Wrangler’ımı çalıştırıp sanayi bölgesinin yolunu tuttum.
Sanayi bölgesini geçince gideceğim kuzey blok çatışmaların olduğu ve hatta hala
süregelen kabilelerin olduğu bir bölgeydi. Ve şehirden uzak olmasına rağmen
ortam olarak daha pis ve zehirliydi.
Toprak ve engebeli bir patika yolun sonunda kuzey bloğun
girişindeki üzeri çarpı atılmış çinko ve çitalarla ile desteklenmiş kulübeden
bozma bir evin önünde durdum. Kafamın
içinde Johari’inin olduğunu hissettim. Arabamın kapısını tam açarken bir anda
sadece iri göğüslerine odaklanmadığımı büyük ela gözlerinin de beni
etkilediğini fark ettim. Kısa bir duraksamanın ardından kapıyı açarak çamurlu
araziye indim. Ayaklarımdan pantolonuma sıçrayacak olan çamurlar daha
sıçramadan canımı sıkmaya başlamıştı. Geniş ve dikkatli adımlar ile evin
çinkodan bozma üzerinde çarpı olan kapısına dört defa vurdum. Biraz bekledikten
sonra kulaklarımı acıtan bir ses ile kapı açıldı. Önüme baktığımda kimseyi
göremiyordum sebebi ise kapıyı açan yetişkin birinin olmamasıydı. Saçları bir
tarlayı andıran büyük parlak gözlü ve kalın dudaklı bir çocuk bana kapıyı açtı.
Sadece altında eski ve yıpranmış bir şort bulunuyordu.
“Kimi aradın?” dedi küçük ve cesur bir ses
Ona biraz takılmaya karar verdim. “Sen Kamran mısın?”
“Hayır. Ben Leeto iki
‘E’ ile. Kamran dediğiniz kişi benim babam ve kendisi beyaz adamlar ile pek
konuşmaz.”
“Genç adam şimdi içeriye giriyorsun istersen kapını kapat ve
babana Ahad’ın adamının geldiğini söyle.”
Leeto adındaki ufaklık gözlerimin içine dik dik baktı.
Babasından daha cesur bir çocuk olduğu böyle bir bölgede babası yerine kapıyı
açmasından belliydi. Kapıyı yüzüme kapatıp içeriye girdi. Kısa zaman sonra kapı
açıldı ve bu sefer karşımda somut olarak bir adam duruyordu. Boyu kısa da olsa
bir çocukla kıyaslanamayacak kadar uzundu. Saçları Leeto’nun kafasında olan tarladaki
ekinlerin büyümüş hali gibiydi. Suratı mat değil parlak şekildeydi ve bir ton
daha koyu olsa siyah bir arka fonda fark edilmeyecekti.
“Spinoza sen misin?” İlk girişte bir ‘merhaba’ nezaketinde
bulunabilirdi ancak yaşadığı yerden olayı pek yadırgamadım.
“Evet. Senden alacaklarım var”
“Bekle. İçeriden dosyaları toplamam gerekiyor” Benimle
konuşması bu kadardı. Leeto’ya döndü.
“Şununla ilgilen. Kokularından dahi haz etmiyorum”
Leeto kafasını usulca sallayıp beni evin tamamen dışındaki
kaldırımlardan birine oturttu. Hava aynı şekilde pisti ve bu yavaş yavaş
migrenimi azdırıyordu. Leeto ile konuşmayı seçtim.
“Bugün nasılsın Leeto?”
“Mutsuz bir domates gibi hissediyorum bay Spinoza”
“Peki ufaklık sen hiç mutsuz domates gördün mü?”
“Onlardan neredeyse her sabah yiyorum efendim.”
“Peki mutsuz olduklarını nereden çıkardın?”
“Bu topraklarda yaşayan hiçbir canlı mutlu değil Bay
Spinoza. Siz bile değilsiniz.”
Bunu daha önce hiç düşünmemiştim. ‘Mutluluk’ benim için
hiçbir anlam ifade etmeyen bir kavramdı ve varlığını da hiç sorgulamamıştım.
Mutluluğumu hatırlatacak olan Lagos’lu bir çocuk olacağını asla tahmin
etmemiştim. Belki de mutluluğu umursamayacak kadar mutsuz olan insanlardandım. Konuyu
değiştirdim.
“Okula gidiyor musun Leeto?”
“Hayır. Babam okulun kızlar için olduğunu erkeklerin ise
çalışmak zorunda olduğunu söyler.”
“Ablan okulda mı?”
“Şu an içeride. Akşamları gidiyor okula sabahları da
geliyor. Bütün öğlen uyur kalan zamanında da evi temizler.”
Kamran’ın neden Ahad’ gibi bir adamın bu kadar önemli bir
işini yaptığı halde böyle bir pislikte yaşadığının cevabıydı Leeto’nun
anlattıkları. Kamran diğer aileler gibi çocuklarını da çalıştırıyordu ama
kendisi biraz aşırıya kaçmış kızını şehirde fahişe olarak çalıştıracak kadar
aşağılık bir insan olmuştu. Dünya hala medeni bir yer değildi. Hala çocuklarını
kandıran aileler kızlarını zengin züppelerin altında paspas yapan babalar
vardı. Küçük çocuğun da söylediği gibi Afrika’da her canlı mutsuz uyanıyordu.
Kamran kısa bir süre sonra elinde yıpranmış kâğıtlar ile
geldi. Sert bir üslupla göğsüme doğru kâğıtları uzattı.
“Bunları al ve toz ol.”
Bir aracı ile kavga edecek kadar amatör değildim ancak
benimle sohbet eden bir beyefendiye nezaketimi göstermeliydim.
“Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim genç adam” Leeto’ya
elimi uzattım. O da aynı güleç yüz ile minik ve kirli elleri ile elimi sıktı.
Arabama atlamadan önce arkama zor bela baktım. Çamur
pantolon paçalarıma çoktan sıçramıştı ve bu benim migrenimi azıtmıştı. Sabah
alkol aldığımdan migren haplarımı almayı pek göze alamadım. Arabamı çalıştırıp
hızlıca sanayi bölgesinden çıktım. Yolun müsait bir kenarında torpido gözündeki
tüm ıslak mendilleri pantolonumu temizlemek için kullandım. Ardından sahil
manzarası olan ve Lagos’un en sevdiğim restoranlarından olan ‘Eko Sky Restaurant and Lounge’ a
gittim. Hemen bir masaya oturup hemen somon ızgara ve ıspanak sipariş ettim.
Ağır bir baş ağrısına hafif bir yemek iyi giderdi.
Siparişimi saçlarını topuz yapmış sevimli ve nazik bir kadın
getirdi. Ve üzerine sanki büyük bir adammışım gibi “Başka bir arzunuz var mı?”
diye sordu. Baş ağrısı beni konuşamayacak kadar etkisiz hale getirse de yine de
bu nazik kanıda ‘Teşekkür ederim’ dememe engel olamadı. Büyük bir lokma
aldıktan sonra Kamran’dan aldığım kurbanların dosyasını incelemeye başladım.
İlk sırada Safwat adında şişman ve oldukça çirkin bir adam vardı.
“Safwat küçük yaşta
Fas’da yetişmiş silah kaçakçılığı yapan bir ailenin en büyük oğlu. Kaçakçılık
işini resmiyete bizzat döken kendisi. Babasının işleri ile küçük yaştan yüz göz
olmuş ve işleri alınca daha profesyonel bir hal almış. Safwat çok paranın
vermiş olduğu rahatlık ile iyice lüksüne düşkün birisi. Lagos’da her hafta bir
spa merkezinde aynı kişi tarafından masaj yaptırmaya gelir. Masaj yaptırdığı kişinin
adresini ise aşağıda belirttim. Daha fazla detayı diğer sayfalarda
bulabilirsin.”
Kamran’ın bu bilgiler vermesi bir muhbirinkinden oldukça
daha iyiydi. Böyle bir muhbir çöplük içinde yaşıyorsa Ahad’a büyük bir ihanet etmiş ve ona muhtaç
kalmış demekti. Fazla irdelemeden yemeğimi bitirip hesabı ödedim. Wrangler’a
atlayıp adreste belirtilen masörün evine doğru gittim. Şehre yakın sık evlerin
olduğu bir mahalleye girdim. 36 kapı numarası olan ve benim kiralık evimden
biraz eski demir kapılı bir gecekondu bozmasının önünde durdum.
Mavi renge boyanmış kapıya dört defa vurdum. Kapının yanındaki korkuluksuz camın perdesi
açıldı Tacari adındaki masör meraklı gözlerini bana dikti. Kapıyı açması için
gözlerimle bir imada bulundum. Pencereyi ucundan açıp benimle konuştu.
“Kimsin? Tanımıyorum seni.”
“Safwat beni senin
için gönderdi bazı ayrıntılar verdi.”
“Ben masörüm ne ayrıntısı?”
“O kadarını istersen sen anlatırsın”
Tacari, bir masördü fakat Safwat’ın da ne kadar kötü bir
adam olduğunu biliyordu. Korkusu daha fazla düşünmesine engel oldu ve bir hata
yaparak kapıyı açtı. Kapıyı açar açmaz Tacari’nin karın boşluğuna büyük bir hırsla
tekme attım. Evinin holüne devrilen Tacari’nin zayıf bedeni sistem dışı
kalmıştı. İçeriye girip kapıyı örttüm.
“Özür dilerim hızlı bir giriş oldu Tacari’nin sen olduğunu
düşündüm hem masör olduğunu da söyledin umarım yanlış anlamadım. “
Yerde karnını tutarak kıvranan Tacari küfür etmek istiyordu
fakat mecali yoktu. 3 numara saçları kesilmiş geniş kafalı ve zayıf vücutlu bir
zenci olarak fazla yapabileceği bir şey yoktu. Konuşmaya devam ettim
“Şimdi spa salonunu arayıp hasta olduğunu ya da bir yerinin
kırık olduğunu senin yerine yarın benim geleceğimi söyleyeceksin.”
“Bunu neden yapayım?”
“Neden yapmayasın?
“Hasta değilim yada bir yerim kırık değil”
Tacari sözünün bitirir bitirmez burnunun kemiğini hedef alan
sert bir yumruk ile kemiklerini kırdım. Yaklaşık birkaç saniyelik durulmanın
ardından burnundan oluk oluk kanlar gelmeye başladı. Zor nefes alıyordu.
“Şimdi bir dakika sonra ayağa kalk ve şu telefondan senin
yerine geleceğimi ve profesyonel olduğumu söyle”
“Neden bunu yapıyorsun kimsin sen?”
“Eğer kim olduğumu öğrenirsen seni öldürmek zorunda kalırım.
Bunu ister misin?”
Üzerindeki tişörtü burnuna bastıran Tacari sürünerek
telefonun olduğu masaya kadar süründü ve ahizeyi zar zor kaldırdı. Numarayı
bana kodladı bende girdim. Üçüncü çalışın ardından telefon açıldı. Fakat
telefonu hoparlöre alma şansım olmamıştı bu yüzden onun söylediklerini dinlemek
zorundaydım. Yaklaşık 1 dakikalık
telefon konuşmasının ardından ahizeyi tekrar bana uzattı.
“Teodor adında birinin yerime geleceğini söyledim. 3 yerden
lisansın var Maxim Teodor”
“Teodor mu? Ne boktan bir isim.”
“Kırık bir burun ile iki dakikada aklıma Teodor geldi.”
Haklıydı. Şimdi sıra sevmediğim tehdit etme kısmına
gelmişti.
“Uzun lafları sevmem Tacari. Ağzın kapalı kalsın. Eğer bir
yerde öttüğünü yada bun yaşananları birine anlattığını duyarsam senin için geri
gelirim ve tüm kemiklerini kırarım.”… Biraz sessizliğin ardından kafasını
salladı. Ama tatmin olmamıştı.
“Anlaşıldı mı?”
“Evet anlaşıldı anlaşıldı canım yanıyor!”
“Kafanı yukarıda tut Tacari. Birde ağrı kesici al. Hoşça kal.”
Kapıdan çıkarken haklı olarak arkamdan ağır küfürler
ettiğinin farkındaydım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder