2 Temmuz 2015 Perşembe

-Bölüm 1- Siyahı Kırmızıya Boya

İkotun bölgesinin toprak yolundan çıkıp Wrangler’ımı asfalt tola sürdüm.  Varem son zamanlarda Boko Haram karşıtları ile gizli görüşmeler yapan bir tüccardı. Boko Haram bölgede gücünü arttırdığından beri karşıtları su bile satın alsa önüne engel çıkabiliyordu.  Varem son zamanlarda İkotun bölgesinde iki katlı terk edilmiş bir evi gizli bir görüşme mekânı olarak kullanıyordu. Yıllardır iş yaptığım bölgede kulağıma mutlaka bir şey fısıldanırdı. Aslında Varem’in kafası için ikisi kapıda bekleyen toplamda 4 adam öldürmüştüm. Bunlar elbette ki fiyata küçük bir farkla dahi olsa yansıyacaktı. Bir silah tüccarını öldürmek için en iyi zaman kesinlikle ticaretini yaptığı zamandır. Az adam olur ve sakin bir yerde işlerini görürler. Bu bilgiyi önceden Ahad ile paylaşabilirdim fakat bu bölgede beyaz bir katil ile iş yapabilecek siyahi sayısı beş parmağımı geçmezdi. 
İkotun’un rahatsız edici asfalt yolundan çıkıp A5 karayoluna girdim. Bu yoldan aynı zamanda Murtala Muhammed Uluslararası Havayolu’na da gidebilirdiniz. Bu sırada gömleğimin cebinden bir sigara daha çıkarıp yaktım. Yol oldukça uzun sıcaktı. Ne zaman dudağıma bir sigara kondursam aklıma her zaman ilk yaptığım iş gelirdi. İlk öldürdüğüm cesedin adını bilmiyorum. Fakat yüzü ve bana bakışları hayatım boyunca unutmayacağım bir film gibiydi. Saçları rasta olan 19-20 yaşlarında bir esrar satıcısıydı. Babası iki oğlunu bu genç adam yüzünden kaybettiği için öldürmek istiyordu. Bazen ne kadar kızarsanız kızın istediğiniz kadar intikam isteyin yine de eliniz tetiğe gitmez.  İşte o zamanlar elim tetiğe yeni yeni gidiyordu. Amerika’dan özel gelen bir karton Lucky Strike sigara karşılığında neredeyse aynı yaşta olduğumuz 19 yaşında bir genci vurmuştum.  5 el ateş etmeme rağmen ne kalbini nede yüzünü tutturabilmiştim. Elimde 6 mermi alan eski tip altıpatlardan yakın mesafede iş gören bir tabanca vardı. Genç adam yere düşer düşmez kafasına nişan alıp son mermiyi de beynine yerleştirmiştim. Sonrası ne mi oldu? Kustum. Bazıları zevk için öldürdüğü insanların üzerine işerdi. Bazıları bir tükürük bırakıp giderdi. Ben ise bir paket sigaranın vermiş olduğu öldürme hissini bir cana kıymanın vermiş olduğu pişmanlığı ve tüm inançlarımı o gün 19 yaşında  ölü bir zencinin üzerine kusmuştum.
Lagos Adasına geçmek için neredeyse köprüye varmıştım. Şehrin bu tarafı oldukça modern ve lükstü. Diğer bölgelere nazaran merkez kısım burasıydı. Lagos’da cam açmak yada oksijen almak neredeyse intihar etmek ile eş değerdi. Oldukça kalabalık nüfuslu bir şehir ve sanayisi tüm ülkeyi zehirlemeye yetecek kadar fazlaydı. Nijerya’da genel olarak en çok çıkarılan madde petroldü. Fakat burası gelişmemiş bir ülkeydi ve aç gözlü olan beyazlar oldukça fazlaydı bu yüzden petrolden ülke pek gelir elde edemiyordu. Kakao ve belirli tarım ürünlerinden çok yetişse de sanayinin fazla olması bölgedeki tarım ürünlerini öldürmeye yetiyordu. Ülkede koca bir kısır döngü hakimdi.  Gelişmemiş ülkelerde kazanmak istiyorsanız yapmanız gereken birkaç iş vardır. Ya ölürsünüz yada öldürürsünüz. Yada bu döngüyü sağlamak için silah satarsınız. Genelde örgüt üyeleri yada kan davalıları birbirlerini öldürürdü. Küçük silah kaçakçıları da bunlardan yararlanıp geçimlerini sağlarlardı. Boko Haram gibi büyük örgütlere silah satmak yada devletin içinde darbe yapmak isteyen general ve siyaset adamlarına silah satmak Ahad ve beyazların işiydi. Birde tam ortada duran kişiler vardır. İşte o da benim gibi insanlar. Bir nevi gizli silah gibi kullanılırdık. Aslında döngü oldukça basit. Paranın yarısını verirsin ben gider öldürürüm sonrada diğer yarısını alırım. Diğer kiralık katillere ek olarak müşterilerime her zaman kurbanları için nasıl bir ölüm istediklerini de seçenekleri arasına koyabiliyordum. Beni değerli yapan şey ise az bulunmuş olmam. Genelde birbirlerini öldürmek isteyenler ellerinde AK-47  ile paldır küldür kendilerini aksiyonun içine atarlardı.
Onikan Stadyumunu geçtikten sonra Lagos Adasından da çıkıp Ahmadu Bello yolu üzerindeki Lagos’un en iyi otellerinden biri olan Federal Palace’ın otoparkına arabamı park edip otelin yolunu tuttum. Ahad son zamanlarda bazı bağlantıları sayesinde hükümetle de yakın çalışıyordu sonuçta bir silah tüccarıydı. Ancak Nijerya’nın genel olarak silah konusunda dışarıdan gelen tüccarlara açık olması onun sinirlerini bozsa da kendini araya sokmalıydı. Resepsiyona geldim. Beni kıvırcık saçlı ve oldukça güzel yüzlü olan, sol göğsünde ‘Owu’ yazılı bir etiket olan kız karşılamıştı. Güzel bir İngilizce ile bana ‘Merhaba nasıl yardımcı olabilirim?’ diye sormayı ihmal etmedi.
“Bay Ahad’ı ziyarete geldim geleceğimden haberi olmalıydı”
“Biraz bekleteceğim”
Masanın altında benim göremediğim bir şeylere bakıp Ahad adında birinin girişi olup olmadığını  kontrol ediyordu.
“102 numaralı odada kalıyor”
“Onu lobide beklediğimi söyler misiniz?”
“Elbette. Kimin beklediğini söyleyeyim”
“Spinoza. Sadece Spinoza deyin anlayacaktır.”
Varem’in kafası arabada duruyordu. Bir cesedin kafası dondurucuya koyulmadığı zaman oldukça pis kokabilirdi. Lüks bir otelde bunun yaşanması pek iyi olmazdı. O sırada kel , yalnızca çenesinde sakal bırakmış mavi ve yeşil karışımı hawai gömleğinin yanında kısa şortu ve parmaklı terliği ile adeta dünyayı umursamayan Ahad tüm züppe yürüyüşü ile bana doğru geliyordu.  Tam anlamı ile bana yaklaşmadan iki adamına ‘Arayın onu’ dedi.  Birisinin bana dokunmasından nefret ederdim. Birden fazla eli vücudumda hissettiğimde bir türlü ağrısından kurtulamadığım migrenim azardı. Yada psikolojik olarak bana öyle gelirdi. Adamlar tüm vücudumu taciz ettikten sonra bir şey olmadığını patronlarına belirttiler. Zaten böyle bir otele silahla girecek kadar aptal biriyseniz kiralık katil olmak size göre bir meslek değildi.
Rahatsız eden o Amerikan ağzına yakın konuşmasına başladı
“Spinoza.. Sapasağlam karşımdasın kardeşim.”
“Başka ihtimali hiç düşünmemiştim”
“Siz beyazların egosuna diyecek hiçbir şeyim yok. Övünmeye bayılıyorsunuz.”
“Nijerya’nın en büyük silah tüccarı bana bir şey içirmiyor mu?”
“Burası Afrika Spinoza. İçecek içmek için bazı şeyleri hak etmen gerekir.”
Biraz sessizliğin ardından Ahad güldü
“Bana bir hediyen olmalıydı?”
“Arabada.”
Wrangler’ın anahtarını adamlardan birine verdim. Arka koltukta çanta ile birlikte kısa sürede geldi.  Ahad kurumuş boğazım için hala bir şeyler ikram etmemişti. Bu arada ortalığı pis bir koku sarmıştı. Ahad çantadan Varem’in kafasını çıkardı. Gözleri 86 karat bir elmas gibi açılmıştı. Kısa süreli şaşkınlığın ardından gülmeye başlayıp Varem’in kendisini hiçbir coğrafyada duymayacağı kafası ile konuşmaya başladı.
“Seni küçük bok! Seni orospu çocuğu! Kafandan güzel bir biblo yapıp salonumun en güzel yerine koyacağım!”
Ahad’ın keyfi yerine gelmişken gözlerinin içine baktım. Bunun anlamı ‘Paraydı’
“Evet az kalsın unutuyordum. Spinoza’nın ödemesini getirin.”
Kafayı çantaya koyup adamlarına teslim etti. Bu sırada bir bardak buzlu su ile birlikte ödemem yapılmıştı. Bir çanta dolusu naira. Parayı göz ucu ile kontrol ettikten sonra çantanın ağzını kapattım o sırada Ahad konuşmaya başladı.
“Bugün akşam saatlerine villama geçmiş olurum. Senin için önemli bir işim var.”
“Ne zaman müsait olursun?”
“Yarın sabah villamda ol. Yeni işten kazanacağın para oldukça fazla.”
Oturduğum yerden kalktım.

“Yarın sabah görüşürüz bay Ahad”

Wattpad için tıklayın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder