Çadırların arasından sessiz
yürüyüşümüzü devam ettirirken birçok askeri araç gözüme çarpıyordu. Kampın
güney kanadı sınıra baktığı için kaçış yolu olarak belirlenmişti. Bu yüzden
iyice incelemek istedim. En sonunda bir asker bozuntusu Babuka’nın yanına
geldi.
“Yüzbaşı kapıda 2 adam var.”
Babuka bana baktı. Ardından gözlerini
yeniden adamına dikti.
“Kimler?”
“Elrich adında birinin
gönderdiğini söylediler. Aradık onları ellerindeki çantayı teslim ettiler onun
haricinde tamamen silahsızlar.”
“Çantada ne var?”
“Bir tür silah efendim ama bu
zamana kadar görmediğim türdendi.”
“Anlaşıldı. Hepsini benim çadıra
getir. Adamları da.”
Hayatımda hiç görmediğim iki
zenci ve yine nasıl kullanacağımı bile bilmediğim bir silah ile Babuka’nın
çadırında sınav verecektim. Benim için işler daha önce de kötüleşmişti ancak bu
bana biraz gerilim filmini hatırlatıyor gibiydi.
Kısa bir yürüyüşün ardından
çadıra vardık. Babuka büyük bir merakla silahın içinde olduğu çantayı açıp
silahı çıkardı. Biraz inceledi ve eli ile tarttı.
“Şu silahı cephaneliğe götürün.”
Beklediğimden daha az meraklı
olması beni bir derece daha dehşete düşürmüştü. Babuka adamlarına döndü kaşları
ile adeta emir verdi. Askerler silahsız iki adamı bir anda diz üstü çökertip
ceplerinden çıkardıkları tabancaları kafalarına dayadılar. Şaşkına dönmüştüm. Babuka ise sadece gülümsüyordu. Çadırın
içinde volta atmaya başladı. Bana her volta atışında gülümseyerek bakıyordu. En
sonunda konuşmak için zahmette bulundu.
“Elrich.. Bu dünyada en çok
beyazlara güvenmem. Sen de bir beyaz olmana rağmen şansını çok zorladın. Şimdi
bana doğruları anlat. Burada ne haltlar dönüyor?”
Biraz yutkunmuştum. Diyecek bir
şeyim henüz yoktu. Ama konuşmasam işler kötüye gidebilirdi.
“Neden bahsettiğinizi
anlamıyorum yüzbaşı ve adamlarım neden bu muameleyi görüyor? Silahsızlar oysaki.”
Adamlar umurumda değildi. Onu bu şekilde kandırabileceğimi düşündüm.
“Elrich.. Yeniden soruyorum.
Burada ne haltlar dönüyor?”
“Bu konuşmayı ne kadar
sürdürebiliriz bilmiyorum ama ben sadece işimi yapıyorum.”
Elrich biraz köpürdükten sonra
rehinelerine geçecekti. Eğer adamlar bir bok biliyorsa ötme ihtimalleri çok
yüksek olacaktı. Bu yüzden büyük bir kumar oynamıştım. Şu aralar fazlasıyla
kumar oynuyordum.
“Bu kadar kısa zamanda iki
silahsız zenci hangi kamptan geldi? Yoksa İbrahim bu iki salağı gökten mi
yolladı? Bir sürü bölge taramamız halinde. Ve bu yakınlarda bizden habersiz kuş
uçmaz. Şimdi tekrar soruyorum aşağılık herif burada ne dolaplar dönüyor?”
Ona vereceğim cevaplar
kalmamıştı. Tamamen haklıydı ve konuyu nasıl döndüreceğimi bilmiyordum. Safir
ne planlıyorsa derhal uygulamalıydı.
“Bilmiyorum Babuk..” sözümü
kesti.
“Pekâlâ şimdide şu muhteşem
ikiliyi test edelim.” Babuka çadırına astığı palayı kılıfından çıkarıp ilk
zencinin önünde durdu.
“Şimdi bay hiç kimse bu adamı
tanıyor musun?”
Rehine bana bakıp kafasını
salladı.
“Adı ne?”
Biraz çekindi ve ardından
oldukça kısık bir sesle devam etti.
“Elrich.”
Babuka bir anda duraksadı ve ani
bir hareketle palasını rehinenin kulağına salladı. Tek vuruşta zencinin kulağı
başından ayrıldı ve kanlar fışkırmaya başladı. Babuka çok sinirliydi. Yerde
çığlık atarak debelenen adama bağırmaya başladı.
“Sana gerçek adını sordum orospu
çocuğu! Cevap ver bu sikik beyazın gerçek adı ne!”
“Bilmiyorum!” ağzından çıkan tek
kelime bu olmuştu. Safir akıllıca bir hareket yaparak ismimi söylememişti. Bu
beni oldukça onure etmişti. En azından bana değer veriyordu.
Babuka el hareketi ile
askerlerine onu ayağa kaldırmalarını söyledi. Palayı aldı ve diğer rehineye
döndü.
“Bu arkadaşına yapacaklarım az
sonra seninle yapacağımız sohbete referans olsun”
Ve palayı kulağı kesik zencinin
boynuna doğru salladı. İlk vuruşta kafasının çoğu gövdesinden ayrılmış olsa da
tamamen bırakmamıştı. Ardından ikinci vuruşla zencinin kafasını tamamen uçurmuş
oldu. Sıra ikinci rehineye gelmiş. Palasının üzerindeki kanı rehinenin eskimiş
gömleğine sürdü ve konuşmaya başladı.
“Devam et.” Dedi.
“Yemin ederim bize adı Elrich
diye söylendi. Başka hiçbir bilgi verilmedi. Zaten bize bilgi vermezler”
İlk zenci sadık olsa da ikincisi
pek öyle değildi. İlki sadık bir köpek gibi ölmüştü. Bu adam ise haysiyetsiz
bir sırtlan gibi ölecekti. Kelimelerin kendisini kurtarabileceğini sanıyordu.
Ama bildiği şeyi anlattıktan sonra diğerinden farkı kalmayacaktı.
“Yani bu adamı tanımıyorsun
normalde?”
“Hayır! Sadece silahı teslim
edeceğimizi kamptaki tek beyazın Elrich adında birinin olduğunu söylediler. İlk
kez bu adamı görüyorum. Lütfen bana zarar vermeyin kampınıza katılırım
istediğinizi yaparım lütfen.”
“Kim peki!? Kim yolladı sizi? “
“Safir. Safir’in adamları bize
bilgiyi verdi”
Babuka gülümsedi ve araya girdi.
“Buralar bizim. Safir’in
Abuja’dan buraya kadar gelmesi imkânsız.”
“Buradalar. Burnunun dibindeler.
Buraya bu kadar kısa mesafede nasıl geldim sanıyorsunuz? İstersen ona sor”
Babuka bir anda buz kesti.
Palası önce elinde gevşedi ve ardından zencinin boğazına götürerek beni tehdit
etti.
“Konuş!Doğru mu söylüyor kimsin
sen!?”
“O palayı indir Babuka konuşsam
da bu köstebeği her türlü öldüreceğini biliyorum.”
Babuka tüm dişlerini sıkarak
sinirden kudurdu ve zencinin boğazını kesti. Ne olduğunu anlamayan adam
kimsenin umursamadığı bir yerde can çekişerek son nefesini verdi. Babuka ise bu
kez palayı boğazıma tuttu.
“Konuşacaksın!”
“Şu an bir asker gibi
davranamıyorsun. Düşmanların dibinde. İstersen tüm bildiklerimi anlatabilirim
ama önce kampın güvenliğini sağlamalısın”
“Bana işimi öğretme! Kimsin
sen!?”
Ve o ses.. Bu sesi en son 22
yaşımdayken bir bardan çıkarken duymuştum. Tüm Afrika’yı uykusundan uyandıracak
kadar yüksek tüm insanları yakacak kadar büyük bir ateş. İlk başta büyük bir
deprem sandım ama daha fazlası olmalıydı. Ses ağaçların gövdelerini delmiş
sanki atmosfere kadar duyulmuştu. Sarsıntı ile Babuka’yı itmeye çalışırken bir
anda kendimi az önce boğazı kesilen adamın ölü gözleri ile yerde bakışırken
buldum. Tuzlu topraktan kafamı kaldırdığımda büyük bir yangın ve suratının
yarısı yanan Babuka’nın oradan oraya koşuşmasını görüyordum. Kulaklarım kimseyi
duymuyordu. Gözlerim bulanmaya başlıyor görüntü titriyordu. Kafamı yeniden
toprağa gömüp ölü adamla bakıştım. Gözlerimi açıp kapadıktan sonra görüntü
iyileşmeye başladı. Kulaklarım yavaş yavaş bulanık sesler duymaya başladı.
Saniyeler geçtikçe sesler biraz daha netleşiyordu. Çığlıklar, bağırtılar anlam
veremediğim ağıtlar. Toprakta biraz süründükten sonra silah sesleri kulağıma
artık çok net gelmeye başlamıştı. Yere düşen adamlardan birinin orta boyutlarda
olan bıçağını kılıfından çıkardım. Bıçağın şeklini hala tanımlayamıyordum.
Yerdeki adamlar henüz ne olduğunun farkında değildi.
Ayağa zar zor kalktım oksijen
yerine yüklü miktarda karbon monoksit aldığımı fark ettim. Hala olaylar tam
kavrayamamıştım. Aklımda olan tek şey Babuka’yı öldürüp güney bölgesindeki
araçlardan birine atlayıp buradan toz olmak. Tabi araç namına bir şeyler
kaldıysa.
Yüzüne toprağa gömerek ateşi
söndürmeye çalışan Babuka’nın suratı patlama esnasında onu iterken yüzünün gaz
lambasına çarpması sonucu olduğunu düşünüyordum. O ayağa kalkar kalkmaz sırtına
elimde bıçağı son gücümle sapladım. Aynı bir ayı gibi hönkürmeye başladı. Tüm
vücudu anormal şekilde dikleşti. Ardından elinin tersiyle suratıma sert bir
tokat geçirdi. Tokadın etkisi ile kendimi yerde bulsam da hemen ayaklandım.
Bıçak sanki Babuka’yı öldürmek yerine daha da güçlendirmişti. Hemen ayağa
kalkmaya çalıştım. Bu sırada Babuka mantıksız hareket ediyordu. Cebindeki
tabancasını çıkarmak yerine yerdeki palasını aldı ve üzerime yürümeye başladı.
Gözlerinden beni öldürmek için can attığını anlayabiliyordum. Yarısı yanmış suratı büyük dişleri ve
kalıbıyla adeta bir canavarı andırıyordu.
Tüm gücüyle palayı kafama doğru salladı. Hızlı bir hareketle paladan
kaçtım. Ardından yeniden salladı. Yeniden ve yeniden. Boşluğunu bulup palayı kullandığı eline
yapışıp dizimle birkaç vuruş yaparak palayı bırakmasını sağladım. Ama Babuka
duyduğu acıdan dolayı hiçbir şeyi düşünmüyordu ve niyeti de yoktu. Tek eli ile
boğazımı tutup ayağıma büyük bir çelme takarak beni yere düşürdü. Ardından iki
eli ile boğazıma sarılıp beni boğmaya çalıştı. Nefesinin ve yanmış dersinin
kokusunu duyabiliyordum. Yüzünün sol tarafından pörtlemiş gözü sinirden
kıpkırmızı olmuştu. Nefes alamıyordum. Tek yapabildiğim ellerinin arasında
nefessizlikten kıvranmaktı. En sonunda
kılıfından çıkarmadığı silahı aklıma geldi. Elimle önce göt cebini ardından yan
cepleri yokladım. Silahı buldum ve bedenin herhangi bir yerine ateş ettim. Etki
etmemişti. Ardından kendime doğru çekip Babuka’nın göğüsüne üst üste ateş
etmeye başladım.
11 mermiyi tüm vücuduna boca ettikten sonra
elleri gevşedi. Gözleri biraz daha büyümeye başladı ve ağzından akan kan yüzüme
bocalanmaya başladı. En sonunda elleri tamamen işlevini yitirdi ve Babuka’nın
ölü vücudu üzerime devrildi. Bu dev canavarın vücudu altında nefes almaya
çalışıyordum. Bu kez beni kurtaran kendim değil insanoğlunun acıya vermiş
olduğu zekâsıydı. Ölüm anında canınız yanmıyorsa düşünebilirdiniz ancak canınız
yanıyorsa yapmamanız gereken şeyleri bile yapabiliyordunuz. Babuka’nın çektiği
acıdan ötürü tabancasını unutması onun ölümünü benim ise hayatta kalmamamı
sağlamıştı.
Yüzbaşı’nın ölü bedenini
üzerimden büyük bir zorlukla atıp ayağa kalktım. Biraz sendeledim ve öksürmeye
başladım. Boğazım sıkıldığı için olabilirdi ancak geceyi saran duman Babuka’nın
ellerinden neredeyse daha fazla etki ediyor gibiydi. Etrafıma bakındım hala
silah sesleri durmamış insanlar kaçışıyor ve ölüyorlardı. 200 kişilik kamp
cehenneme dönmüştü. Sendeleyerek güney kısmına doğru koşmaya başladım. Bu benim
son işim olabilirdi o yüzden kimseye güvenmeden arkadaki araçlara doğru koşmaya
başladım. İnsanların üzerine basarak kimseyi görmeden ilk bulduğum kamyonete
atladım. Kamyonetin kapısı açıktı ve kontağı çevirmek isteyen bir asker önden
gelen kurşun ile oturduğu yerde can vermişti. Askerin ölü bedenini kamyonetin
dışına atıp kapıyı kapattım. Kontağı çevirdim ve ilk çevirişimde çalıştı. Bu
bana Wrangler’ımın bir yerlerde benim için üzüldüğünü anımsattı. Bu biraz içimi
dağlasa da gaza basıp toprak patika yoldan sürmeye devam ettim.
Cehennemden biraz uzaklaştıktan
sonra kamyonetin camını açıp öksürmeye başladım. Sanki bir paket sigaranın
dumanını aynı anda çekmiş gibiydim. Orada kül olan insanların vücutlarını
düşünemiyordum bile… Safir’in bana mesajda tüm kampı öldür derken anlatmak
istediği buymuş. Tek amacı içine küçük bir patlayıcı yerleştirdiği bir silahı
içeriye sokmakmış. Küçük bir patlayıcı koca bir kampı yok edecekse eğer
patlaması gereken en doğru yer kesinlikle cephanelikti. Cephaneliğe girmesi
için de önceden ayarlanmış bir mühendise ihtiyacı vardı. O da Elrich’den
başkası değildi. Onun yerine sağlam bir beyaz adam koymalıydı ve ben tam aradığı
kişiydim. Safir’in bu zekice planı ve tüm kampı ateşle katletmesi içinde bir
şeytan olduğunun kanıtıydı.
Bunları düşünürken
öksürüklerimin eşliğinde cebimde bir şeylerin titrediğini hissettim. Telefon
hala cebimde kalmıştı hemen cevap verdim.
“Yaşıyor musun?”
Birkaç öksürüğün ardından
konuşmaya başladım.
“Olduğu kadar.”
“Yaşadığına sevindim. Neredesin
şimdi?”
“Bilmiyorum. Hiçbir şey
bilmiyorum. Sadece sürüyorum.”
“Çok iyi iş çıkardın Spinoza.
İbadan bölgesi de çöktü. Artık Ahad neredeyse yalnız kaldı.”
“Kimseyi düşünecek halde
değilim.”
“Düşünmelisin. Bu iş bittiğinde
elini kolunu sallayarak ülke dışına çıkacaksın. Hemde istediğin parayı kazanmış
olacaksın. Sadece bir adım kaldı. “
Biraz düşündüm ve biraz da
öksürdüm. Ardından devam ettim.
“Anlat.”
Şu an ilerlediğin toprak yol A1
karayoluna çıkar oradan Osogbo yoluna ardından da direk İbadan’a çık. Orada
belirlediğim bir mekânı mesaj atacağım. Detayları sana adamımız bildirecek.
Ardından işe koyulacağız.
“Bu telefonun şarjı biterse ne
olacak?”
“Bir yerlerden şarj et.
Soluklanmak için durduğun yerlerden birinde muhakkak vardır.”
“Sikimden geleni yaparım.”
Son cümlemden sonra biraz durdu. Belki de böyle kötü bir durumdayken
bile onun sinirlerini bozabilecek espiriler yapmama bozulmuştu.
“Yarın görüşürüz Spinoza.”
Telefonu yüzüme kapattı. Ve bende sonunda doğa ananın
yolundan çıkıp insanoğlunun yaptığı asfalta çıkmayı başarmıştım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder