14 Ağustos 2015 Cuma

-Bölüm 4- Cehennemi Yaratırken

Gözlerimi devirip önüme doğru bakarken aynı benim gibi yanımda da kendi yoluna bakan adamlar görüyordum. Çamurlu patika kapalı bir hava ve hayatlarının neden böyle boktan ilerlediğini sorgulamayacak kadar umutsuz ve tepkisiz kalan narsist zenciler. Bir nevi onlar bu kıtada nasıl hayatta kalabileceklerini çözebilecek kıvama gelmiş insanlardı ki tüm bunları yapmalarının sebebi zekâları değil yaşadıklara forma sağladıkları uyumla alakası vardı. Dostoyevski’ye göre insanı hayvanlardan ayıran en büyük özellik bizlerin yani insanların yalan söyleyebilmesiymiş. O ihtiyara katılarak söylüyorum ki bu gerçek hayvanları bizden daha şerefli kılıyor. Yaşam formuna dönecek olursak evet aynı tundra ikliminde yaşayan bir hayvanın soğuğa duyarlı olup ondan korunması içip tüylerini çıkarabilmesi gibi. İşte bu yanımdaki sadık zencilerde kan iklimine uyum sağlamaya çalışan birer hayvandan farksız bireylerdi. Onlar için gurur 20. Yüzyılda kaldı. Belki 19 belki daha eski.. Onlar hayatta kalmak için kendilerinden güçlü insanların sözlerine boyun eğmeyi ve hayatları için gerektiğinde kendilerini bile hiçe sayabileceklerini yaşayarak ve gördükleriyle öğrendiler. İşte bu iklime alışmış hayvanların eşliğinde kendi kurallarımı yıkarak Abuja’nın belki de en güçlü adamının evine giden toprak patikada hayatın anlamını sorguluyor bu boktan zencilere bir kez daha acıyordum. Belki acınması gereken kişi başta bendim ancak insan kendini sorgulamaktan zerre keyif almayan bir varlık ve bu benim nedense canımı yakmıyor aynı diğer insanlar gibi.
Düşüncelerim ile sıradanlığın dibine vurmuşken Birkaç gece önce Johari sayesinde evinden kaçtığım Safir’in en üst düzeyde korunan malikânesinin sonunda avlusuna girmiştim. Kapıda Safir beni bekliyordu. Beni gördüğüne hiç mutlu olmamıştı ama suratındaki şaşkın ifadeyi gizlemesi oldukça güçtü.
“Aynı bu saatlerde evimden defolup gittin neden geri dönesin?”
“Bilmem. Belki canım sıkılmıştır. Belki kafayı fazla çekmişimdir. Yada rahatlamaya ihtiyacım vardır. Kim bilebilir?”
“Canımı sıkma Spinoza. Ne bok yemeye geldin buraya seni öldürmemem için bir sebep söyle.”
“Teklifinizi düşündüm ve kabul ediyorum eğer sorgulamanız bitti ise bir bardak Jhonnie Walker içip şartları konuşmak istiyorum.”
Safir gülümsemeye başladı. Elbette beni içeriye alması kolay olmayacaktı. Devam etti.
“Yani içeride kıçından kan gelene kadar dayak yediğin halde bizimle olmayı kabul etmedin ardından bu evden kaçtın tam kurtulmuş rahata ermişken bizimle olmayı kabul ettin öyle mi?”
“Evet tam olarak öyle oldu.”
“Seni..”
“Hem ne derler bilirsiniz zorla güzellik olmaz”
“Bu ne sikim bir cümle.”
“Sanırım bir Ortadoğu ülkesinden hatırlıyorum tam emin değilim ayrıca şuan kafam oldukça güzel gibi başım beni öldürüyor.”
“Ahad’a gitmediğini nereden bileyim? Ya bu senin beni öldürmek için yeni bir oyununsa?”
“Eğer seni öldürmek isteseydim buradan kaçmadan önce odana gelip kafanı değersiz vücudundan ayırabilirdim değil mi?”
“Beni yorma Spinoza! Beni inandır” sesini oldukça yükseltmişti. Haklıydı sesini yükseltmekte baya sinir bozucuydu eğer karşımda ben olsaydı suratına çoktan bıçağımı saplamıştım.
“O orospu çocuğunun beni de öldürtmek istediğini duydum paramı alamadım ve bu kadar zahmeti bana yaşattığı için o pisliğin can çekişmesini istiyorum ayrıca buraya bedavaya gelmedim ben kaliteli bir fahişeyim.”
O sırada alındığından mı bilmedim ama balkona Johari çıktı. Kafamı kaldırıp güzelliği ile gözlerimi biraz ödüllendirmek istedim. O da beni bu kadar kısa sürede beklemez diye düşünüyordum fakat pek şaşırmamış gibiydi.
“Bayan Johari kocanız oldukça inatçı! Hepinize sesleniyorum ya beni içeriye alın şartları konuşalım ya salın yada tüm midemi ucuz mermileriniz ile doldurun.”
“Tanrım bu adam kafayı iyice bulmuş! İçeriye alın onu.”
Ben ve kafayı bulmuş inadım bu raundu kazanıp içeriye doğru yürüdüm. Bu kadar baş ağrısı buraya gelmeden önce aldığım alkol başımı döndürse de en az beş zenciyi dövebileceğime kendimi inandırmıştım.
Beni meşrubat ile bayıltıp ırzıma geçtikleri çalışma odasına girip deri koltuklardan birine kendimi attım. Tüm yüzsüzlüğüm ile sek viskimi isteyim koltuğa yayıldım. Kafamı en son binlerce ışığını hatırladığım avizeye doğru yönelttim. O kadar da çok ışığı yokmuş.  Viskim geldi ve koca bir yudum alıp ilk viski içerken tüm vücudumuzda ürkme yaratan o his uyandı. Bu his normalde boğazda bir yakma ile kesilirdi fakat o kadar çok içkinin ardından bende kusma isteği uyandırdı. Tabi kusmadım. Henüz.
“Bay Spinoza iyi misiniz?”
“İyi olmam seni mutlu eder mi?”
“Hayır. Sanırım pek bir şey fark etmezdi.”
“O zaman ne sikime soruyorsun?”
Safir bozulmuş şekilde gözlerime baktı. Sanki gözlerinde ‘Sana ihtiyacım olmasa derinden kendime güzel bir ceket yapardım’ sözleri vardı. Hala bana ihtiyacı var ve bu beni şımartıp vurdumduymaz bir adama dönüştürüyordu. 
Bardaktaki tüm viskiyi fondip yapıp bir tane daha istedim. Ve istediğim gibi geldi. Elbette gelecekti.
Johari aşağıya inmiş neredeyse kocasının kucağına oturacak şekilde yanına sırnaşmıştı. Bu bana acı yerine bir iğrenme hissi uyandırıyordu.
“O iyi mi?” diye sordu kocasına.  O da her insanoğlu gibi konuşma yeteneğini kullanarak cevapladı.
“Bilmiyorum ama iyi olacağına eminim. Şu durumda önemli olan dürüstlüğü”
Biraz gülümsedim ve ardından içten gelen koca bir kahkahayı tüm odanın boşluğuna bıraktım. Dürüstlükten bahsediyordu. Afrika’da sadece paraya tapan bir adam kapınıza kadar gelmiş ve paraya ihtiyacı var bunun neresi sorgulanabilir ki?
“Bay Spinoza isterseniz bunları sabah konuşalım?”
“Hiç gereği yok şu an oldukça keyfim yerinde ve iş konuşmak istiyorum. Henüz saygı değer karınız da buradayken anlaşmamızı yapalım ancak beğenmezseniz bile ya beni öldürün yada güzel bir oda verin onda anlaşalım önce.”
“Pekâlâ.”
“Size benim geleceğimi haber veren en yakın arkadaşım Paul’a buradan kaçar kaçmaz uğradım. Yaşamak için bana diğer düşmanlarımı da anlattı. Başından beri Ahad planlamış burada ölmemi istiyormuş alacağını benim sayemde almış.  Amacı sizin Pazar payınız değil biliyorum sizde silah satıyorsunuz fakat önemli bir değeriniz yokmuş yani silah pazarında anlatabiliyorum değil mi?”
“Ne yani bundan haberiniz yok muydu?”
“Elbette yoktu neden olsun ki tanrılar aşkına bu zamanda bir insanın şerefi ile çalışması ne kadar zor. Siz siyahlar başta böyle şerefsizken biz beyazlar nasıl duralım?”
“Devam et.”
“Ona inanmadım ilk ancak Ahad’ın bana verdiği süre geçtiği halde öl bedenini ona göstermedim bunun onu endişelendirip beni aramasını gerektirirdi ama aramadı. Paul’a bana verdiği aynı numarayı görünce her şeyi anladım ve o raya nihayetinde tek başıma gidemezdim bu yüzden hem size iş yaparak para kazanırım hem de Ahad’a acı veririm diye düşündüm.”
Konuşma oldukça boğazımı kurutmuştu. Viskimden koca bir yudum alıp Johari’nin gözlerime büyük bir hayal kırıklığı ile bakmış olduğunu gördüm. Belki de beklediği bir dürüstlük temsilcisi olarak gelip ölen çocuklar ve kendisinin söylediklerinden etkilenip buraya o şekilde geldiğimi açıklamamdı. Bunları anlatsam sabaha kadar kendisi ile sevişebilirdim fakat bu hakkı kaybetmiş gibiydim. Büyük bir kayıp olsa da zararın bir köşesinden dönmeyi boku tam anlamı ile yemeden başarmıştım ve bunda karşımda bana hayal kırıklığı içinde bakan kadının payı büyüktü.
Ona içimde olduğum karmaşayı anlatamazdım. Kendimi bu şekilde inandırmış, bu şekilde para düşkünü ruhsuz taş kalpli bir adam olarak lanse etmeyi başarmıştım. Her ne kadar kendisi beni öyle görse de anlattıklarım Safir’in işine gelmişti, ilk kez bana parlayan gözlerle bakıyordu çünkü hikâyemi destekleyecek kanıtlar ve bir adet ben vardım tam karşısında oturuyordum.
“Size inanmak istiyorum Bay Spinoza gece birkaç araştırma yapacağım. Üst katlardan birinde size misafir odalarının birinde ağırlamak isteriz. Yarın sabah kahvaltıda görüşürüz.”
“Demek misafirler için sadece karanlık zindanlarınız yokmuş”
“Misafire göre Bay Spinoza”
Pantolonumu çekip ayağa kalkarken deri koltuk cızırtısı kulakları rahatsız etse de kalkar kalkmaz gelen baş dönmem az önce ilk yudumu aldığım viskiden gelen ürperti hissini geri çağırmıştı. Boğazıma gelen Jhonnie Walker inanılmaz şekilde midemi bulanırmış ve büyük çalışma odasının en pahalı döşemelerine tüm kusmuğumu bırakmıştım. Bir anda yere düştüm ve yerde kusmaya devam ettim. Bir adet vicodin ve bolca alkollü içki içimden çıkmış tüm çalışma odasını kokusuyla zehirlemişti. Ayağa kalktım ve gözlerimin bayılmış olduğunu hissettim.
“Bu da size minnettarlığımın hediyesi olsun sikikler”
Johari hemen olaya müdahale etti ve beni uzaklaştırdı.
“Ben ona yardımcı olurum” diyerek bana yolu gösterdi.
Uzun bir yürüyüşün ardından kendisi ile hiç konuşmadık. Beni önce bir banyoya geçirip üzerimdekileri çıkarttı. Sadece bokserım ile kaldım. Tüm elimi yüzümü kendisinin yardımı ile yıkadım. Bu kadar olayın içinde olması pamuksu ellerini bir erkek eli gibi sertleştirmişti. Yine de şikâyetçi değildim. Dünyalar çirkini yüzüme belki dünyanın en güzel kadını ilgi gösteriyordu bunundan şikâyet etmek büyük terbiyesizlik olurdu.
Havluyla yüzümü ve vücudumu silip beni yeniden koridora çıkarıp yürütmeye devam etti. Bir kapıdan içeri girip orta büyüklükte oldukça lüks bir odada buldum kendimi. Çıplak ayaklarım duvardan duvara kaplanmış halılara basıyordu. En sonunda yatağa oturdum ve etrafa bir aptal gibi boş boş bakınmaya başladım.
“Neden geri döndün?” diye sordu Johari.
“Nedenini anlattım. Tekrar anlatacak durumda değilim.”
“Ben gerçek nedenini sordum.”
“Gerçek neden diye bir şey yoktur tek bir neden vardır o da bahsettiğin gerçek nedendir onu da aşağıda anlattım.”
“Anlamıyorum geri dönebilirdin. Neden bizim için geri döndün?”
“Sizin için mi? Hayır kesinlikle sizin için dönmedim hatta sikimde bile değilsiniz sen senin gözlerin nede kocan.”
“Gözlerim ne alaka?”
“Her seferinde neden böyle kocaman bakıyorsun daha doğrusu nasıl bunu beceriyorsun?”
“Bilmiyorum. Sorularıma yanıt ver.”
“Sorularına yanıt aldın Johari. Daha iş yaptığınız insanlara bile saygınız kalmamışken neden sözlerinizin hatırına geri döneyim ki?”
“Bir şey gördün değil mi?”
“Evet bir şey gördüm ama her zaman gördüğüm şeylerden farklı değildi.”
“Yine bu arazinin içinde yakınlarımda uyuduğunu bilmek güzel.
Johari az önce temizlediği yüzüme o hiçte yumuşak olmayan elleri ile dokundu. Sakin onun ellerinde yaratılışımda olan bir şey vardı ve bir anda yumuşuyordu. Suratımın ilk kez güzel olduğunu hissediyordum. Sanki dokunduğu her şeyi altına dönüştüren bir büyücüydü. Ama büyücüler zenci olmaz derdi dünyayı sikine takmayan babam. Bilmiyorum belki vardır ama o hiç tanımamıştı. Nerden bilebilirdi ki uydurma hikâyeler anlattığı oğlunun bir gün zenci bir büyücü ile tanışacağını.. Johari ıslak dudaklarını kokuşmuş ağzıma dayadı ve dilini usulca dilim ile buluşturdu. Bu pek masum olmayan oldukça ateşli bir iyi geceler öpücüğüydü.
“İyi geceler Spinoza. Sabaha görüşürüz.”
Çıkarken ışığı kaparken bana baktı hala bir tepki bekliyordu. Bende gözlerimi kapatıp gülümseyerek onaylar şekilde kafamı salladım. Çarşafımın içine girdim.
Uyudum.
Gözlerimi açtığımda sanki tüm dünya kafamın üzerine oturmuş benimle dalga geçiyordu. Kafamın içindeki baş ağrısı sanki ayılmama engel oluyordu. Dilimde sanki hiç su içmemiş yeni doğmuş bir çocuğun suya olan hasreti vardı. Çarşafımı yere fırlatıp zar zor yatağıma oturdum. Sanki birileri çekiçle ense kökümden kafama kadar vurmaya başlıyordu. Zar zor ayağa kalktım. Saatin kaç olduğunu bilmeden odanın içinde yürümeye başladım. Penceremi açıp ışığa doğru bakarken gözlerim sanki tecavüze uğradı. Biraz daha ayıldıktan sonra kıyafetlerimin temizlenmiş şekilde komidinin üzerinde olduğunu gördüm. Giyinip aşağıya inmeden banyoda elimi yüzümü yıkayıp iyice kurulandım. En sonunda ayna ile göz göze geldik. Diğer günlere nazaran daha da çirkindim. Gözaltlarım adeta siki tutmuş gibi bana bakıyordu. Aldırmadan aşağıya indim ve üç kişinin oturduğu yuvarlak bir kahvaltı masası beni bekliyordu. Safir’in sesi ile kulaklarım da güne merhaba dedi.
“Günaydın Bay Spinoza! Geç kaldınız buyurun bize katılın.”
Kafamı sallayıp merdivenleri teker teker indim.  Johari ve Safir yan yanaydı birde Mabad oturuyordu hepsinden uzak bir açı bularak oturdum. Kahve demliğini alıp fincanımı güzelce doldurduktan sonra acı bir yudum alarak kendime geldim. Bu sırada Mabad şişman vücudunu beslemekle meşguldü. Safir ise Johari ile oldukça neşeli bir sohbet geçiriyordu. En sonunda istemesem de ben akıllarına geldim.
“İyi uyudunuz mu Bay Spinoza?”
“İdare edebildim.”
“Dün gece söylediklerinizi hatırlıyor musunuz?”
“Elbette. Kelimesi kelimesine.” Bu sırada Johari’nin gözlerinin içine baktım.
“Güzel içimde sarhoş olduğunuz için bunları hatırlamamanız kaygısı vardı.”
“Biraz kafam güzeldi hepsi o kadar. Döşemeleriniz için kaygılandıysanız o ayrı..”
Safir biraz iğrenmiş gibi duruyordu. Bıçağını bırakıp ağzını bir beyefendi gibi peçete ile nazikçe sildi. Bende o sırada kahvemden ardı ardına iki yudum alarak kendime gelmeye çalışıyordum. Bir peynir parçası ağzıma atarak kokuyu bir nebze giderebilirdim.
“İşe Abuja’dan başlayacağız Bay Spinoza bize istediğimiz bir adamı getireceksiniz bu sayede hem size güvenim tam anlamı ile pekişmiş hem de işimizin ilk safhasını gerçekleştirmiş olacağız. “
“Elbette. Kaç kurban var ve önemleri ne? Adam başı ne kadar kazanacağım ve bu boktan iş ne zaman sona erecek?”
“Abuja’da istediğimiz iki adam var. Ardından Lagos’da sizin sayenizde Ahad’ın ele geçirdiği kolonileri havaya uçuracağız.”
“Size getirmemi istediğiniz iki adam mı var diğerlerini roket atar vs uçursanız? İki adamın işini bitirip gitsem?”
“O iki adamın işini bizde bitirebiliriz ancak bu size güvenle ilgili. Ayrıca şuanda herkes sizi ölü biliyor o kolonilere aynı buraya girdiğiniz gibi girebilir uzaktan kumandalı patlayıcılarımızı içeriye sokabilirsiniz. Bahsettiğiniz roket atar işi oldukça külfetli ayrıca istediğimiz sonucu vermez. Büyük bir kamptan bahsediyoruz. Koloni neredeyse Boko Haram’a satıldı.”
“Tüm koloni mi?”
“Elbette. Büyük bir şey planlıyorlar ve elimizi hızlı tutmalıyız. Daha fazla güç kazanmamız içi bu adamlara ve istihbaratlarına ihtiyacımız var.”
“Kim bu adamlar?”
“İkisi de beyaz. Birisi uzun zamandır burada. Diğeri de yeni geldi adı Elrich. Onun yerine geçerek kolonilere gideceksin. Ahad onu bekliyor. “
“Buna da tamam.”
“Fiyata gelelim. Ne kadar istiyorsunuz?”
“Dolar. 94bin. “
“Neden dolar?”
“Paranın direk hesabıma yatmasını istiyorum belki biraz tatile çıkarım.”
“Çok para bu.”
“Elbette çok para ve en sevdiğim. Biliyor musun Safir Benjamin Franklin’in vesikalık fotoğrafı aynadaki yüzümden daha çok mutlu ediyor beni. “
Safir gülümsedi. Mabad ise hala yiyordu.
“Paralel evrene inanır mısınız Bay Spinoza.”
“Sikeyim paralel evreni.”
Bu kez gülme sırası Johari’ye geçmişti. Gülmesinden rahatsız olmamıştım, hatta hoşuma bile gitmişti. Kahvemi yudumlayıp Mabad’ı izlemeye başladım. Ne zaman doyacağını merak ediyordum. En sonunda etrafında onu izleyen birilerinin olduğunu fark etti.
“Ne istiyorsun beyaz adam?”
“Hiç. Sadece yemeğe olan aşkınız beni hayran bıraktı. Sanki tüm Afrika’nın yarısından daha fazla karnınız doyuyor gibi.”
“Sence bu umurumda mı?”
“Bilmem umurunuzda mı?”
“Lanet olsun Safir yemek yerken rahatsız edilmekten nefret ederim bu ibneyi karşıma benimle taşak geçmesi için mi oturttun.
“Sadece eğleniyor Mabad kızma ona işimize yarayacak.”
Mabad konuşmaya devam etti. Yemeğe ara verip konuşmaya başlaması bile büyük bir başarı gibi duruyordu.
“Bu adam gittiğinde Johari’ye çok kızmıştın ama o döneceğinden emindi. İki üç gün içinde kadın haklı çıktı dostum sen ne dersen de Afrika’nın en zeki kadını ile sevişiyorsun.”
Şaşkınlık ile Johari’ye baktım. O da sanki duymamış gibi başka şeyler ile ilgilenmeye başladı. Bu sırada Safir elini Johari’nin eline götürerek gülümsedi. Onu sikmesi umurumda değildi ama sanki olayları tahmin etmiş bu kadar zeki bir kadının elini tutması baya zoruma gitmişti. Ben Johari’ye şaşkın ve çatık kaşlar ile bakarken Safir konuştu.
“Elbette öyle. “ Birbirilerine gülümsemeleri bana bir anda işkence gibi gelmişti. Kahve fincanımı bir süre sıktıktan sonra tüm kahveyi içip yenisini doldurdum.  Safir Johari ile ayağa kalkıp bahçeye çıkacaklarını ve benim yarım saat sonra çalışma odasında buluşmak istediğini söyledi. Kahvemden bir yudum alarak kafamla onaylayıp önümde pek de ilgilenmediğim gazeteyi okuyormuş gibi yapmaya başladım.
Dün gece tam ortasına kustuğum çalışma odasının deri koltuklarına oturdum.  Hiçbir şey olmamış gibi dik ve rahat bir oturuş ile vaktin dolmasını bekledim. Sonunda yarım saat doldu ve üçü sanki kurulmuş bir alarm gibi tam vaktinde içeriye girdiler. Safir önüme bir dosya fırlattı. Kapağını açıp kel ve bıyıksız bir adamın fotoğrafına baktım.
“Richard Caldwell. Burada yıllardır iş yapıyor küçük çaplı ama kaynakları için bize yanaşmıyor. Bu yüzden onu alıp bataklık bölgesine getirmeni istiyorum.”
“Adres ve diğer her şey içinde mi?”
“Elbette. Kendi aracını yıkattım benzinini doldurdular. İstediğin silahı seçebilirsin.”
“Kaçta?”
“Gece bir sularında adresteki bölgeye onu getir. Unutmadan eğer konuşmazsa tetiği her an çekmek için hazır olacaksın.”
“Sorun değil.”
Bu sırada Mabad konuşmaya girdi.
“Sana hala nasıl güvenirler bilmiyorum Paul’u iyi tanırdım ona haksızlık etmen ayrıca sinirime dokundu. Eğer bu işi beceremezsen seni ben öldürürüm.”
“Paul’a haksızlık yaptığımı düşünüyorsan o kadar da iyi tanımıyormuşsun demektir.”
“O pisliğe istediği şeyi verdiğin zaman ondan daha güveniliri yoktur. İşlerini bedavaya halletmen seni böyle bir kıtada zaten ölü konumuna sokar.”
“Kaybın için üzgünüm Mabad. Benimde istediğim bazı şeyler vardı.”
“Gözüm üzerinde Spinoza.”
Ayağa kalktım ve Safir’e döndüm.
“Başka bir şey var mı? Son 12 saatte fazlasıyla konuştum.”

“Haberlerini bekliyorum.” Dedi. Yanlarından ayrılıp malikânenin kapısından çıkarak Wrangler’ıma atladım. Başkası bindiği için oldukça rahatsızdım. Arabamı tam anlamı ile temizlemek istediğim bir şey değildi sanki tüm samimiyeti kaçmıştı. Hani az kıllı bir vajinadan hoşlanırsınız ve partnerinizin günlerden bir gün orayı sıfır tıraş ederek tüm zevkinizi kursağınızda bırakması gibiydi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder