Gözlerimi devirip önüme doğru
bakarken aynı benim gibi yanımda da kendi yoluna bakan adamlar görüyordum.
Çamurlu patika kapalı bir hava ve hayatlarının neden böyle boktan ilerlediğini
sorgulamayacak kadar umutsuz ve tepkisiz kalan narsist zenciler. Bir nevi onlar
bu kıtada nasıl hayatta kalabileceklerini çözebilecek kıvama gelmiş insanlardı ki
tüm bunları yapmalarının sebebi zekâları değil yaşadıklara forma sağladıkları uyumla
alakası vardı. Dostoyevski’ye göre insanı hayvanlardan ayıran en büyük özellik
bizlerin yani insanların yalan söyleyebilmesiymiş. O ihtiyara katılarak söylüyorum
ki bu gerçek hayvanları bizden daha şerefli kılıyor. Yaşam formuna dönecek
olursak evet aynı tundra ikliminde yaşayan bir hayvanın soğuğa duyarlı olup
ondan korunması içip tüylerini çıkarabilmesi gibi. İşte bu yanımdaki sadık
zencilerde kan iklimine uyum sağlamaya çalışan birer hayvandan farksız
bireylerdi. Onlar için gurur 20. Yüzyılda kaldı. Belki 19 belki daha eski..
Onlar hayatta kalmak için kendilerinden güçlü insanların sözlerine boyun eğmeyi
ve hayatları için gerektiğinde kendilerini bile hiçe sayabileceklerini
yaşayarak ve gördükleriyle öğrendiler. İşte bu iklime alışmış hayvanların eşliğinde
kendi kurallarımı yıkarak Abuja’nın belki de en güçlü adamının evine giden
toprak patikada hayatın anlamını sorguluyor bu boktan zencilere bir kez daha
acıyordum. Belki acınması gereken kişi başta bendim ancak insan kendini
sorgulamaktan zerre keyif almayan bir varlık ve bu benim nedense canımı
yakmıyor aynı diğer insanlar gibi.
Düşüncelerim ile sıradanlığın
dibine vurmuşken Birkaç gece önce Johari sayesinde evinden kaçtığım Safir’in en
üst düzeyde korunan malikânesinin sonunda avlusuna girmiştim. Kapıda Safir beni
bekliyordu. Beni gördüğüne hiç mutlu olmamıştı ama suratındaki şaşkın ifadeyi
gizlemesi oldukça güçtü.
“Aynı bu saatlerde evimden
defolup gittin neden geri dönesin?”
“Bilmem. Belki canım
sıkılmıştır. Belki kafayı fazla çekmişimdir. Yada rahatlamaya ihtiyacım vardır.
Kim bilebilir?”
“Canımı sıkma Spinoza. Ne bok
yemeye geldin buraya seni öldürmemem için bir sebep söyle.”
“Teklifinizi düşündüm ve kabul
ediyorum eğer sorgulamanız bitti ise bir bardak Jhonnie Walker içip şartları
konuşmak istiyorum.”
Safir gülümsemeye başladı.
Elbette beni içeriye alması kolay olmayacaktı. Devam etti.
“Yani içeride kıçından kan
gelene kadar dayak yediğin halde bizimle olmayı kabul etmedin ardından bu evden
kaçtın tam kurtulmuş rahata ermişken bizimle olmayı kabul ettin öyle mi?”
“Evet tam olarak öyle oldu.”
“Seni..”
“Hem ne derler bilirsiniz zorla
güzellik olmaz”
“Bu ne sikim bir cümle.”
“Sanırım bir Ortadoğu ülkesinden
hatırlıyorum tam emin değilim ayrıca şuan kafam oldukça güzel gibi başım beni
öldürüyor.”
“Ahad’a gitmediğini nereden
bileyim? Ya bu senin beni öldürmek için yeni bir oyununsa?”
“Eğer seni öldürmek isteseydim
buradan kaçmadan önce odana gelip kafanı değersiz vücudundan ayırabilirdim
değil mi?”
“Beni yorma Spinoza! Beni
inandır” sesini oldukça yükseltmişti. Haklıydı sesini yükseltmekte baya sinir
bozucuydu eğer karşımda ben olsaydı suratına çoktan bıçağımı saplamıştım.
“O orospu çocuğunun beni de
öldürtmek istediğini duydum paramı alamadım ve bu kadar zahmeti bana yaşattığı
için o pisliğin can çekişmesini istiyorum ayrıca buraya bedavaya gelmedim ben
kaliteli bir fahişeyim.”
O sırada alındığından mı
bilmedim ama balkona Johari çıktı. Kafamı kaldırıp güzelliği ile gözlerimi
biraz ödüllendirmek istedim. O da beni bu kadar kısa sürede beklemez diye düşünüyordum
fakat pek şaşırmamış gibiydi.
“Bayan Johari kocanız oldukça
inatçı! Hepinize sesleniyorum ya beni içeriye alın şartları konuşalım ya salın
yada tüm midemi ucuz mermileriniz ile doldurun.”
“Tanrım bu adam kafayı iyice
bulmuş! İçeriye alın onu.”
Ben ve kafayı bulmuş inadım bu
raundu kazanıp içeriye doğru yürüdüm. Bu kadar baş ağrısı buraya gelmeden önce
aldığım alkol başımı döndürse de en az beş zenciyi dövebileceğime kendimi
inandırmıştım.
Beni meşrubat ile bayıltıp
ırzıma geçtikleri çalışma odasına girip deri koltuklardan birine kendimi attım.
Tüm yüzsüzlüğüm ile sek viskimi isteyim koltuğa yayıldım. Kafamı en son
binlerce ışığını hatırladığım avizeye doğru yönelttim. O kadar da çok ışığı
yokmuş. Viskim geldi ve koca bir yudum
alıp ilk viski içerken tüm vücudumuzda ürkme yaratan o his uyandı. Bu his
normalde boğazda bir yakma ile kesilirdi fakat o kadar çok içkinin ardından
bende kusma isteği uyandırdı. Tabi kusmadım. Henüz.
“Bay Spinoza iyi misiniz?”
“İyi olmam seni mutlu eder mi?”
“Hayır. Sanırım pek bir şey fark
etmezdi.”
“O zaman ne sikime soruyorsun?”
Safir bozulmuş şekilde gözlerime
baktı. Sanki gözlerinde ‘Sana ihtiyacım olmasa derinden kendime güzel bir ceket
yapardım’ sözleri vardı. Hala bana ihtiyacı var ve bu beni şımartıp vurdumduymaz
bir adama dönüştürüyordu.
Bardaktaki tüm viskiyi fondip
yapıp bir tane daha istedim. Ve istediğim gibi geldi. Elbette gelecekti.
Johari aşağıya inmiş neredeyse
kocasının kucağına oturacak şekilde yanına sırnaşmıştı. Bu bana acı yerine bir
iğrenme hissi uyandırıyordu.
“O iyi mi?” diye sordu
kocasına. O da her insanoğlu gibi
konuşma yeteneğini kullanarak cevapladı.
“Bilmiyorum ama iyi olacağına
eminim. Şu durumda önemli olan dürüstlüğü”
Biraz gülümsedim ve ardından
içten gelen koca bir kahkahayı tüm odanın boşluğuna bıraktım. Dürüstlükten
bahsediyordu. Afrika’da sadece paraya tapan bir adam kapınıza kadar gelmiş ve
paraya ihtiyacı var bunun neresi sorgulanabilir ki?
“Bay Spinoza isterseniz bunları
sabah konuşalım?”
“Hiç gereği yok şu an oldukça
keyfim yerinde ve iş konuşmak istiyorum. Henüz saygı değer karınız da
buradayken anlaşmamızı yapalım ancak beğenmezseniz bile ya beni öldürün yada
güzel bir oda verin onda anlaşalım önce.”
“Pekâlâ.”
“Size benim geleceğimi haber
veren en yakın arkadaşım Paul’a buradan kaçar kaçmaz uğradım. Yaşamak için bana
diğer düşmanlarımı da anlattı. Başından beri Ahad planlamış burada ölmemi
istiyormuş alacağını benim sayemde almış.
Amacı sizin Pazar payınız değil biliyorum sizde silah satıyorsunuz fakat
önemli bir değeriniz yokmuş yani silah pazarında anlatabiliyorum değil mi?”
“Ne yani bundan haberiniz yok
muydu?”
“Elbette yoktu neden olsun ki
tanrılar aşkına bu zamanda bir insanın şerefi ile çalışması ne kadar zor. Siz
siyahlar başta böyle şerefsizken biz beyazlar nasıl duralım?”
“Devam et.”
“Ona inanmadım ilk ancak Ahad’ın
bana verdiği süre geçtiği halde öl bedenini ona göstermedim bunun onu
endişelendirip beni aramasını gerektirirdi ama aramadı. Paul’a bana verdiği
aynı numarayı görünce her şeyi anladım ve o raya nihayetinde tek başıma
gidemezdim bu yüzden hem size iş yaparak para kazanırım hem de Ahad’a acı
veririm diye düşündüm.”
Konuşma oldukça boğazımı
kurutmuştu. Viskimden koca bir yudum alıp Johari’nin gözlerime büyük bir hayal
kırıklığı ile bakmış olduğunu gördüm. Belki de beklediği bir dürüstlük
temsilcisi olarak gelip ölen çocuklar ve kendisinin söylediklerinden etkilenip
buraya o şekilde geldiğimi açıklamamdı. Bunları anlatsam sabaha kadar kendisi
ile sevişebilirdim fakat bu hakkı kaybetmiş gibiydim. Büyük bir kayıp olsa da
zararın bir köşesinden dönmeyi boku tam anlamı ile yemeden başarmıştım ve bunda
karşımda bana hayal kırıklığı içinde bakan kadının payı büyüktü.
Ona içimde olduğum karmaşayı
anlatamazdım. Kendimi bu şekilde inandırmış, bu şekilde para düşkünü ruhsuz taş
kalpli bir adam olarak lanse etmeyi başarmıştım. Her ne kadar kendisi beni öyle
görse de anlattıklarım Safir’in işine gelmişti, ilk kez bana parlayan gözlerle
bakıyordu çünkü hikâyemi destekleyecek kanıtlar ve bir adet ben vardım tam
karşısında oturuyordum.
“Size inanmak istiyorum Bay
Spinoza gece birkaç araştırma yapacağım. Üst katlardan birinde size misafir
odalarının birinde ağırlamak isteriz. Yarın sabah kahvaltıda görüşürüz.”
“Demek misafirler için sadece
karanlık zindanlarınız yokmuş”
“Misafire göre Bay Spinoza”
Pantolonumu çekip ayağa
kalkarken deri koltuk cızırtısı kulakları rahatsız etse de kalkar kalkmaz gelen
baş dönmem az önce ilk yudumu aldığım viskiden gelen ürperti hissini geri
çağırmıştı. Boğazıma gelen Jhonnie Walker inanılmaz şekilde midemi bulanırmış
ve büyük çalışma odasının en pahalı döşemelerine tüm kusmuğumu bırakmıştım. Bir
anda yere düştüm ve yerde kusmaya devam ettim. Bir adet vicodin ve bolca
alkollü içki içimden çıkmış tüm çalışma odasını kokusuyla zehirlemişti. Ayağa kalktım
ve gözlerimin bayılmış olduğunu hissettim.
“Bu da size minnettarlığımın
hediyesi olsun sikikler”
Johari hemen olaya müdahale etti
ve beni uzaklaştırdı.
“Ben ona yardımcı olurum”
diyerek bana yolu gösterdi.
Uzun bir yürüyüşün ardından
kendisi ile hiç konuşmadık. Beni önce bir banyoya geçirip üzerimdekileri
çıkarttı. Sadece bokserım ile kaldım. Tüm elimi yüzümü kendisinin yardımı ile
yıkadım. Bu kadar olayın içinde olması pamuksu ellerini bir erkek eli gibi
sertleştirmişti. Yine de şikâyetçi değildim. Dünyalar çirkini yüzüme belki
dünyanın en güzel kadını ilgi gösteriyordu bunundan şikâyet etmek büyük
terbiyesizlik olurdu.
Havluyla yüzümü ve vücudumu
silip beni yeniden koridora çıkarıp yürütmeye devam etti. Bir kapıdan içeri
girip orta büyüklükte oldukça lüks bir odada buldum kendimi. Çıplak ayaklarım
duvardan duvara kaplanmış halılara basıyordu. En sonunda yatağa oturdum ve
etrafa bir aptal gibi boş boş bakınmaya başladım.
“Neden geri döndün?” diye sordu
Johari.
“Nedenini anlattım. Tekrar
anlatacak durumda değilim.”
“Ben gerçek nedenini sordum.”
“Gerçek neden diye bir şey
yoktur tek bir neden vardır o da bahsettiğin gerçek nedendir onu da aşağıda
anlattım.”
“Anlamıyorum geri dönebilirdin.
Neden bizim için geri döndün?”
“Sizin için mi? Hayır kesinlikle
sizin için dönmedim hatta sikimde bile değilsiniz sen senin gözlerin nede
kocan.”
“Gözlerim ne alaka?”
“Her seferinde neden böyle
kocaman bakıyorsun daha doğrusu nasıl bunu beceriyorsun?”
“Bilmiyorum. Sorularıma yanıt
ver.”
“Sorularına yanıt aldın Johari.
Daha iş yaptığınız insanlara bile saygınız kalmamışken neden sözlerinizin hatırına
geri döneyim ki?”
“Bir şey gördün değil mi?”
“Evet bir şey gördüm ama her
zaman gördüğüm şeylerden farklı değildi.”
“Yine bu arazinin içinde
yakınlarımda uyuduğunu bilmek güzel.
Johari az önce temizlediği
yüzüme o hiçte yumuşak olmayan elleri ile dokundu. Sakin onun ellerinde
yaratılışımda olan bir şey vardı ve bir anda yumuşuyordu. Suratımın ilk kez
güzel olduğunu hissediyordum. Sanki dokunduğu her şeyi altına dönüştüren bir
büyücüydü. Ama büyücüler zenci olmaz derdi dünyayı sikine takmayan babam.
Bilmiyorum belki vardır ama o hiç tanımamıştı. Nerden bilebilirdi ki uydurma hikâyeler
anlattığı oğlunun bir gün zenci bir büyücü ile tanışacağını.. Johari ıslak
dudaklarını kokuşmuş ağzıma dayadı ve dilini usulca dilim ile buluşturdu. Bu
pek masum olmayan oldukça ateşli bir iyi geceler öpücüğüydü.
“İyi geceler Spinoza. Sabaha
görüşürüz.”
Çıkarken ışığı kaparken bana
baktı hala bir tepki bekliyordu. Bende gözlerimi kapatıp gülümseyerek onaylar
şekilde kafamı salladım. Çarşafımın içine girdim.
Uyudum.
Gözlerimi açtığımda sanki tüm
dünya kafamın üzerine oturmuş benimle dalga geçiyordu. Kafamın içindeki baş
ağrısı sanki ayılmama engel oluyordu. Dilimde sanki hiç su içmemiş yeni doğmuş
bir çocuğun suya olan hasreti vardı. Çarşafımı yere fırlatıp zar zor yatağıma
oturdum. Sanki birileri çekiçle ense kökümden kafama kadar vurmaya başlıyordu.
Zar zor ayağa kalktım. Saatin kaç olduğunu bilmeden odanın içinde yürümeye
başladım. Penceremi açıp ışığa doğru bakarken gözlerim sanki tecavüze uğradı.
Biraz daha ayıldıktan sonra kıyafetlerimin temizlenmiş şekilde komidinin
üzerinde olduğunu gördüm. Giyinip aşağıya inmeden banyoda elimi yüzümü yıkayıp
iyice kurulandım. En sonunda ayna ile göz göze geldik. Diğer günlere nazaran
daha da çirkindim. Gözaltlarım adeta siki tutmuş gibi bana bakıyordu.
Aldırmadan aşağıya indim ve üç kişinin oturduğu yuvarlak bir kahvaltı masası
beni bekliyordu. Safir’in sesi ile kulaklarım da güne merhaba dedi.
“Günaydın Bay Spinoza! Geç
kaldınız buyurun bize katılın.”
Kafamı sallayıp merdivenleri
teker teker indim. Johari ve Safir yan
yanaydı birde Mabad oturuyordu hepsinden uzak bir açı bularak oturdum. Kahve
demliğini alıp fincanımı güzelce doldurduktan sonra acı bir yudum alarak
kendime geldim. Bu sırada Mabad şişman vücudunu beslemekle meşguldü. Safir ise
Johari ile oldukça neşeli bir sohbet geçiriyordu. En sonunda istemesem de ben
akıllarına geldim.
“İyi uyudunuz mu Bay Spinoza?”
“İdare edebildim.”
“Dün gece söylediklerinizi
hatırlıyor musunuz?”
“Elbette. Kelimesi kelimesine.”
Bu sırada Johari’nin gözlerinin içine baktım.
“Güzel içimde sarhoş olduğunuz
için bunları hatırlamamanız kaygısı vardı.”
“Biraz kafam güzeldi hepsi o
kadar. Döşemeleriniz için kaygılandıysanız o ayrı..”
Safir biraz iğrenmiş gibi
duruyordu. Bıçağını bırakıp ağzını bir beyefendi gibi peçete ile nazikçe sildi.
Bende o sırada kahvemden ardı ardına iki yudum alarak kendime gelmeye
çalışıyordum. Bir peynir parçası ağzıma atarak kokuyu bir nebze giderebilirdim.
“İşe Abuja’dan başlayacağız Bay
Spinoza bize istediğimiz bir adamı getireceksiniz bu sayede hem size güvenim
tam anlamı ile pekişmiş hem de işimizin ilk safhasını gerçekleştirmiş olacağız.
“
“Elbette. Kaç kurban var ve
önemleri ne? Adam başı ne kadar kazanacağım ve bu boktan iş ne zaman sona
erecek?”
“Abuja’da istediğimiz iki adam
var. Ardından Lagos’da sizin sayenizde Ahad’ın ele geçirdiği kolonileri havaya
uçuracağız.”
“Size getirmemi istediğiniz iki
adam mı var diğerlerini roket atar vs uçursanız? İki adamın işini bitirip
gitsem?”
“O iki adamın işini bizde
bitirebiliriz ancak bu size güvenle ilgili. Ayrıca şuanda herkes sizi ölü
biliyor o kolonilere aynı buraya girdiğiniz gibi girebilir uzaktan kumandalı
patlayıcılarımızı içeriye sokabilirsiniz. Bahsettiğiniz roket atar işi oldukça
külfetli ayrıca istediğimiz sonucu vermez. Büyük bir kamptan bahsediyoruz.
Koloni neredeyse Boko Haram’a satıldı.”
“Tüm koloni mi?”
“Elbette. Büyük bir şey
planlıyorlar ve elimizi hızlı tutmalıyız. Daha fazla güç kazanmamız içi bu
adamlara ve istihbaratlarına ihtiyacımız var.”
“Kim bu adamlar?”
“İkisi de beyaz. Birisi uzun
zamandır burada. Diğeri de yeni geldi adı Elrich. Onun yerine geçerek
kolonilere gideceksin. Ahad onu bekliyor. “
“Buna da tamam.”
“Fiyata gelelim. Ne kadar
istiyorsunuz?”
“Dolar. 94bin. “
“Neden dolar?”
“Paranın direk hesabıma
yatmasını istiyorum belki biraz tatile çıkarım.”
“Çok para bu.”
“Elbette çok para ve en
sevdiğim. Biliyor musun Safir Benjamin Franklin’in vesikalık fotoğrafı aynadaki
yüzümden daha çok mutlu ediyor beni. “
Safir gülümsedi. Mabad ise hala
yiyordu.
“Paralel evrene inanır mısınız Bay
Spinoza.”
“Sikeyim paralel evreni.”
Bu kez gülme sırası Johari’ye
geçmişti. Gülmesinden rahatsız olmamıştım, hatta hoşuma bile gitmişti. Kahvemi
yudumlayıp Mabad’ı izlemeye başladım. Ne zaman doyacağını merak ediyordum. En
sonunda etrafında onu izleyen birilerinin olduğunu fark etti.
“Ne istiyorsun beyaz adam?”
“Hiç. Sadece yemeğe olan aşkınız
beni hayran bıraktı. Sanki tüm Afrika’nın yarısından daha fazla karnınız
doyuyor gibi.”
“Sence bu umurumda mı?”
“Bilmem umurunuzda mı?”
“Lanet olsun Safir yemek yerken
rahatsız edilmekten nefret ederim bu ibneyi karşıma benimle taşak geçmesi için
mi oturttun.
“Sadece eğleniyor Mabad kızma
ona işimize yarayacak.”
Mabad konuşmaya devam etti.
Yemeğe ara verip konuşmaya başlaması bile büyük bir başarı gibi duruyordu.
“Bu adam gittiğinde Johari’ye
çok kızmıştın ama o döneceğinden emindi. İki üç gün içinde kadın haklı çıktı
dostum sen ne dersen de Afrika’nın en zeki kadını ile sevişiyorsun.”
Şaşkınlık ile Johari’ye baktım.
O da sanki duymamış gibi başka şeyler ile ilgilenmeye başladı. Bu sırada Safir
elini Johari’nin eline götürerek gülümsedi. Onu sikmesi umurumda değildi ama
sanki olayları tahmin etmiş bu kadar zeki bir kadının elini tutması baya zoruma
gitmişti. Ben Johari’ye şaşkın ve çatık kaşlar ile bakarken Safir konuştu.
“Elbette öyle. “ Birbirilerine
gülümsemeleri bana bir anda işkence gibi gelmişti. Kahve fincanımı bir süre
sıktıktan sonra tüm kahveyi içip yenisini doldurdum. Safir Johari ile ayağa kalkıp bahçeye
çıkacaklarını ve benim yarım saat sonra çalışma odasında buluşmak istediğini
söyledi. Kahvemden bir yudum alarak kafamla onaylayıp önümde pek de
ilgilenmediğim gazeteyi okuyormuş gibi yapmaya başladım.
Dün gece tam ortasına kustuğum
çalışma odasının deri koltuklarına oturdum. Hiçbir şey olmamış gibi dik ve rahat bir
oturuş ile vaktin dolmasını bekledim. Sonunda yarım saat doldu ve üçü sanki
kurulmuş bir alarm gibi tam vaktinde içeriye girdiler. Safir önüme bir dosya
fırlattı. Kapağını açıp kel ve bıyıksız bir adamın fotoğrafına baktım.
“Richard Caldwell. Burada
yıllardır iş yapıyor küçük çaplı ama kaynakları için bize yanaşmıyor. Bu yüzden
onu alıp bataklık bölgesine getirmeni istiyorum.”
“Adres ve diğer her şey içinde
mi?”
“Elbette. Kendi aracını yıkattım
benzinini doldurdular. İstediğin silahı seçebilirsin.”
“Kaçta?”
“Gece bir sularında adresteki
bölgeye onu getir. Unutmadan eğer konuşmazsa tetiği her an çekmek için hazır
olacaksın.”
“Sorun değil.”
Bu sırada Mabad konuşmaya girdi.
“Sana hala nasıl güvenirler
bilmiyorum Paul’u iyi tanırdım ona haksızlık etmen ayrıca sinirime dokundu.
Eğer bu işi beceremezsen seni ben öldürürüm.”
“Paul’a haksızlık yaptığımı
düşünüyorsan o kadar da iyi tanımıyormuşsun demektir.”
“O pisliğe istediği şeyi
verdiğin zaman ondan daha güveniliri yoktur. İşlerini bedavaya halletmen seni
böyle bir kıtada zaten ölü konumuna sokar.”
“Kaybın için üzgünüm Mabad.
Benimde istediğim bazı şeyler vardı.”
“Gözüm üzerinde Spinoza.”
Ayağa kalktım ve Safir’e döndüm.
“Başka bir şey var mı? Son 12
saatte fazlasıyla konuştum.”
“Haberlerini bekliyorum.” Dedi.
Yanlarından ayrılıp malikânenin kapısından çıkarak Wrangler’ıma atladım.
Başkası bindiği için oldukça rahatsızdım. Arabamı tam anlamı ile temizlemek
istediğim bir şey değildi sanki tüm samimiyeti kaçmıştı. Hani az kıllı bir
vajinadan hoşlanırsınız ve partnerinizin günlerden bir gün orayı sıfır tıraş
ederek tüm zevkinizi kursağınızda bırakması gibiydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder