17 Ağustos 2015 Pazartesi

-Bölüm 4- Cehennemi Yaratırken (Güncel Kısım 1)

İkinci kez çalıştırıp özellikle arabayı içi çamur dolu küçük bir çukurun üzerine sürdüm. Biraz çamur beni daha iyi hissettirebilirdi.
Ulusal Camii’nin kuzeybatısında kalan büyük kaya adı verilen bölgenin diğer kısmında başıboş bırakılmış evlerin en lüksünü arıyordum. Ulusal camii demişken; Nijerya’da en fazla Müslümanlık yaygın, kendilerine Hanefi ve maliki diyen iki mezhep bu ülkede dini bakımdan Müslümanlar tarafından ele geçirilmiş diyebilirim. Terör bakımından ise hristiyan ülkelerden çok Müslüman ülkelerden yardım alıyorlar .Tabi hemen sonrasında hristiyanlık ve bunun yanında birçok enteresan inanış biçimi var. Hiçbiri beni ilgilendirmiyor ancak beyaz bir elbise ile donsuz dolaşan zenciler canımı sıkmıyor değildi.
Arabamı park edip yürümeye başladım. 50 metrenin sonunda çok küçük bir villanın kapısını tutan iki adam vardı. İkisi rahat giyimli beyaz adamlardı bir nevi onları gördüğüm için mutlu bile olmuştum. Belimdeki silahı ve bıçağı kontrol ederek onlara doğru yürüdüm.
“İyi günler beyler.”
“Akşam oldu. Ne istiyorsun?”
“Sonuçta gün bitmedi değil mi? Sanırım kayboldum.”
“Nereye gitmek istiyordun.”
“Caldwell adından bir adamı arıyorum.”
Adamların ikisi birbirine bakıp üzerime doğru yürüdüler
“Sen kimsin?”
Doğru yere gelmiştim.
“Bay Caldwell’i öldürmeye gelmiştim.”
Karşımdaki adam sırıtmaya başladı ve ben tam bu sırada dirseğim ile suratına sert bir darbe indirdim. İkinci adam hamlesini yapmak için hazırlanırken bir döner tekme ile suratına onu bayıltacak bir vuruş yaptım. Ağzından ve burnundan kan çıkan adam yerde yatıyordu. İlk darbeyi vurduğum kişinin son olarak da ensesine bir dirsek vurarak bayılmasını sağladım. İçeri hızlı adımlar ile yürümeye başladım kesinlikle acele etmiyordum. Belimden silahımı çıkarıp bu kez villanın kapısında duran iki adama ikişer kurşun sıkarak onları oyun dışı bıraktım. Hızlı adımlarım koşmaya başladı ve kapıya sert bir omuz atarak içeriye daldım. Bu kez silah seslerine doğru koşan adamlardan birinin üzerine atladım. İçeriden başka bir siyah adam geldi. Beyaz adamın sırtına atlamış boğazını sıkıyordum. Bu sırada siyah adam bana hedef almaya çalışıyordu ancak bu onun için çok zordu. En sonunda beyaz adamın boğazını tek elimle sıkarken belimden bıçağımı çıkarıp kalbine sapladım. Adam yere yıkılırken silahımı çıkarıp siyah adamı omzundan kör bir atışla vurdum. Bıçağı beyaz adamın kalbinden çıkarıp bu kez omzundaki yara ile kıvranan adamın kalbine sapladım. Enteresandı bu kadar gürültüye rağmen Caldwell ibnesi hala aşağıya inmemişti. Bıçağımı çıkarıp herifin kıyafetleri ile temizledikten sonra yukarı kata çıkıp odaları aradım. Bir odanın içinde birkaç tane çıplak kadın seslerden korkmuş şekilde saklanıyorlardı. Daha fazla aramak istemedim.
“Hey.. Hey!”
Korkudan sadece çığlık atıyorlardı.
“Hey adam nerede!? Söylemezseniz hepinizi tek tek vuracağım.”
İçlerinden birisi ağlayarak ‘Banyoda’ dedi. Ve devam etti ‘Banyoda koridorun sonunda lütfen ‘
Kapıyı kapatıp koridorun sonundaki banyonun kapısına sert bir tekme atarak kırılmasını sağladım. Bana verilen resimdeki tarife uyan oldukça sıska tipli ince top sakallı kel bir beyaz içi dolu küvetin içinde kafası güzel şekilde uzanmıştı. Kafasını çevirip bana baktı.
“Sende kimsin ? Hiç yerlilere benzemiyorsun?”
O an bu kadar aksiyon ve sese rağmen böyle tepki verebilecek bir adamın ciddiyetten anlayacağını sanmıyordum.
“Elbette yerli değilim. Ben seni bu Kızılderililerden kurtaracak olan soluk denizliyim. Hadi gidiyoruz. “
Caldwell ince sesi ile rahatsız edici bir kahkaha attı. Zar zor ayağa kalktı ve ellerini penisine götürerek testislerini sıkmaya başladı.
“Beni kandırabileceğini mi sanıyorsun? Bak hala toplarım ve ben yaşıyoruz seni geberteceğim.”
“Hadi Caldwell kimse kalmadı. Fazla uğraştırma beni”
“Biliyor musun sen baya komiksin ama gözlerinde farklı bir şey var. Yok sen.. Sen o herkesi güldürüp yalnız kalınca köşeye çekilip ağlayan palyaço musun?”
“Hayır ben o palyaçoyu öldüren kişiyim.”
“Vay canına. Güzel laftı! Yine güldürdün beni.”
Caldwell’e yaklaşıp suratına sert bir yumruk vurdum. Kapıya asılı bornozlardan birini giydirip omzuma alarak aşağıya indirip ardından bahçe kapısından çıkararak 50 metre yürüdüm. Wrangler’ın bagajını açıp Caldwell’i içine attım. Ardından arkadaki ipler ile ellerini ve ayaklarını bağlayıp ağzına bir bant çektim.
Yol boyu tüm karayolunda boş boş gezindikten sonra Abraj karayoluna girip Safir’in bahsettiği bataklık bölgesine doğru arabamı sürdüm. Bu sırada Caldwell uyanmış bagajı tekmeliyordu. Önce durulmasını bekledim ancak duracak gibi değildi. Arabamın bagajında bir canlıdan çok her zaman ölünün olmasını tercih ederdim ve genelde her zaman ölüler olurdu. Arabayı sağa çekip aşağıya indim, ardından bagajı açıp Caldwell’in ayılmış gözleri ile karşı karşıya kaldım.
“Tam senden hoşlanmaya başlamışken neden rahat durmuyorsun?”
Caldwell bagajın içinde çırpınmaya devam etti. Arabam dünyadaki her canlıdan daha değerliydi ve keş bir beyazın onu tekmelemesine izin veremezdim. Suratına sert bir yumruk vurarak bayılmasını sağlamaya çalışsam da bunu ancak üçüncü yumrukta gerçekleştirebildim. Sonunda bataklık yoluna girmiş arabam istediğim pisliğe bulaşmıştı. Biraz daha yol yaptıktan sonra artık ilerleyemeyeceğimi fark ettim. Cladwell’i sırtıma alıp ormanın içine girdim. Biraz yürüdükten sonra yakılmış ateşe doğru sessizce ilerledim. Biraz daha yaklaştıktan sonra adımlarımı rahatlattım çünkü karşımda ayrılmaz üçlü ve birkaç adamı vardı. Çalıların arasından çıkar çıkmaz tüm silahlar üzerime doğruldu
“Hey sakin olun millet. Paketi getirdim.”
Caldwell’in baygın bedenini bataklığın yanına attım. Safir ve diğerleri kel adama şaşkınlıkla bakıyordu. Safir bir anda kızgın gözler ile bana baktı
“Sana onu canlı istiyorum dedim!”
Adamlardan birinin matarasını alıp Caldwell’n suratına boca edip birkaç tokat ile ayılmasını sağladım. En sesinden tutup yerde oturur hale getirip ağzındaki bandajı çektim. Caldwell’in suratına yapışan bant çıkar çıkmaz ona bir ağda acısı uyandırdı.  Safir’e döndüm.
“Senindir” dedim ve kenara çekildim. Artık sorgulama sırası onlarındı. Safir oldukça ciddi bir sesle dizlerinin üzerine çökmüş Caldwell ile konuşmaya başladı ben olsam onunla konuşurken bu kadar ciddi olmazdım.
“Bay Caldwell bu şekilde geldiğiniz için üzgünüz ancak hiçbir şekilde yanaşmadınız.”
Caldwell ayılmıştı ve sonunda onun ciddi halini görebilmiştim.
“Ben kendimi hiç kimse için pazarlamam. Sizin gibi ülke sevdası deyip insanların cebindeki paraları kendi cebine atanlara hiç satmam!”
“Caldwell kendini çoktan Boko Haram’a sattın. Ahad ilk başta yeni gelen eleman neydi adı.. Elirich.. Onunla görüşmen için ikna etmedi mi? Temiz olup olmadığını önce sen belirleyip ardından onu adresler ile salmayacak mıydın?”
“Ahad en azından kime çalıştığını biliyor. Ve ister inan ister inanma sizin vaktiniz doldu. Boko Haram ve Ahad Nijerya’nın sahibi.”
“Adresler nerede?”
“Kıçıma soktum gel de al”
Safir bir göz hareketi ile iki elemanını harekete geçirdi. Karanlıkta görmekte zorluk çektiğim iki zenci önce Caldwell’e sert bir yumruk attı. Arından diğer elindeki kerpeteni direk ağzına soktu ve Safir’e baktı. Ondan işaret bekliyor gibiydi.
“Şimdi Caldwell tekrar soruyorum adresler nerede?”
“Elrich’de. Adresleri ona verdi. “
“Neden güvenmediği birine adresleri versin?”
“Ahad sandığından da zeki bir adam bana da güvenmiyor.”
“Peki Elrich? O nerede?”
Caldwell gülümsemeye ardından kahkahalar atmaya başladı. Ağzında kerpeten olan bir beyaza göre oldukça neşeli görünüyordu ama bu fazla sürmedi Safir bir el hareketi ile neşesini bir anda çığlıklarla harmanlanmış acıya dönüştürdü. Zenci kerpeten ile Caldwell’in dört yada beş dişini bir anda çekti. Ağzı kanlar içinde yere düşen Caldwell acıdan çırpınıyor ve tek yapabildiği şeyi yapıyor; çığlık atıyordu.
Biraz daha durulduktan sonra yine sırıtmaya başladı ve Safir yine sordu.
“Elrich nerede!?”
“Eğer söylersem beni serbest bırakır mısınız?”
“Elbette Caldwell sen kendi çöplüğünde debelenen sıradan birisin. Kimseye karışmazsın. Amacım seni öttürmek.”
“Siz burada otururken Ahad’ın hareket halindeki iki adamı çoktan Elrich’i otelinden almaya gitti.Aptallar!” Koca bir kahkaha bıraktı ardından devam etti “Enyama Oteli”
“Spinoza otele onlardan önce git ve Elrich’i öldür. Onun yerine geç ardından müsait bir telefondan beni ara.”
Bana hemen elindeki bir kartı verdi. Üzerinde tek bir telefon numarası yazıyordu. Aslında söyledikleri basitti kısa yoldan bana köstebek olmamı söyledi. Öncesinde Elrich’i öldürmem ve zamanla yarışmam gerekiyordu.
“Bu arada şu kafası testis topuna benzeyen adamı öldür.”
Caldwell bir anda şaşkın gözler ile önce bana sonra Safir’e bakıyordu.
“Ama söz verdin! Bırakacaktın.. Lütfen.. Ne ol..”
Ve kulakları çok kısa süreliğine sağır eden bir sesin eşliğinde Caldwell’in kafasına girip çıkan tek kurşun onun rahatsız eden sesini kesmişti. Bu esnada Johari dahil herkes bu kadar seri olmamı hayranlık ve büyük bir vahşet ile izliyorlardı. Silahımı geri yerine koyup onlara aldırmadan arabama koştum ve gazladım.
Elimden gelen sadece gazı köklemek ve daha hızlı gitmekti. Enyama oteli yakınlarımızdaydı. Tek sıkıntı karayolunun engebeli olmasıydı. Ama Wranglerim ve ben bunu da aşmasını bilmiştik. Aklımda hiçbir plan yada kural yoktu. Olabildiğince hızlı şekilde doğaçlama yapmam gerekiyordu.  15 dakikalık bir yolun ardından arabayı otelin önünde durdurup koşarak resepsiyona girdim.
“Buyurun efendim nasıl yardımcı olabilirim.”
“Elrich.. Bay Elrich ile görüşmem gerekiyor. “
“Soyadı?”
“Kayıtlara bak telefonla ara onu beni bekliyor olmalı.”
Saçını topuz yapmış siyahî kadın iyice inceledikten sonra kibar konuşması ile devam etti.
“Hıh! İşte burada. Bir saniye”
Kısa bir telefon konuşması gerçekleştiren kadın yeniden bana döndü”
“216 numaralı oda dördüncü kat. Sizi bekliyor efendim.”
“Şey.. Bir şey daha sorabilir miyim?”
“Elbette.”
“Bay Elrich’e iki misafir daha gelecekti onlar geldi mi?”
“Hayır efendim Bay Elrich’i ilk siz sordunuz.”
“Pekâlâ iyi akşamlar.”
Dört kat merdiven çıktıktan sonra 216 numaraları odanın kapısını çaldım.
“Kimsin”
“Caldwell. Senin için geldim.”
Elrich kapıyı açtı ancak hiç centilmen değildi arkasını dönüp sanki kapıda kimse yokmuşçasına odanın içine ger girdi. Direk çantasını toplamaya başladı.
“Gidiyoruz değil mi? Bu arada telefonda sesin daha kalın çıkıyordu.”
“Sesim hiçbir zaman incelmedi.”
Arkası dönük kurbana sinsi bir kaplan gibi ağır adımlar ile yaklaşıyordum. Karşısındaki arkası dönük masum geyiğin hiçbir şeyden haberi olmaması kaplanın ağzını iyice sulandırıyordu.   
“Umarım Lagos burası kadar berb..”
Kollarımı koltukaltlarından sokarak göğsünü ve hareket alanını kısıtladım. Kollarımı iyi kilit yapar nefes almasını zorlaştırırken kendisi çırpınarak ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. O debelenirken banyoya götürdüm. Hala debeleniyordu. En sonun biraz çöktüm ve dizimle takımlarına sert bir vuruş yaptım. Dengesi bozulan Elrich biraz sarsıldı. Hiç vakit kaybetmeden kafasını tutup lavaboya vurdum. Sonra bir daha, bir daha ve bir daha… Kanamaya başladı. Kafasını lavaboya tutup kanların lağımlara akmasını sağladım. Nabzı artık atmıyordu. O kanlarını akıtırken üzerini aradım. Kimlik ve bir cep telefonundan başka bir şey çıkmadı. Hepsini üzerime alıp hazırladığı çantayı kontrol ettim.  Elrich 90 doğumlu mühendislik alanında yüksek lisans yapmış bir gençmiş.  Belgelerin hepsi bunu gösteriyordu. Kimliğinde Arnavutluk doğumlu olduğu yazıyordu ancak pasaportunda birçok Avrupa ülkesi girişi vardı. Çantasını biraz daha karıştırdığımda birkaç çizim gördüm. Bunlar birkaç silah portatifiydi. Elrich’in asıl ne iş yaptığı ve neden burada olduğunu az çok anlamıştım. Elrich bir silah tüccarı yada elçi değildi. Sanırım kendisi silah geliştiren bir beyindi ve bu kadar üstüne düşüldüğüne göre Avrupa’da iyi işler yapmış birisiydi. Çantasından çıkardığım birçok nota göz gezdirmeyi ihmal etmiyordum, bir sürü sayılar, kodlar ve anlamadığım birkaç dil. Bunları anlamam bana hala hiçbir bok ifade etmiyordu sebebi ise Safir’in plansız şekilde beni Elrich’in yerine koyması oldu. Hemen otelin telefonundan onu aradım, Dördüncü çalışın sonunda cevap verdi.
“Vaktim kısıtlı bana aklından neler geçtiğini anlat ben bu kadar ayrıntı bilmem.”
“Elrich’i buldun mu?”
“Banyoda kan kusuyor şuanda ve adamlar hala gelmedi.”
“Bundan sonra adın Elrich. Herkes sana öyle hitap edecek. Merak etme seninle birlikte geleceğiz artık içeride adamımız var hem hiç kimse seni tanımıyor. Sadece rahat ol ve biraz bilimsel konuş. Koloni kamplarındakiler sadece adam öldürmekten anlar. İyi şanslar Spi.. Pardon. Bay Elrich. Varınca mutlaka yerini bildir.”
Safir telefonu yüzüme kapattı. Cebimden hemen az önce Elrich’den aldığım cep telefonunu çıkarıp şarjını kontrol ettim. Etraftaki belge kimlik ve bir takım notları da sırt çantasına koyup yatağının üzerine bıraktığı deri ceketi giyindim ve Ahad’ın adamlarını beklemeye koyuldum.
Yaklaşık beş dakika sonra kapı altında iki adamın gölgesinin olduğunu gördüm. Hiçbir hamle yapmıyorlardı sanırım sadece dinliyorlardı. Aklımdan geçen onlara resepsiyondaki kızın bir beyazın gelip Elrich’i sorduğunu söylemesi oldu. Biraz zaman sonra kapı çalındı.
“Kimsin!”
“Bay Elrich’i arıyoruz”
“Kendisi ile konuşuyorsunuz bekleyin.”
Kapıyı açtım ve iki adam içeriye girdi.
“Kadın bir adamın daha geldiğini söyledi.”
“Lanet olsun bana hiç mi saygınız yok? Hiç mi değer görmüyorum? Adam az kalsın beni öldürüyordu!”
“Nerede o?”
“Size gerek kalmadı. Bunlar bizzat rapor edeceğim.”
“Burası başkent ve her yerde çevirme var geç kaldık.”
“Size var da bu adama yok mu?”
Kısa süreliği bir sessizliğin adından zencilerden biri adamı aradı ve hiçbir şeyin olmadığını söyledi.

“Buyurun isterseniz artık gidelim. Yeterince geç kaldık.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder