yine sordu.
“Elrich nerede!?”
“Eğer söylersem beni serbest
bırakır mısınız?”
“Elbette Caldwell sen kendi
çöplüğünde debelenen sıradan birisin. Kimseye karışmazsın. Amacım seni
öttürmek.”
“Siz burada otururken Ahad’ın
hareket halindeki iki adamı çoktan Elrich’i otelinden almaya gitti.Aptallar!”
Koca bir kahkaha bıraktı ardından devam etti “Enyama Oteli”
“Spinoza otele onlardan önce git
ve Elrich’i öldür. Onun yerine geç ardından müsait bir telefondan beni ara.”
Bana hemen elindeki bir kartı
verdi. Üzerinde tek bir telefon numarası yazıyordu. Aslında söyledikleri
basitti kısa yoldan bana köstebek olmamı söyledi. Öncesinde Elrich’i öldürmem
ve zamanla yarışmam gerekiyordu.
“Bu arada şu kafası testis
topuna benzeyen adamı öldür.”
Caldwell bir anda şaşkın gözler
ile önce bana sonra Safir’e bakıyordu.
“Ama söz verdin! Bırakacaktın..
Lütfen.. Ne ol..”
Ve kulakları çok kısa süreliğine
sağır eden bir sesin eşliğinde Caldwell’in kafasına girip çıkan tek kurşun onun
rahatsız eden sesini kesmişti. Bu esnada Johari dahil herkes bu kadar seri
olmamı hayranlık ve büyük bir vahşet ile izliyorlardı. Silahımı geri yerine
koyup onlara aldırmadan arabama koştum ve gazladım.
Elimden gelen sadece gazı
köklemek ve daha hızlı gitmekti. Enyama oteli yakınlarımızdaydı. Tek sıkıntı
karayolunun engebeli olmasıydı. Ama Wranglerim ve ben bunu da aşmasını
bilmiştik. Aklımda hiçbir plan yada kural yoktu. Olabildiğince hızlı şekilde
doğaçlama yapmam gerekiyordu. 15
dakikalık bir yolun ardından arabayı otelin önünde durdurup koşarak resepsiyona
girdim.
“Buyurun efendim nasıl yardımcı
olabilirim.”
“Elrich.. Bay Elrich ile
görüşmem gerekiyor. “
“Soyadı?”
“Kayıtlara bak telefonla ara onu
beni bekliyor olmalı.”
Saçını topuz yapmış siyahî kadın
iyice inceledikten sonra kibar konuşması ile devam etti.
“Hıh! İşte burada. Bir saniye”
Kısa bir telefon konuşması
gerçekleştiren kadın yeniden bana döndü”
“216 numaralı oda dördüncü kat.
Sizi bekliyor efendim.”
“Şey.. Bir şey daha sorabilir
miyim?”
“Elbette.”
“Bay Elrich’e iki misafir daha
gelecekti onlar geldi mi?”
“Hayır efendim Bay Elrich’i ilk siz
sordunuz.”
“Pekâlâ iyi akşamlar.”
Dört kat merdiven çıktıktan
sonra 216 numaraları odanın kapısını çaldım.
“Kimsin”
“Caldwell. Senin için geldim.”
Elrich kapıyı açtı ancak hiç
centilmen değildi arkasını dönüp sanki kapıda kimse yokmuşçasına odanın içine
ger girdi. Direk çantasını toplamaya başladı.
“Gidiyoruz değil mi? Bu arada
telefonda sesin daha kalın çıkıyordu.”
“Sesim hiçbir zaman incelmedi.”
Arkası dönük kurbana sinsi bir
kaplan gibi ağır adımlar ile yaklaşıyordum. Karşısındaki arkası dönük masum
geyiğin hiçbir şeyden haberi olmaması kaplanın ağzını iyice sulandırıyordu.
“Umarım Lagos burası kadar
berb..”
Kollarımı koltukaltlarından
sokarak göğsünü ve hareket alanını kısıtladım. Kollarımı iyi kilit yapar nefes
almasını zorlaştırırken kendisi çırpınarak ne olup bittiğini anlamaya
çalışıyordu. O debelenirken banyoya götürdüm. Hala debeleniyordu. En sonun
biraz çöktüm ve dizimle takımlarına sert bir vuruş yaptım. Dengesi bozulan
Elrich biraz sarsıldı. Hiç vakit kaybetmeden kafasını tutup lavaboya vurdum.
Sonra bir daha, bir daha ve bir daha… Kanamaya başladı. Kafasını lavaboya tutup
kanların lağımlara akmasını sağladım. Nabzı artık atmıyordu. O kanlarını
akıtırken üzerini aradım. Kimlik ve bir cep telefonundan başka bir şey çıkmadı.
Hepsini üzerime alıp hazırladığı çantayı kontrol ettim. Elrich 90 doğumlu mühendislik alanında yüksek
lisans yapmış bir gençmiş. Belgelerin
hepsi bunu gösteriyordu. Kimliğinde Arnavutluk doğumlu olduğu yazıyordu ancak
pasaportunda birçok Avrupa ülkesi girişi vardı. Çantasını biraz daha
karıştırdığımda birkaç çizim gördüm. Bunlar birkaç silah portatifiydi.
Elrich’in asıl ne iş yaptığı ve neden burada olduğunu az çok anlamıştım. Elrich
bir silah tüccarı yada elçi değildi. Sanırım kendisi silah geliştiren bir
beyindi ve bu kadar üstüne düşüldüğüne göre Avrupa’da iyi işler yapmış
birisiydi. Çantasından çıkardığım birçok nota göz gezdirmeyi ihmal etmiyordum,
bir sürü sayılar, kodlar ve anlamadığım birkaç dil. Bunları anlamam bana hala
hiçbir bok ifade etmiyordu sebebi ise Safir’in plansız şekilde beni Elrich’in
yerine koyması oldu. Hemen otelin telefonundan onu aradım, Dördüncü çalışın
sonunda cevap verdi.
“Vaktim kısıtlı bana aklından
neler geçtiğini anlat ben bu kadar ayrıntı bilmem.”
“Elrich’i buldun mu?”
“Banyoda kan kusuyor şuanda ve
adamlar hala gelmedi.”
“Bundan sonra adın Elrich.
Herkes sana öyle hitap edecek. Merak etme seninle birlikte geleceğiz artık
içeride adamımız var hem hiç kimse seni tanımıyor. Sadece rahat ol ve biraz
bilimsel konuş. Koloni kamplarındakiler sadece adam öldürmekten anlar. İyi
şanslar Spi.. Pardon. Bay Elrich. Varınca mutlaka yerini bildir.”
Safir telefonu yüzüme kapattı.
Cebimden hemen az önce Elrich’den aldığım cep telefonunu çıkarıp şarjını
kontrol ettim. Etraftaki belge kimlik ve bir takım notları da sırt çantasına
koyup yatağının üzerine bıraktığı deri ceketi giyindim ve Ahad’ın adamlarını
beklemeye koyuldum.
Yaklaşık beş dakika sonra kapı
altında iki adamın gölgesinin olduğunu gördüm. Hiçbir hamle yapmıyorlardı
sanırım sadece dinliyorlardı. Aklımdan geçen onlara resepsiyondaki kızın bir
beyazın gelip Elrich’i sorduğunu söylemesi oldu. Biraz zaman sonra kapı
çalındı.
“Kimsin!”
“Bay Elrich’i arıyoruz”
“Kendisi ile konuşuyorsunuz
bekleyin.”
Kapıyı açtım ve iki adam içeriye
girdi.
“Kadın bir adamın daha geldiğini
söyledi.”
“Lanet olsun bana hiç mi
saygınız yok? Hiç mi değer görmüyorum? Adam az kalsın beni öldürüyordu!”
“Nerede o?”
“Size gerek kalmadı. Bunlar
bizzat rapor edeceğim.”
“Burası başkent ve her yerde
çevirme var geç kaldık.”
“Size var da bu adama yok mu?”
Kısa süreliği bir sessizliğin
adından zencilerden biri adamı aradı ve hiçbir şeyin olmadığını söyledi.
“Buyurun isterseniz artık
gidelim. Yeterince geç kaldık.”