5 Temmuz 2015 Pazar

-Bölüm 1- Siyahı Kırmızıya Boya (güncel 2. kısım )

Wrangler’ımı çalıştırıp sanayi bölgesinin yolunu tuttum. Sanayi bölgesini geçince gideceğim kuzey blok çatışmaların olduğu ve hatta hala süregelen kabilelerin olduğu bir bölgeydi. Ve şehirden uzak olmasına rağmen ortam olarak daha pis ve zehirliydi.
Toprak ve engebeli bir patika yolun sonunda kuzey bloğun girişindeki üzeri çarpı atılmış çinko ve çitalarla ile desteklenmiş kulübeden bozma bir evin önünde durdum.  Kafamın içinde Johari’inin olduğunu hissettim. Arabamın kapısını tam açarken bir anda sadece iri göğüslerine odaklanmadığımı büyük ela gözlerinin de beni etkilediğini fark ettim. Kısa bir duraksamanın ardından kapıyı açarak çamurlu araziye indim. Ayaklarımdan pantolonuma sıçrayacak olan çamurlar daha sıçramadan canımı sıkmaya başlamıştı. Geniş ve dikkatli adımlar ile evin çinkodan bozma üzerinde çarpı olan kapısına dört defa vurdum. Biraz bekledikten sonra kulaklarımı acıtan bir ses ile kapı açıldı. Önüme baktığımda kimseyi göremiyordum sebebi ise kapıyı açan yetişkin birinin olmamasıydı. Saçları bir tarlayı andıran büyük parlak gözlü ve kalın dudaklı bir çocuk bana kapıyı açtı. Sadece altında eski ve yıpranmış bir şort bulunuyordu.
“Kimi aradın?” dedi küçük ve cesur bir ses
Ona biraz takılmaya karar verdim. “Sen Kamran mısın?”
“Hayır. Ben Leeto  iki ‘E’ ile. Kamran dediğiniz kişi benim babam ve kendisi beyaz adamlar ile pek konuşmaz.”
“Genç adam şimdi içeriye giriyorsun istersen kapını kapat ve babana Ahad’ın adamının geldiğini söyle.”
Leeto adındaki ufaklık gözlerimin içine dik dik baktı. Babasından daha cesur bir çocuk olduğu böyle bir bölgede babası yerine kapıyı açmasından belliydi. Kapıyı yüzüme kapatıp içeriye girdi. Kısa zaman sonra kapı açıldı ve bu sefer karşımda somut olarak bir adam duruyordu. Boyu kısa da olsa bir çocukla kıyaslanamayacak kadar uzundu. Saçları Leeto’nun kafasında olan tarladaki ekinlerin büyümüş hali gibiydi. Suratı mat değil parlak şekildeydi ve bir ton daha koyu olsa siyah bir arka fonda fark edilmeyecekti.
“Spinoza sen misin?” İlk girişte bir ‘merhaba’ nezaketinde bulunabilirdi ancak yaşadığı yerden olayı pek yadırgamadım.
“Evet. Senden alacaklarım var”
“Bekle. İçeriden dosyaları toplamam gerekiyor” Benimle konuşması bu kadardı. Leeto’ya döndü.
“Şununla ilgilen. Kokularından dahi haz etmiyorum”
Leeto kafasını usulca sallayıp beni evin tamamen dışındaki kaldırımlardan birine oturttu. Hava aynı şekilde pisti ve bu yavaş yavaş migrenimi azdırıyordu. Leeto ile konuşmayı seçtim.
“Bugün nasılsın Leeto?”
“Mutsuz bir domates gibi hissediyorum bay Spinoza”
“Peki ufaklık sen hiç mutsuz domates gördün mü?”
“Onlardan neredeyse her sabah yiyorum efendim.”
“Peki mutsuz olduklarını nereden çıkardın?”
“Bu topraklarda yaşayan hiçbir canlı mutlu değil Bay Spinoza. Siz bile değilsiniz.”
Bunu daha önce hiç düşünmemiştim. ‘Mutluluk’ benim için hiçbir anlam ifade etmeyen bir kavramdı ve varlığını da hiç sorgulamamıştım. Mutluluğumu hatırlatacak olan Lagos’lu bir çocuk olacağını asla tahmin etmemiştim. Belki de mutluluğu umursamayacak kadar mutsuz olan insanlardandım. Konuyu değiştirdim.
“Okula gidiyor musun Leeto?”
“Hayır. Babam okulun kızlar için olduğunu erkeklerin ise çalışmak zorunda olduğunu söyler.”
“Ablan okulda mı?”
“Şu an içeride. Akşamları gidiyor okula sabahları da geliyor. Bütün öğlen uyur kalan zamanında da evi temizler.”
Kamran’ın neden Ahad’ gibi bir adamın bu kadar önemli bir işini yaptığı halde böyle bir pislikte yaşadığının cevabıydı Leeto’nun anlattıkları. Kamran diğer aileler gibi çocuklarını da çalıştırıyordu ama kendisi biraz aşırıya kaçmış kızını şehirde fahişe olarak çalıştıracak kadar aşağılık bir insan olmuştu. Dünya hala medeni bir yer değildi. Hala çocuklarını kandıran aileler kızlarını zengin züppelerin altında paspas yapan babalar vardı. Küçük çocuğun da söylediği gibi Afrika’da her canlı mutsuz uyanıyordu.
Kamran kısa bir süre sonra elinde yıpranmış kâğıtlar ile geldi. Sert bir üslupla göğsüme doğru kâğıtları uzattı.
“Bunları al ve toz ol.”
Bir aracı ile kavga edecek kadar amatör değildim ancak benimle sohbet eden bir beyefendiye nezaketimi göstermeliydim.
“Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim genç adam” Leeto’ya elimi uzattım. O da aynı güleç yüz ile minik ve kirli elleri ile elimi sıktı.
Arabama atlamadan önce arkama zor bela baktım. Çamur pantolon paçalarıma çoktan sıçramıştı ve bu benim migrenimi azıtmıştı. Sabah alkol aldığımdan migren haplarımı almayı pek göze alamadım. Arabamı çalıştırıp hızlıca sanayi bölgesinden çıktım. Yolun müsait bir kenarında torpido gözündeki tüm ıslak mendilleri pantolonumu temizlemek için kullandım. Ardından sahil manzarası olan ve Lagos’un en sevdiğim restoranlarından olan ‘Eko Sky Restaurant and Lounge’ a gittim. Hemen bir masaya oturup hemen somon ızgara ve ıspanak sipariş ettim. Ağır bir baş ağrısına hafif bir yemek iyi giderdi.
Siparişimi saçlarını topuz yapmış sevimli ve nazik bir kadın getirdi. Ve üzerine sanki büyük bir adammışım gibi “Başka bir arzunuz var mı?” diye sordu. Baş ağrısı beni konuşamayacak kadar etkisiz hale getirse de yine de bu nazik kanıda ‘Teşekkür ederim’ dememe engel olamadı. Büyük bir lokma aldıktan sonra Kamran’dan aldığım kurbanların dosyasını incelemeye başladım. İlk sırada Safwat adında şişman ve oldukça çirkin bir adam vardı.
“Safwat küçük yaşta Fas’da yetişmiş silah kaçakçılığı yapan bir ailenin en büyük oğlu. Kaçakçılık işini resmiyete bizzat döken kendisi. Babasının işleri ile küçük yaştan yüz göz olmuş ve işleri alınca daha profesyonel bir hal almış. Safwat çok paranın vermiş olduğu rahatlık ile iyice lüksüne düşkün birisi. Lagos’da her hafta bir spa merkezinde aynı kişi tarafından masaj yaptırmaya gelir. Masaj yaptırdığı kişinin adresini ise aşağıda belirttim. Daha fazla detayı diğer sayfalarda bulabilirsin.”
Kamran’ın bu bilgiler vermesi bir muhbirinkinden oldukça daha iyiydi. Böyle bir muhbir çöplük içinde yaşıyorsa  Ahad’a büyük bir ihanet etmiş ve ona muhtaç kalmış demekti. Fazla irdelemeden yemeğimi bitirip hesabı ödedim. Wrangler’a atlayıp adreste belirtilen masörün evine doğru gittim. Şehre yakın sık evlerin olduğu bir mahalleye girdim. 36 kapı numarası olan ve benim kiralık evimden biraz eski demir kapılı bir gecekondu bozmasının önünde durdum.
Mavi renge boyanmış kapıya dört defa vurdum.  Kapının yanındaki korkuluksuz camın perdesi açıldı Tacari adındaki masör meraklı gözlerini bana dikti. Kapıyı açması için gözlerimle bir imada bulundum. Pencereyi ucundan açıp benimle konuştu.
“Kimsin? Tanımıyorum seni.”
“Safwat beni  senin için gönderdi bazı ayrıntılar verdi.”
“Ben masörüm ne ayrıntısı?”
“O kadarını istersen sen anlatırsın”
Tacari, bir masördü fakat Safwat’ın da ne kadar kötü bir adam olduğunu biliyordu. Korkusu daha fazla düşünmesine engel oldu ve bir hata yaparak kapıyı açtı. Kapıyı açar açmaz Tacari’nin karın boşluğuna büyük bir hırsla tekme attım. Evinin holüne devrilen Tacari’nin zayıf bedeni sistem dışı kalmıştı. İçeriye girip kapıyı örttüm.
“Özür dilerim hızlı bir giriş oldu Tacari’nin sen olduğunu düşündüm hem masör olduğunu da söyledin umarım yanlış anlamadım. “
Yerde karnını tutarak kıvranan Tacari küfür etmek istiyordu fakat mecali yoktu. 3 numara saçları kesilmiş geniş kafalı ve zayıf vücutlu bir zenci olarak fazla yapabileceği bir şey yoktu.  Konuşmaya devam ettim
“Şimdi spa salonunu arayıp hasta olduğunu ya da bir yerinin kırık olduğunu senin yerine yarın benim geleceğimi söyleyeceksin.”
“Bunu neden yapayım?”
“Neden yapmayasın?
“Hasta değilim yada bir yerim kırık değil”
Tacari sözünün bitirir bitirmez burnunun kemiğini hedef alan sert bir yumruk ile kemiklerini kırdım. Yaklaşık birkaç saniyelik durulmanın ardından burnundan oluk oluk kanlar gelmeye başladı. Zor nefes alıyordu.
“Şimdi bir dakika sonra ayağa kalk ve şu telefondan senin yerine geleceğimi ve profesyonel olduğumu söyle”
“Neden bunu yapıyorsun kimsin sen?”
“Eğer kim olduğumu öğrenirsen seni öldürmek zorunda kalırım. Bunu ister misin?”
Üzerindeki tişörtü burnuna bastıran Tacari sürünerek telefonun olduğu masaya kadar süründü ve ahizeyi zar zor kaldırdı. Numarayı bana kodladı bende girdim. Üçüncü çalışın ardından telefon açıldı. Fakat telefonu hoparlöre alma şansım olmamıştı bu yüzden onun söylediklerini dinlemek zorundaydım.  Yaklaşık 1 dakikalık telefon konuşmasının ardından ahizeyi tekrar bana uzattı.
“Teodor adında birinin yerime geleceğini söyledim. 3 yerden lisansın var Maxim Teodor”
“Teodor mu? Ne boktan bir isim.”
“Kırık bir burun ile iki dakikada aklıma Teodor geldi.”
Haklıydı. Şimdi sıra sevmediğim tehdit etme kısmına gelmişti.
“Uzun lafları sevmem Tacari. Ağzın kapalı kalsın. Eğer bir yerde öttüğünü yada bun yaşananları birine anlattığını duyarsam senin için geri gelirim ve tüm kemiklerini kırarım.”… Biraz sessizliğin ardından kafasını salladı. Ama tatmin olmamıştı.
“Anlaşıldı mı?”
“Evet anlaşıldı anlaşıldı canım yanıyor!”
“Kafanı yukarıda tut Tacari. Birde ağrı kesici al. Hoşça kal.”
Kapıdan çıkarken haklı olarak arkamdan ağır küfürler ettiğinin farkındaydım.

Evime gittim..


Wattpad için tıklayın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder